PİŞMANLIK GÜNÜ GELMEDEN!

YAZAR : Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

Mü’min; mevkî, makam, servet ve parayı, her türlü imkânları ancak Allâh’ın rızâsı istikametinde kullanmak üzere ister ve nefsin zebûnu olarak uzun emellere boş ve lüzumsuz şeylere, mâlâyânîye dalmaktan şiddetle kaçınır.

Bütün cihana medeniyet ve ilmin yayıldığı Bağdat Nizâmiye Medreselerinde uzun yıllar talebe yetiştiren ve beş yüze yakın eser vermiş 11. asır mütefekkirlerinden İmâm-ı Gazâlî Hazretleri; İhyâu Ulûmiddîn adlı eserinde, gemiye binen bir topluluğu misal verir:

Kaptan; bir adanın kıyısında durarak gemidekileri karaya çıkarmış ve ihtiyaçlarını gördükten sonra dönecek kadar müsaade etmiş, fakat dönüşte geç kalmamalarını da sıkı sıkıya tembih etmiştir.

Yolculardan bir kısmı vakit kaybetmeden; gemiyi kaçırırız endişesi içinde ve zarurî ihtiyaçlarını görerek zamanında gemiye geri dönünce; en iyi mevkîde yerlerini almış oluyorlar.

Bir kısmı ise adada kalıp rengine, çiçeklerine, tarla, bahçe ve binalarına dalarak geminin dönüş saatine gecikme ile gelebiliyor. Bir an kendine gelip vapura koşuyor ama dar ve zahmetli bir yer ancak elde edebiliyor.

Bazıları ise o adanın mal, mülk ve serveti içinde sarhoş hâle gelip kendinden geçiyor, son anda kendine gelse de adadan aldığı ve kıymetli zannettiği eşyaları da bir türlü bırakmayarak gemiye zar zor taşıyor ama gemide yer olmadığı için mecburen onları omuzunda taşımak zorunda kalıyor.

Gelin görün ki daha geride kalan bir kısım arkadaşları ise bir türlü geminin düdüğünü duymak istemeyerek kulaklarını ona tıkıyor. Son anda dönmek isteseler de gemide yer bulamayıp aç ve susuz kalmaları bir yana korkunç tehlikelerle baş başa kalıyorlar.

“İşte!” diyor İmâm-ı Gazâlî; “Dünyaya aldanmayarak onu vasıta olarak kabul eden ve kalbini ona kaptırmayan yüzü ak, alnı açık kul; her an sahibinin yolunu bekler ve hemen yerini alıp hesabını vermeye kendini hazırlar.”

Kumar, oyun, eğlence, müzik, film ve benzeri şeylere dalıp giden, ömrünü hay huyla geçirip, âhireti bir tarafa bırakanların mahşer yerinde düşeceği durumu bu temsil ne kadar açık anlatıyor değil mi?

Allâh’ın Habîbi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Tirmizî’de geçen bir hadîs-i şeriflerinde;

“Benimle dünyanın arasında (ne alâka) vardır! Benim ve dünyanın durumu, bir yaz gününde seyreden binicinin durumuna benzer. O biniciye bir ağaç görünür. O ağacın gölgesinde bir saat uyur. Sonra onu terk ederek yoluna devam eder.” buyuruyor.

Osmanlı ulemâsına ve o dönemde yetişen idarecilerin hayatına bir göz atarsak; sünnet-i seniyyenin koyduğu ölçülere riâyet ederek, boşa vakit geçirmemeye özen gösterdiklerini göreceğiz. Onlar; misafirliği, arkadaşlığı, sohbeti, ziyareti hep ölçü dairesinde yerine getirirlerdi. Günümüzde anne-babaların gerek televizyon başında, gerek konuşma ve davranışlarda gençlere örnek olarak onların başıboş ve nefsî hareketlere; top, çılgın müzik, film ve keyfî hareketlere kaymamalarına itina göstermelidirler.

Nitekim yüce Kur’ân’ın 94. Sûresi olan İnşirah Sûresi’nin 7 ve 8. âyetleri, vakitlerimizi dolu dolu geçirmeye en büyük rehberdir:

“Boş kaldın mı hemen başka bir işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.”

Bu bakımdan özellikle genç mü’min; her an kendini Allah’la baş başa bilecek ve hep faydalı, semereli uğraşılara yer verecektir. İnsanı gaflete düşürecek ve yoldan geri bırakacak nesnelere bunun için mâsivâ denmiştir. Yani eli ve bedeni ile işini kovalarken kalbinden Allah ve Rasûl sevgisinden başka bütün sevgileri çıkarmayı hedef edinecektir. Aksi hâlde gafletin gittikçe artması ve perdenin kalınlaşması ile; «Hep sağlıklı ve genç kalacağız.» diye düşünüp -Allah korusun- nefis ve şeytanın oyuncağı durumuna düşeriz. Allâh’ın emir ve yasaklarına itina gösteren müslüman, artık bu noktadan sonra hafife almaya başlar. İşte böyleleri için bakın yüce Kur’ân Nahl Sûresi’nin 108. âyetinde meâlen ne buyuruyor:

“İşte onlar; Allâh’ın kalplerini, kulaklarını, gözlerini mühürlediği kimselerdir.”

Enbiyâ Sûresi’nin ilk iki âyetinde ise Cenâb-ı Hak;

“İnsanların hesaba çekilme günü yaklaştı. Onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirdiler.

Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu; hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir.” buyurmakla gafletin boyutlarına dikkatimizi çekiyor.

Hastalık, ihtiyarlık, çeşitli dert ve sıkıntılar gelmeden genç ve sağlıklı iken bizi gaflete düşüren bilgisizlikten kurtulmaya bakmalıyız.

Başucu kitabı niteliğinde olan tefsir, hadis, siyer ve ilmihâl kitaplarından her akşam muntazam şekilde aile efrâdımızı başımıza toplayarak bir ders yapacak olursak hem zamanımız verimli geçmiş hem cehâleti yenmiş hem de Rabbimiz’in rızâsını kazanmış oluruz. Çocuklarımıza bu alışkanlığı kazandırmakla hem okumalarını ilerletmiş hem dinleme yeteneğini aşılamış oluruz.

Meryem Sûresi’nin 39. âyetinin meâlinde yüce Rabbimiz çevremize sorumluluk aşılamamız gerektiğine işaretle şöyle buyuruyor:

“(Rasûlüm!) Sen onları pişmanlık ve üzüntü günü hakkında uyar. Çünkü onlar bir gafletin içine dalmış oldukları hâlde ve henüz îmân etmemişken (bakarsın) iş olup bitmiştir.”

Önce kendimiz uyalım ve çevremizi uyaralım…