MUMLU VAKİTLER

YAZAR : İlyas KAYAOKAY okaykaya_1991@mynet.com

Bugün artık neredeyse beynimizin ve bedenimizin fişlere takılı olduğu bir hayat sürüyoruz.

Peki ya eskiden?

Efendim, günümüzden yüz sene geriye gidecek olan bir zaman makinesine bindiğimizi tahayyül edelim. O yılları, yani fânus içindeki mumların saltanat sürdüğü seneleri seyredip, nasıl şanslı bir nesil olduğumuzu hamd ü senâlara sarılarak anlayalım.

Bugün artık, entelektüel görünüşlü kişilerin romantik yemeklerinde, koleksiyonlarında gördüğümüz şamdanlar, gaz lâmbaları vs. geçmiş asırlarda gecenin küçük güneşi rolünü üstlenmişti.

O mum ışıkları altında; kim bilir nice yakıcı gazeller, kasîdeler, Şem‘ ü Pervâneler yazılmıştı. Nice şairin kalemine ilham olmuştu.

Mum; parafin, donyağı ya da bunlar benzeri, yavaş yanan bir maddenin, genellikle pamuktan yapılan bir fitilin üzerine döküldükten sonra katılaştırılması yöntemiyle hazırlanan, çoğunlukla silindir biçimindeki ışık kaynağıdır. Kelime anlamıyla «yumuşak» demektir.

Mirzâzâde Sâlim’in yazmış olduğu otuz bir beyitlik lügazinde mumu tarif eden bazı beyitleri buraya kaydediyoruz:

Nedir ol dilber-i serv-i reftâr,
Dâhil-i meclis-i gürûh-ı kibâr.

Ayağı çıksa yâ seri tekrâr,
Asla olur adette zâid-i çâr.

İsmi tahrîfe olmadı me’vâ,
Ters okunsa da bir durur mânâ.

Yaz u kış bir giyer netîce kabâ,
Hem zemistân ile bahârı sevâ.

Ayağı bir durur kıyâfette,
Tabanı yasdıdır nihâyette.

Arapçası «şem‘» olan mum, şiirimizde; parlak ve yakıcı olması münasebetiyle bazen mahbûbun yüzü bazen de yanağıdır. Sevgili bir mumdur ki âşık da onun etrafında pervâsızca dönen bir pervânedir. Mum, duruşuyla da bir âşık gibidir. Aşk ateşiyle can fitili yakılan âşık, bir mum gibi eriyip yok olur. Mumun dumanı, bazen âşığın âhının kıvılcımı, bazen de sevgilinin siyah saçları olarak karşımıza çıkar.

Tâlî ve Mecnun birlikte yazdıkları münâcatta mumun eriyişini, kalbin kasvetten kurtulup rikkate erişine benzetirler. Mumun zirvesinde, ateşin dibinde eriyen damlalar; mânâ dolu bir kadehi hatırlatmaktadır:

Yâ Rab, eritip mum gibi aşkınla bu gönlü,
Mânâ dolu bir câm ediver lutfuna geldik!

Seyrî bu eriyişi terlemeye benzetir:

Terlemese mum, gözler geceyi nasıl deler?
Terlemese bu dünyâ, dolup taşmaz denizler!

Mum deyince şiirimizde iki insan akla gelir. Biri ateşe ve hiçbir araç gerece muhtaç olmadan demiri elinde mum gibi eriten Dâvud Peygamber’dir:

Kalbüni mûm eyle yeter sana dahı ey Münîr!
Hazret-i Dâvûd elinde âhen oldıyısa mûm. (Münîrî)

“Hazret-i Dâvud nasıl demiri mum gibi erittiyse sen de kalbini öyle eritmelisin bu sana yeterlidir.”

