“BOZDUNUZ GENÇLİĞİN PSİKOLOJİSİNİ!”

YAZAR : Nurlan MEMMEDZADE nmemmedzade@gmail.com

Ellili, altmışlı yaşlardaki bir adam; şehrin merkezinde bulunan ve genellikle genç kuşağın takıldığı büyük bir lokantaya giriyordu. Uzun zaman olmuştu başkente gelmeyeli. Televizyonda seyrederken başka bir dünya gibi gördüğü cafcaflı sokaklardan geçerken kendini sanki uzaydan gelmiş biri gibi hissetmişti. Çok acıkmış, eskiden üniversite yıllarında sınıf arkadaşlarıyla takıldığı küçük, mütevâzı yemekhaneleri aramışsa da bulamamıştı. Gençlik yıllarının hayalini kurarken, sızlayan burnunun direğine bir anlık o güzelim Türk mutfağının kokusu gelse de, yine aradığını bulamamıştı. Nihayet etraftakilere sorarak buraya kadar gelmiş, içeri girmek zorunda kalmıştı. Girer girmez fark etmişti aslında buranın sadece lokanta olmadığını. Birkaç kattan ibaret olan mekân; spor salonları, havuzu, aqua parkı, şans oyunları yeri, en son model oyun makineleri de olan, aynı anda yüzlerce, binlerce kişiyi barındırabilen bir kasaba gibiydi sanki. Yaşlı amca ilk defa böyle bir yere geliyordu ve kafası iyice karışmıştı.

Yemek siparişi için renkli ışıklarla ve büyük harflerle FAST-FOOD yazılmış gişenin önünde sıra bekliyordu. Kendisi gibi sırada bekleyen çok kişi vardı burada. Herkes bir şeyler alarak cam önlerinde yerleştirilmiş masalarda boş yer arıyordu. Kendi kendine düşündü:

“Bu ne biçim yemek tarzı be? Ayakta yemek mi yenir? Hele bir de camın öteki tarafından bakarak geçen insanların gözü önünde… Açların göz hakkı diye bir şey kalmamış mı yoksa bu memlekette?..” Ortamı incelemeye karar verdi. Kendisi gibi sıra bekleyen delikanlıyla konuşmaya başladı:

“–İsmin ne, evlât?”

“–Sinan!”

“–Yaşın kaç?”

“–Yirmi beş.”

“–Sık sık geliyor musun buraya?”

“­–Evet, amca, en geç iki günde bir geliyoruz arkadaşlarla. Bir ekibimiz var ki muhteşem. Bazen vaktimiz sabahtan akşama kadar burada geçiyor.”

Yaşlı amca sormadan edemedi:

“–Çalışmıyor musunuz?”

“–Hayır, ne çalışması be, zaten beş günlük dünya, onu da çalışarak mı yaşayalım?!.”

“–Parayı nereden buluyorsunuz evlât?”

Sırıtarak cevap verdi delikanlı:

“–Babalar sağ olsun, her gün harçlığımız cepte. Ama biz de kazanmıyor değiliz. Bir ayda, iki ayda bir «sayısal»da, «iddia»da bir şeyler çıkıyor kısmetimize.”

“–Demek öyle.” dedi ihtiyar, sonra yine sordu:

“–İsminin Sinan olduğunu söyledin az önce. Mimar Sinan’ı tanır mısın peki?”

“–Valla amca, bir tane Mimar Sinan Üniversitesi tanırım, o kadar. Zamanında usta mı olmuş, çırak mı olmuş bilgim yok!” diyen kulağı küpeli delikanlı, bu sefer hafifçe ihtiyarı boşalan gişeye doğru itti:

“–Hadi, amca, sıra sende.”

