ŞÜPHELİ EĞLENDİRİCİLER

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Öteden beri bana da sorarlar:

“–Satranç oynamak câiz mi?”

Ben de şu cevabı veririm:

“–Top oynamak, bilgisayar-cep telefonu oyunu oynamak, televizyon seyretmek… Bunların hükmü ne ise satrancın hükmünü de orada aramak lâzım.”

Garip ki, satrancın hükmünü merak edenler, bunları sormuyorlar. Gerçi satranç ve tavlanın bir farkı var: Eski olmaları.

İslam fütuhatı başladığında, ilk fatihler; gittikleri beldelerde, insanları eğleyen bu oyunlarla karşılaştılar. İnsanları saatlerce meşgul eden bu oyunlar, Kur’ân-ı Kerim’de;

“O (mü’minler) boş işlerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3) âyet-i kerîmesinin rûhuna aykırı idi. O, bir anlarını bile ziyan etmeyenler için, miskin miskin saatlerce oyun başında oturmak hiç de uygun bir davranış değildi. Çünkü müslümanın yapması gereken bir sürü hayırlı işi vardı. İbâdetleri… Eğitimi… Hizmeti… Maişetini kazanma gayreti…

Öyleyse bunlarla saatleri öldürmek israftı ve haramdı. Bunlar lehv ve mâlâyânî şeylerdi.

Hele işin içine kumar karışıyorsa, namazdan alıkoyuyorsa, oynayanları birbirine düşman ediyor, yalan yere yeminlere, kin ve adâvete sevk ediyorsa hiç tartışmasız haramdı.

Bu sebeple fıkıh kitaplarımızda bazı menfî hükümler yer aldı.

Diğer yandan dînimiz; hiç nefes aldırmayan, katı ciddiyetli, büsbütün bir disiplin dîni de değildi. Bir konuda haram kılıcı bir hüküm yoksa, onun helâl olması beklenirdi. O hâlde, satranç da, günümüzdeki benzerleri de bizzat (liaynihî) haram değildi, fakat birtakım prensipler açısından büsbütün meşrû ve masum da değildi.

Öyleyse şüpheli idi.

Müzikten spora, oyundan çeşitli seyirlik işlere eğlence başlığı altına giren her şey, belirli prensipler çerçevesinde ele alınmalı:

Vakit israfı…

Okumak çok güzel bir faaliyet değil mi? Kazanılması gereken bir alışkanlık. Fakat farz ibâdetlerden alıkoyacak kadar aşırılığa kaçıldıysa, değil roman, fıkıh kitabı okumak bile haram olur. Makul seviyede bir zihin dinlendirme, beden dinçleştirme veya sosyal aktivite ise, her eğlence mubah…

Öyleyse top oynamaktan, internette gezinmeye her eğlendirici şeyde, müslümanın vakit disiplinine aykırı bir aşırılık olmaması zarurî.

Bu meseleyi sadece namaz geçirmeme gibi günlük ölçü ile daraltmayalım. Ömürlük ölçüde de, insanın; özü itibarıyla, çerez olan bu faaliyetleri, ana yemek hâline getirmesi de bir nevi israftır.

Geçtiğimiz yıllarda zekî bir liseli gence, üniversite plânını sordum:

“–Eczacılık” dedi.

“–Senin gibi hareketli bir genç için, biraz durgun bir meslek değil mi?” deyince, asıl sebebi öğrendim:

“–Eczaneyi kalfaya bırakıp, top koşturacağım!”

Eskiden babalar top oynayan çocuklarını azarlarlardı, şimdi bizzat kulüplerin alt yapılarına kaydetmeye götürüyorlar.

Çünkü toplumda ayaklar baş, başlar ayak oldu.

Mânevî bir eğitim almamış, bir şahsiyet geliştirmemiş, bir ideal kazanmamış birçok genç; elinde gitar yetenek yarışmalarında yahut top peşinde fark edilmeyi, keşfedilmeyi hedefliyor.

Bunun neticesi, toplumun itibarlı kişilerinin değersiz kişiler olması… Son hâdiselerde de eğlence sektöründen «bir sürü» kişinin, toplumu cinnete sürüklemeye çalıştığını görmedik mi?

