GENÇLİK ve MİLLÎ DEĞERLER

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Gelişmiş ülkeler, nüfus artış hızının yavaşlaması ve ortalama yaşın yükselmesi ile beraber; nüfusun yaşlanması problemi ile karşı karşıyalar.

Genç nüfusun nisbeti (15-24 yaş grubu); Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama yüzde 11,8, ABD’de ise yüzde 14 civarında bulunuyor. Bunda; mâneviyâtın gerilemesi ve maddîleşen hayat telâkkîsine bağlı olarak; aile müessesesinin çözülmesi, içtimâî dayanışmanın zayıflaması, gayr-i meşrû hayat tarzının yaygınlaşması… gibi menfî âmillerin rolü var. Bu ülkelerin bir kısmı, genç nüfus ihtiyaçlarını; kendi içtimâî yapılarına uygun gelecek tarzda, dışarıdan göç alarak ve bünyelerindeki yabancıları asimile ederek karşılama gayretindeler.

Gelişen bir ülke için dinamik bir güç olan genç nüfus oranı; dünyadaki temâyül çerçevesinde, ülkemiz için de düşen bir seyir takip ediyor. Türkiye İstatistik Kurumunun tesbitlerine göre; 1980-2000 yılları arasında yüzde 20 seviyesinde olan bu nisbet, şu anda yüzde 16,6’yı gösteriyor. Gelecek için yapılan tahminlerde ise bunun 2023’te yüzde 15,1’e, 2050’de yüzde 13,7’ye, 2075’te ise yüzde 10,1’e gerileyeceği belirtiliyor.

Avrupa İstatistik Ofisi’nin tesbitlerine göre; Avrupa Birliği ülkelerinde 40-45 olan yaş ortalaması, ülkemizde 29,7; yine Avrupa’da yüzde 5-6 arasında olan 80 yaş üzeri nüfus nisbeti bizde yüzde 1,4 seviyesinde bulunuyor. Okullarda tahsil gören çocuk ve gençlerimizin sayısı ise 20 milyonu aşmış durumda.

Hâl böyle iken; nesillerimize ülkemizin geleceğini inşa etme şuuru kazandırılabiliyor mu?

Yarınlarımızın teminatı olan genç nüfusumuzun eğitimi, ne nisbette bu mefkûre çerçevesinde yürütülebiliyor?

Yetişen nesillerimiz, milletimizin değerleriyle ne ölçüde barışık? Çocukların tahsillerini plânlayan ebeveynlerde, bu husustaki hassasiyet ne seviyede?..

Velhâsıl; gençliğimiz, has kul olma şuuruna sahip mi?

Ne kadarı dîninin ve milletinin, ne kadarı nefsinin hizmeti derdinde; ne kadarı karanlık mihrakların âleti olmaya namzet; ne kadarı karanlık ve meçhul sokakların sâkini?..

Allah Teâlâ -celle celâlühû-’nun yüce bir dâvâ ile mükellef kıldığı insanımızın, bu istikametten sapıp heder olması; en büyük kayıp, en dehşetli israf, en korkunç vâkıa; yetkililer için en büyük vebal ve mes‘ûliyet…

Âlemlere Rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Allah Teâlâ -celle celâlühû-’nun yüce ahlâkı ile ahlâklanıp, insanlara bütün fazîletler bakımından «en güzel örnek» olarak ihsan buyurulmuştur. Bu nebevî yani ilâhî ahlâkın; asr-ı saâdet cemiyeti ve onları teselsülen takip eden sonraki altın nesiller üzerindeki mûcizevî tesiri, bütün açıklığıyla gözler önündedir. Böylesine muhteşem örnekler, ufku aydınlatırken; bu nûra gönülleri kapalı olanlar, buhranlar içinde kıvranan zamanımız insanlığına, «âmâların fil tarifi misali», beyhûde saâdet reçeteleri yazıyorlar.