Dâvud Peygamber’in bu mûcizesi Kur’ân’da geçer:

“Ona demiri yumuşattık. «Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap.» diye vahyettik” (Sebe, 34/10-11)

Diğeri ise Hayretî’nin bahsettiği, taşın aşkına dayanamadığı Ferhat’tır:

Taşı başa urdu Şîrin gönlünü nerm etmedi,
Fi’l-mesel mûm idi Ferhâd’ın elinde gerçi taş.

Mumla ilgili pek çok atasözümüz vardır. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.”, “Bir mum al da derdine yan.”, “Mum yanmayınca pervâne dönmez.”, “Caminin (mescidin) mumunu yiyen kedinin gözü kör olur.”… şeklinde mumla ilgili pek çok ifadelerimiz vardır. Bize bir örnek sergilemesi için sahneyi Adnî’ye bırakalım:

Şeb-reng zülfünü ruhu altında göreli,
Bildim ki karanu olur imiş bün-i çerâğ.

“Siyah (gece renkli) saçını, yanağının altında gördüğümden beri; mumun dibinin karanlık olduğunu anladım.” Sanırım anladınız…

Bunların yanında çok sık kullandığımız «muma dönmek», «mumla aramak» deyimlerini de unutmamak gerekir.

“Devlet uma uma muma döndüm zamânede.” (Âsaf)

Eskilerden bir rivâyet:

“Şimdi gönül o günleri mumlar ile arar.”

(Mahmud Nedim Paşa)

Şair Fıtnat Hanım’la ilgili bir anekdot anlatılır. Mumcu dükkânında çalışan genç ve yakışıklı bir delikanlı vardır. Fıtnat Hanım bu körpe delikanlıya vurulmuş olacak ki her hafta mum satın almak için dükkâna uğrar. Vaziyeti idrak eden ustalar, şairenin yüzünü kızartmak için delikanlıya bir mısra ezberletirler ve Fıtnat Hanım’la göz göze geldikleri vakit okumasını tembih ederler. Zamanı gelir, söz bayrağını devralır toy delikanlı;

Şem‘-i ruhuma dikkat ile bakma yanarsın

mısraı ile aklı sıra gün görmüş Fıtnat Hanım’ı utandırmaya çalışır. Durumun anlaşıldığını anlayınca karşılığını vererek çırağa dersini verir:

Hattın gelicek, sen de beni mumla ararsın.

(hatt: Tüy, kıl)

Osmanlı’da bazı semtlerde mumcu dükkânları vardı. Ancak tabiatın üretim merkezlerini de es geçmemek gerek. Bahâyî’nin sabahı anlattığı bir beytinde bunu görüyoruz:

Bakarsa dîde-i ibretle vaktidir şimdi.
Dükân-ı şem‘-fürûşâne hâne-i zenbûr.

(Şeyhülislâm Bahâyî)

“İbret gözüyle nazar ederse, arı kovanlarının mum satan dükkân olduğu vakittir.”

Bal mumu; baldan sonra en fazla bilinen arıcılık ürünüdür. Bal mumu, 12-18 günlük genç işçi arıların son dört karın halkalarının altında yer alan dört çift mum salgı bezi tarafından salgılanan bir maddedir. Günümüzde bal mumu; heykeltıraşlıkta, dişçilikte, yelken ve ayakkabı yapımında, parke, mobilya ve araba cilâları, mühür mumu, aşı macunu, mürekkep, mumlu kâğıt ve sakız imalinde, yüz maskelerinde, gıdaların ambalâjlanmasında kullanılmaktadır. Osmanlı’da bazı enteresan maksatlarla da kullanıldığını görüyoruz. Meselâ mektebe giden çocuklar, defterlerini açar açmaz kaldığı ders sayfasını hemen bulabilmek için dersinin olduğu sayfanın üst tarafına bal mumu yapıştırırlardı. Bu işaret belirlemenin daha enteresan olanları da vardır. Falanca iki insan tartışırken diğeri bir konuda ısrar ederse, karşı taraftaki; “Bu sözlerini unutma!” mânâsına gelen; “Sen buraya mum yapıştır!” sözünü söyler.