Bunun sebebi ne?

İsterseniz acı bir mukayese yapalım. Türkiye’nin en itibarlı üniversite hocasının yıllık gelirini, vasat bir süper lig oyuncusunun yıllık geliriyle karşılaştıralım! En iyisi vazgeçelim!

Şüphelilerin mubah olabilmesi için ikinci şart:

Kumara asla kapı açmamalı!

Maalesef birçok basit ve masum görünüşlü eğlencenin altında kumarın izi çıkıyor. Futbol, bahis ve loto ile kirlenmiş. Fıkhî incelikleri bilmeyen birçok insan; ter atmak için halı saha maçları yaparken bile, kaybeden takıma tatlı, gazoz vs. ısmarlattırarak yine bir bahis ve kumara düşüyor. Bilgisayar oyunlarının para ile içli dışlılığı ise daha ileri boyutlara varmış durumda. Çocukları pençesine almış bazı oyunlar, cinayetlere bile sebebiyet verebiliyor.

Her Ramazan olduğu gibi bu sene de birtakım ilâhiyatçılar, kendilerini müçtehid sanarak abuk subuk fetvâlar neşrine çıktılar. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Fetva vermeye en cür’etliniz, ateşe en cür’etkâr olanınızdır.” (Dârimî) buyuruyor.

İslâm dîninde müthiş sistematik bir hukuk metodolojisi vardır. Buna rağmen, bir ilâhiyatçı; piyangonun haram olmadığını, çünkü namazdan alıkoyacak kadar meşgul etmediğini ve insanlar arasına husûmet sokmadığını söyledi. Bu söylediklerinin usûl-i fıkh zâviyesinde beş para etmeyeceğini, bu yılların profesörü bilmez mi? Elbette bilir. Fakat yaş geçse de geçmeyen «şehvet-i zuhur» yüzünden medyada bir şekilde arz-ı endam etmenin yolu olarak bu çirkin işe başvurdu.

Kumar ile ilgili hikmetler başkadır, illet başkadır. Hikmetler başlığında sayılanlar arasında evet; namazdan alıkoymak, insanlar arasına husûmet sokmak maddeleri vardır. Bunlar bütün kumar türlerinde aynı derecede yoğun hissedilmeyebilir. Fakat kumarda asıl olan; haksız, sebepsiz, emeksiz kazançtır. Tesadüfî bir bölüşmenin yapılmasıdır. Piyangoya çok benzeyen bir hayvan bölüşme usulü, Hazret-i Peygamber tarafından yasaklanmıştır.

Eğlencenin helâl olabilmesinin bir şartı da şu:

Harama açık hiçbir tarafı olmamalı.

Bugün, eğlence; umûmiyetle cinsî gevşekliklerin, ihtilâtların hempâsı. İnternet öyle, sinema öyle. Eğlence, haramın köprüsü…

Özünü dînimizden alan geleneğimizde böyle değildi.

Meselâ günümüzün dans anlayışıyla, geçmişin halk oyunlarını karşılaştırın. Günümüz dansı; ekseriyetle hayvanat âleminde emsaline rastlanan bir nevî «kur» olmaktan öteye geçemeyen, her anlamıyla belden aşağı kıvırmalardır.

Gelenekteki halay, horon ve benzeri oyunlar ise, daima yiğitlik ve celâdet maksatlı olarak omuzlarda bir hareket sağlar.

Müzik de yolunu bir türlü haramlardan ve yanlışlardan ayıramaması yüzünden, şüpheli ve netâmeli olarak kalmaktadır.

Bir diğer şart:

Düşmanlığa değil, kardeşliğe hizmet etmeli.

Eğlence ve oyun, içinde rekabet içermelidir elbette. Fakat bu rekabet; kin, düşmanlık ve hasede yol açmamalıdır. Bugün basit bir takım tutma işi; insanları hiç tanımadıkları karşı takım taraftarı yüz binlerce kişinin gıybetini yapma, onlara küfür etme, karşı karşıya gelindiğinde ise neredeyse onlarla çatışma gibi günahlara sevk ediyor.

