RUSYA’NIN YÜKSELİŞİ VE DEĞİŞEN DENGELER

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

13. yüzyılın başında, doğudan batıya dünyayı kasıp kavuran Moğol İmparatorluğu, Cengiz Han’ın ölümünden sonra dört büyük parçaya ayrılmıştı. Çin’deki Kubilay Hanlığı hariç, Türkistan’daki Çağatay Hanlığı, İran’daki İlhanlılar, Rusya ve Kafkaslara hâkim Altınorda Hanlığı güçlü mahallî İslâmî etkiler sonucunda kısa zaman sonra İslâmlaşma sürecine girdiler. Berke Han’ın müslüman olmasıyla beraber Altınorda Hanlığı’nda İslâmî ağırlık artmıştı.

Nihayet Özbek Han, 1314 yılında İslâmiyet’i devletin resmî dîni ilân etti. Böylece Moğol İmparatorluğu’nda Cengiz Han’dan beri uygulanan «her dîne eşit mesafede durma politikası» da -en azından bir süre- Altınorda hâkimiyetindeki topraklarda geçerliliğini kaybetti. Böylece Özbek Han ile birlikte yeni bir süreç başlamıştı. Zamanla, İslâmiyet Altınorda ülkesinde müesseseleşti. Nitekim gerek Özbek Han’ın gerekse de Canibek Han’ın paralarında İslâmî unvan ve isimlerin kullanılması da bunu göstermektedir.

Ayrıca Özbek Han’ın kendisi için; «Gıyâseddin» ve «Muhammed» gibi iki İslâmî ismi tercih etmesi; halka şirin görünme kaygısından ziyade, İslâmiyet’in bütün Altınorda topraklarında yayılmasına yönelik samimiyetle gösterilmiş çabaların bir parçası olarak anlaşılmalıdır. Nitekim meşhur seyahatnâmesinde İbn-i Battûta’nın, Özbek Han’ın kişiliğine ve dindarlığına dair vermiş olduğu bilgiler son derece kıymetlidir.1

Altınorda Hanları; Bulgarlardan kalan şehircilik mirasına sahip çıkarak, şehir kültürünün Deşt-i Kıpçak genelinde yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamışlardır. Şehirleşme, bölge halkı arasında İslâmlaşma sürecine de büyük katkılar yapmıştır. O dönemde Altınorda topraklarında, yaklaşık 150 kadar şehir bulunmaktaydı. Ancak bunlar arasında en önemlileri, devlete başkentlik yapmış olan Saray-Batu (Saray-Berke), Saray el-Cedîd (Yeni Saray) şehirleridir.

İbn-i Battûta 1334 yılında Saray el-Cedîd şehrini ziyaret etmiş ve şehirle ilgili olarak aşağıdaki bilgileri vermiştir:

“Saray, Özbek Han’ın başkentidir. Saray şehri; en güzel şehirlerden birisi olup, geniş ve düz bir alanda insanlarla dolup taşan güzel pazarlar ile geniş caddelere sahip bir şehirdir. Bir defasında şehrin büyüklüğünü görmek maksadıyla atla şehrin ileri gelenlerinden biriyle şehrin çevresini dolaştık. Biz şehrin bir ucunda kalıyorduk bu sebeple de; sabah buradan yola çıkıp, şehrin diğer ucuna ancak öğle vakti ulaştık ve burada öğle namazımızı kılıp, yemek yedikten sonra yola çıkarak, eve ancak günbatımına doğru vardık. Bir defasında da şehri yarım günde enine geçip geldik. Şehirde evler sıralı hâlde dizilmiş olup, arada ne boş bir alan ne de bahçe var. Saray’da ibâdet için kullanılmak üzere 13 tane büyük cami olup, bunlardan biri Şâfiîler içindir. Bunun dışında şehirde çok sayıda da mescid bulunmaktadır. Şehirde çok çeşitli halklar yaşamakta olup, bunlardan biri, bir kısmı müslüman olan Moğollar -ülkenin asıl halkı ve gerçek sahipleri- ile Aslar ve hıristiyan olan; Kıpçaklar, Çerkezler, Ruslar ve Bizanslılardır. Her halk kendi bölgesinde yaşamakta olup, kendi bölgelerinde pazarları bulunmaktadır. Tüccarlar ve yabancılar; Irâk-ı Acem, Irâk-ı Arap, Mısır, Suriye ve diğer ülkelerden gelmekte olup, tüccarların mallarını koruyabilmeleri için kendilerine ayrılan duvarlarla çevrili bir bölgede yaşarlar. Sultanın sarayına «Altuntaş» adı verilmektedir.”2