İslâm âlemi bugün, bahis mevzuu marazî hâllerle mâlûl. Tarihe, eklediği altın sayfalarla şan veren milletimiz de bu garâbetten ârî değil. Uzun yıllardır; içtimâî bünyenin mayası olan mukaddesler, dünyevî (seküler) cereyanlarla sarsıldı.

Nesillerin şekillendiği Millî Eğitim Teşkilâtı, verimlilik esasına göre değil, bir plân çerçevesinde, ideolojik tarzda yapılandırılmıştır. Bu müessese; mevcut kalıbın bozulması ve postun karşı tarafa kaptırılması vehmiyle, öteden beri değişik mihrakların pençe attığı, canhıraş kavgalara girdiği bir saha olmuştur. Daha yakın zamanlara kadar; «Kutlu Doğum Haftası» faaliyetlerine katılanlar, namaz kılan talebeler, din dersleri eğitimi verenler, dindar öğretmenler… bir kısım basın da kullanılarak suçlu gibi hedef gösterilip, soruşturmalara mâruz bırakılıyordu. Nitekim bakanlığın son müfredat tanziminde, seçmeli Kur’ân-ı Kerim ve siyer dersleri konulması, bu çevrelerden büyük tepki topladı. Ancak halkın irfanı yine doğruyu gösterdi; en fazla seçilenler bu dersler oldu.

Hâlbuki; insanın, nebevî ahlâka sahip sâlih bir kul olarak yetişmesinden kime zarar gelir? Tarihe yön veren destanları, bu altın nesiller yazmadı mı? En dehşetli organize suç çetelerini, en eğitimli insanların idare ettiği ülkemizde; eğitimin, sadece kafasına bilgiler doldurulmuş gönlü boş insanlar yetiştirmek olmadığı ne zaman anlaşılacak? O boş gönüllerin yabancı hırslarla doldurulup, memleketin başına belâ kesilmesine karşı başka hangi çare var?..

Kur’ân-ı Kerim’de insanın yaratılış hikmeti ile ilgili olarak;

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana ibâdet (kulluk) etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyurulur.

Üstad Necip Fazıl da, sâlih bir kulluğun gereğini, «devrimciler»e de göndermede bulunarak, kazanılması gereken şuuru şöyle vurgular:

Devrim odur ki, kalpten fânîliği devirsin;
Yaşamaktan murad ne, hesâbını bildirsin.

Mukaddeslerini bi-hakkın tanıyamayan ve yeteri kadar âhiret kaygısı olmayan nesiller, millet için bir âfet mesâbesindedir. Kendini anlatma dili olarak şiddeti benimseyen, müsâmaha ve şefkate yabancı kalan bu insanların milletle bağdaşması fevkalâde zordur.

Dünya; doymaz iştihâlarına esir olmuş idareciler elinde, gittikçe barış ümidinden uzaklaşıyor. Âdil Osmanlı asırlarından sonra yüceltilen beşerî sistemlerle; hukukun gücü değil, güçlünün hukuku hükümfermâ oldu. İnsanlık yeniden ilâhî kaynaklı, bir rahmet iklimini hâkim kılacak dirilişe muhtaç. Bunu hasretle bekleyenlerin de, endişe ile ürperenlerin de gözleri ülkemizde. Hazret-i Ali -kerremallâhu vechehû-;

“Çocuklarınızı bugünün şartlarına göre değil, onların yaşayacağı devrin şartlarına göre yetiştirin.” buyuruyor. Günümüzdeki mes‘ûliyet; gelecekte bu mukaddes dâvâyı omuzlayabilecek nesilleri; «Âsım’ın neslini yetiştirebilmektir; Halûk’un değil!»

Ârif Nihat ASYA; titreyip kendine dönmesi, hüviyetine bürünmesi temennisiyle gençliğe şöyle sesleniyor:

Yürü hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Mesele; onları milletin değerleriyle teçhiz edebilmek; gönüllerini aşkla, şevkle tutuşturabilmektir.