Bu eğlencelerin dışında da dünyanın kendisi de bir oyun ve oyalanıştan ibaret… Fânîliğin hükmettiği kumdan kaleler, kâğıttan kuleler…

“Dünya ancak bir oyun ve oyalanış…” (el-En‘âm, 32)

Rabbimiz böyle söylüyor. Fakat yine Rabbimiz meâlen buyuruyor ki:

“Biz oyun oynamıyoruz!” (Bkz. el-Enbiyâ, 16; ed-Duhân, 38)

Dünya oyun ise, nasıl oynanmalı?

Cevap: Kuralına göre…

Anlaşılıyor ki;

Dünyada Hakk’ın ve hakikatin gerektirdiği bir ciddiyetle yaşayan, kazanıyor. Fakat dünyayı eğlence mekânı zannedenler, kaybediyor.

Oyunlar da hep kazanmak ve kaybetmek üzerine kuruludur, imtihanlar ve yarışmalar da öyle… Fakat oyunlarda genellikle şans faktörü ağır basar. Bir zarın altı köşesinden birinin üste gelmesi yahut bir deste kâğıttan çekilecek olandaki rakam ve şekiller yahut bir bilyenin rakamlarla dolu çark durduğunda hangi hânede kaldığı… Hep rastgele…

Kumarın haramlığının ve kumar yolcusu oyunların mahzurlu oluşunun bir hikmeti de, insanı gerçekten uzaklaştırıp, rastgeleliğe alıştırmasında…

İmtihanların objektifliği ve umuma uygulanabilirliğini sağlamak için geliştirilen test yani çoktan seçme usûlünde de rastgeleliğe karşı tedbir alınır. 4 yanlış 1 doğruyu götürür.

Üniversite imtihanındaki optik formu, toto-loto kuponu doldurur gibi doldurarak, üniversite kazanamayacağını herkes biliyor. Ya cennet? Kumarbazca yaşanan bir hayatın sonunda, mîzanda kime düşeş çıkar ki?

Kazananlardan olmak için çalışmak şart…

Oyun, her zaman çok kötü bir şey de değil. Oyun; eğer hakikatin eğitimi ise, faydalı ve lüzumlu. Bu sebeple; güreş, binicilik, okçuluk / atıcılık gibi, gerçek hayatta da zindelik ve hazırlık mânâsı taşıyan oyunlar, bütün hayatı kapsamadığı takdirde meşrû hattâ sünnet.

Bugün oyun, bilhassa küçüklerin eğitiminde de kullanılmakta. Eğlenerek öğrenmek, ciddiyetin sıkıcılığına karşı güzel bir çare.

Dünya bir yandan yine de bir oyun… Bir simülâsyon. Esas hayatın bir simülâsyonu.

Milyon dolarlık bir helikopterle; “Al bakalım bir tur da sen bin. Bakalım sürebiliyor musun?” demek hem hayatî hem de malî açılardan çok riskli. Bu sebeple bir helikopterin pilot köşkünün aynısı yapılıyor. O uçarken karşısına çıkacak manzaralar film şeklinde ekrana getiriliyor. Şartlar tamamıyla aynı, fakat hakikî değil. Bu oyun gibi eğitimde bir hata, hayata yahut milyonlara mal olmuyor.

Dünya da gerçek hayatın simülâsyonu. Cennet gibi bir kıymet riske atılamaz! Ona lâyık olmayan fesat ve dalâlet ehlini eleyecek bir simülâsyon lâzım. İşte dünya… Vahdet-i vücud veya şühud anlayışına bile buradan bir pencere açmak mümkün.

Oyun, gayr-i ciddî bir şeydir. Fakat simülâsyon mühim bir eğitim vasıtasıdır. İnsan vakit öldürmek, oyalanmak için oyun oynaşta kalırsa, elenir. Fakat oyunun içindeki oyunu fark edip, ciddiyetle oynarsa kazanır! Çünkü oyun da kuralına göre oynanmalıdır!