Bunun izlerini şiirimizde görmek mümkündür:

Gelicek hatt-ı lebi sen de gidersin araya,
Hâl-i anber hele bal mûmu yapıştır buraya. (Kâmî)

“Dudakların yanındaki tüyler gelince sen de arada kaybolursun. Güzel kokulu ben, buraya bal mumu yapıştır.”

Mum yapıştırmasa da jâle-i kâfûrîden,
Sebak-ı mihri bilir her varak-ı safha-güzâr. (Hâtem)

“Sayfalar üzerinde gezinen her bir yaprak, kâfur renginde balmumu yapıştırmamış olsa bile; güneş dersinin nerede kaldığını bilir.” Kâfur; çiçeği papatyayı andıran, kokusu oldukça güzel bir nebattır.

Bal mumu; mektup, ferman gibi şeylerin mühürlenmesinde kullanılmıştır. Kâğıtlar bir zarfa konulmak yerine birkaç kez katlanır ve çoğunlukla kızıl bir mühür yüzüğü ile mühürlenirdi. Bugün dahî gizli ve mühim mektupları içeren zarflar, mumdan bir mühürle kapatılır. Azmîzâde Hâletî, sevgilinin, sînede açmış olduğu yarayı şöyle yorumlar:

Dâğ-ı hûnînim değil sînem ki genc-i ışktır,
Şehr-yâr-ı gam kızıl mûmuyla mühr urmuş ona.

“Göğsümdeki kanlı yaram değildir. O bir aşk hazinesidir. Gam ülkesinin hükümdarı kızıl mumu ile mühür vurmuştur oraya.”

Artık kalmadığından şüphe duymadığımız bir uygulama da mum ile davet âdetidir. Bir evlilik davetiyesi dağıtılacağı zaman «okuntu» adı verilen kişiler seçilirdi. Bu kişiler genellikle maddî durumu zayıf olanlardan seçilirdi. Umumiyetle kadın olan bu okuyucu, yanına küçük bir kız ve kızıl mum alarak kapı kapı davetiye dağıtır. Davetiye karşılığında da hediyeleri, bahşişleri toplar. Sivas yöresinde bugün hâlâ davet araçlarına mum, kişiye ise mumcu denilmektedir.

16. asırda yaşamış Meâlî’nin beytinde bu âdetin izlerini görmek mümkündür:

Hüsnün düğününe okumağa çiçekleri,
Almış çemende gonce-i zanbak eline mûm.

“Zambak goncası, çimenlikte eline mum almış çiçekleri (sevgilinin) güzelliğinin düğününe davet eder.”

Sadece düğün davetiyesinde değil, bir komşunun bir komşuya mum göndermesi de davet çağrısıdır. Bunun mânâsı;

“Bu akşam bize misafir olun.” demektir. Kırmızı dipli mumla davet etme, çok eskiden beri kullanılan yaygın bir uygulamadır. Bir kişi davet edilmediği hâlde davetsiz misafir olarak giderse ona;

“Kırmızı dipli mumla mı çağırdım?” der. Doğrudan gitmesi beklenirken nazlananlara, davet bekleyenlere de;

“Kırmızı dipli mum mu bekliyorsun?” gibi kalıplaşmış cevaplar verilir.

Şair Vasfî:

Hemdemim sâyemdurur gam günlerinde ol dahî.
Okumazsam mûm ile ey mâh gelmez yanıma.

“Gam günlerinde (tek) dostum gölgemdir. Ey ay yüzlü sevgili, mum ile çağırmazsam o bile yanıma gelmez.”

Bugün mumun envâ-ı çeşidini görmekteyiz. Işıklısından tutun da etrafa çeşitli kokular saçanlarına kadar… Ancak elektriğin tahakkümü altındaki yerlerde, mumun kaderi ev dolaplarına hapsolmaya mahkûmdur. Artık mum deyince ne yazık ki elektrik kesintileri yahut romantik yemekler akla geliyor…