Sırasının geldiğini gören yaşlı adam, ne sipariş edeceğini bilmeden tereddütle;

“–Gazoz alabilir miyim?” deyiverdi gayr-i ihtiyârî. Zaten burada verilenler yediği türden değildi. Sonra gazozunu alıp hızlı adımlarla kocaman binanın lokanta salonundan dışarı attı kendisini. Kafası allak bullak olmuştu. Nasıl bir gençlikti bu? Hiç kimse kendinden daha akıllı, daha büyük birini göremiyordu. Az önce yanından geçen ve kendi aralarında konuşan iki delikanlının gururla sarf ettiği;

“Benim lan âlemin kralı!” sözleri çınladı kulaklarında. Sanki derinden, bir yerlerden gelen bu ses giderek güçleniyordu. Evet, öyle yetişmişti bu nesil. Oysaki kendinden başkasını görmeyen, yaşadığı sistemde kendini şah zanneden niceleri; aslında bu sistemde şâhın da piyonun da sadece bir oyuncu olduğunu, oynatan elinse başka birine ait olduğunu düşünememişti. Çünkü, bu satrançta rol üstlenen herkes, üzerinde yürüdüğü siyah-beyaz karelerin süsüne takılmıştı ve yalnız bu dörtgen üzerinde finale çıkıp, ne olursa olsun, şah olmanın derdindeydi. Zira final demek, âlemin kralı olmak sayılırdı burada. Hiç kimse asıl işin yani, kurulmuş bu düzene piyon olmaktan kurtuluşun derdinde değildi.

Açlıktan mı, yoksa az önce çıktığı salonu bürümüş sigara dumanından mıydı, bilemiyordu ama midesi bulanıyordu. Belki de rûhuydu bulanan, midesi zannetmişti. Tuvaletin yerini sordu, meğer orası da kalabalıkmış, sıraya geçti. Hayli insan vardı sıra bekleyen. Koskoca mekânın tuvalet kısmı nedense çok küçüktü. Sanki milleti inadına sırada bekletiyorlardı. Üstelik erkek ve bayan tuvaleti de karşı karşıyaydı. Beklerken küçük aynasını çıkarıp ayakta makyaj tazeleyen dar pantalonlu genç kızlar vardı. Öteki tarafta da onlara lâf yetiştirmeye çalışan, kaş-göz hareketleri yapan erkekler sıra bekliyordu. İş hayatına yeni atıldığı günleri hatırladı bir anlık. Ders verdiği okulun tuvaletine yakın odalardan birinde bayanlar çalıştığından dolayı, her defasında def-i hâcet için yakındaki caminin tuvaletine inerdi. Oysa şimdi büyük harflerle üzerine WC yazılmış söz konusu mekânın ismiyle beraber tuvalet medeniyeti de değişmişti. Kendi kendine mırıldandı:

“Şu gençliğin haline bak bee!” Bir süre öyle bekledi…

…Herkes eğlencesine dalmışken, kalabalığı yararak kendini dışarı atmak isteyen altmışlı yaşlarda bir adamın sesi yankılandı merdivenlerde. Sesi duyanlar «cinnet» geçiren adamın hâline acıyarak ardınca bakarken o, bağırarak şunları söylüyordu:

“Bozdular bu milletin gençliğini. Lokanta önlerinde bekleyerek büyüyen bir gençlik yetiştirdiler ulan! Bozdular milletin gençliğini. Yemeğini dahî ayakta yedirerek secdeden uzaklaştırdılar. Tıka-basa yedirdikten sonra tuvalet önünde sıra bekleyen, hep bekleye bekleye ihtiyarlayan bir nesil yetiştirdiler, yazıklar olsun! Fikri, zikri, midesi ve şehveti olan bir gençlik, eyvaah!.. Zamanını tuvalet önünde geçire-geçire beyninin içindekiler teressübat kokan bir gençlik… Bozdular gençliğin psikolojisini. Abur-cubur yedire yedire abur cubur fikirler üreten cılız «aydın»lar çıktı sonra. Kazancı piyangodan bekleyen, bu yüzden akıl-fikir üretme melekesi taşlaşan, günü birlik yaşamayı kendine şiar edinen gençliği kendisine yabancılaştırdılar. Yazıklar olsun, bozdular gençliğin psikolojisini!..”

İşte bu hengâmede elinden tuttuğu çocuğunu merdivenlerden yukarı çıkaran bir baba, hemen ufaklığı kucağına alıp, apar-topar olay mahallinden uzaklaşmaya çalışırken bir yandan da koşar adımlarla arkasından gelen ve «cinnet» geçiren adama hayretle bakan hanımına şunları diyordu:

“Çabuk, yukarı çıkalım, hanım! Çocuğun psikolojisi bozulur, çabuk!..”