KINALI ELLERİN NÛRU

YAZAR : Dr. Çetin DEMİRCAN

Akşamlarımız; kınalı ellerin nûru ile aydınlıktı, gündüz gibiydi, sıcacıktı.

Sabahlarımız; kınalı ellerin nûru ile parlaktı, pırıl pırıldı…

Sonra o ellere, nurlu ve onurlu olmayan başka işler yüklediler.

O eller nasırlaştı.

Karardı.

Nûrunu yitirdi.

Ne için?

Hâlbuki hayatın çileli yollarında, erkeğine yoldaşlık edecek kadının, yapacağı en büyük destek; kendi fıtratına da uygun düşen, kendi mes‘ûliyetleri çerçevesinde hareket etmesidir ki, bu sayede evlilik paylaşımında, İslâm’ın koyduğu terazi dengede kalsın.

Yoksa sabahın köründe çocuğuna makam şoförlüğü yapıp ağlayan çocuğunu zorla kreşe ya da okula bıraktıktan sonra işine giden, akşamleyin yine çocuk yuvasına ya da okula uğrayıp çocuğunu alan, yorgun argın eve gelen; bir de evde çamaşır, bulaşık, yemek, ütü gibi işlerle uğraşan; aldığı maaşı kreş parası, giyim-kuşam parası, kuaför masrafına giden zavallı bir annenin; kahvaltısını bile çocuk yuvasında yapan, anne-baba, sevgi, ilgi ve şefkatinden mahrum çocuklarından hayırlı bir nesil olmaları beklenebilir mi?

Her ne kadar bir eğitim kurumuysa da, ayakta durmak için ticarî kaygılarla çalışan bir kreş, çocuğa belki sevgi ile yaklaşabilir ya da ilgili davranabilir ancak anne kalbindeki şefkati gösterebilir mi?

Maalesef kadınlar, vahşî kapitalizmin dayatmalarıyla modern hayat adı altında bir yandan «çok kazan çok harca» felsefesiyle, erkek ile aynı yarışa sokulup, kadın-erkek eşitliği yaygarasıyla karşı karşıya getirilmekte; bir yandan da kadın haklarından ve özgürlüklerinden dem vurularak, moda, sanat ve cinsel özgürlük gibi süslü ifadelerle bir metâ hâline dönüştürülmektedir.

Ayrıca iş hayatında yükselmek için «erkek değerlerinin» benimsenmesi ve bu durumun bazı çevrelerce istismar edilmesinden dolayı, toplumda kadının değeri ve saygınlığı azalmaktadır.

Oysa sabah eşiyle birlikte erkenden kalkıp ona kahvaltı hazırlayan, akşam işten eve döndüğünde, onu karşılayıp ayağına terliklerini uzatan, mis gibi yemek kokularının yayıldığı, mutlu çocuk cıvıltılarının şakıdığı bir ailenin sırtı yere gelir mi? Annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz bizleri böyle büyütmediler mi?

Elbette ki kadın doktorlar, hemşireler gibi bazı istisnâî meslek grupları olabilir, ancak atalarımızın binlerce yıllık tecrübelerinden süzülen ifadelerden biri olarak; “İstisnâlar kaideyi bozmaz.” sözü bu durumun toplumun genelini yansıtmadığı gerçeğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Nitekim kadının, İslâm’ın belirlediği çerçevede, evinin dışında yapabileceği işler de mahduttur.

Bununla birlikte kadının, kadını kadın yapan değerleri koruyacak şekilde yaşaması ne kadar doğruysa, kadının rızkı sanki erkeğe bağlıymışçasına ona hükmetmeye kalkıp haksız muamelelerde bulunmak da erkek için bir o kadar yanlış olur. Adâletteki bu çatlağın temel çözümünde erkeğin mes’ûliyeti bellidir, ancak ağırlık merkezi kınalı ellerin nûruna düşmektedir.

Yine atalarımızın dediği gibi; “Yuvayı yapan dişi kuştur.”

Cennete benzeyen bu yuvalarda, o kınalı ellerin nûru ile nurlanacak çocuklar, o kınalı ayaklar altındaki cennete ulaşmak için, o öpülesi ellere muhtaçtır.

Bu itibarla sâliha bir kadının kınalı ellerinin, ev dışındaki kapılarda bereketinin kaçmaması, evine dönene kadar elinin nûrunun sönmemesi ve bu nûrun yeni nesillerin, mutlu evlâtlarının ilgi, sevgi ve şefkat ışığı olması dileğiyle.

Sağlıcakla kalın.