ALTINORDA DEVLETİ’NİN YIKILIŞI

Çağatay Hanlığı’na son veren Timur, 1393-1395 yılları arasında Altınorda topraklarına iki büyük saldırı düzenledi. Bu saldırılar sonucunda Altınorda Devleti zayıfladı ve parçalandı. Bu gelişme, Volga steplerinde, Kuzey Karadeniz ve Kafkaslarda etkili olan müslümanların durumunu sarstı. Ruslar çok geniş bir manevra alanına kavuşarak tarih sahnesine çıkacakları önemli bir fırsatı yakaladılar. Nitekim Altınorda Hanlığı’nın dağılışı, o dönemin kayıtlarına şiir diliyle şöyle girmiştir:

“Cengiz’den kalan han tahtı, kan tahtına dönüştü. Han sarayı kuşatıldı.

Kırım, Kazan, Astrahan, ayrı ayrı il oldu. Altınorda dağıldı.”3

1330 yılında bölgeyi ziyaret eden Faslı bilgin ve seyyah İbn-i Battûta, «Seyahatnâmesi»nde Altınorda’yı yedi büyük imparatorluktan biri sayar. Bu devletin çöküşü, sadece Rusya’nın büyümesine ve kısa zamanda çok önemli bir güç hâline gelmesine yol açmamış; çoğunluğu müslümanların oluşturduğu bölge yerleşim merkezlerinin ve şehirlerinin de Slav hâkimiyetine geçmesine yol açmıştı.

ALTINORDA DEVLETİ’NİN DAĞILMASINDAN SONRAKİ GELİŞMELER

Altınorda Devleti’nin parçalanması sonucunda, birbirleriyle rekabette her türlü ittifakı meşrû gören güçsüz hanlıklar dönemi başladı. Kırım, Kazan, Astrahan Hanlarının birbirleriyle rekabetleri ve taht kavgaları; bölgedeki müslüman toplumları belirgin şekilde zaafa uğrattı. Bu durum, siyasî konjonktürü menfaatleri doğrultusunda kullanma becerisi gösteren Rusların etkinliklerini ve bölgeyi hâkimiyet altına alma arzularını kolaylaştırdı.

Bu hanlıkların en güçlüsü olan Kırım Hanlığı, kötü yönetim ve iç çekişmeler yüzünden Cenevizlilerin ticarî ve siyasî vesâyetine girmişti. Fatih 1475 Haziran’ında bu vesâyete son vermek maksadıyla Gedik Ahmed Paşa’yı 300 parçalık büyük bir filoyla Kırım üzerine gönderdi. Osmanlı kuvvetleri, Kefe’yi ve Karadeniz’in kuzeyindeki bütün Ceneviz kalelerini kısa bir zamanda zaptetmeyi başardı. Kırım-Tatar kuvvetleri de kendilerine yardımcı oldu.4

Osmanlı Devleti’yle, her geçen gün güçlenmekte olan Moskova Devleti arasında; ticaretle başlayan dolaylı yakınlaşma, ortak düşman Lehistan’a ve yeniden güçlenerek Kırım’ı ele geçirmek isteyen Altınorda’ya karşı, mecburî bir işbirliğini beraberinde getiriyordu. Moskova ile Osmanlı arasındaki bu yakınlaşmaya Kırım Hanları aracılık ediyordu. Şimdilik uzak bir tehlike olarak bile görülmeyen Moskova’ya verilen ticarî imtiyazlar, Kırım Hanı’nın arzına cevap teşkil eden bir atiyye niteliğindeydi.

Bölgedeki hassas dengeler, Kırım Hanı Mengli Giray’ın 1502 yılında Altınorda’ya öldürücü darbeyi vurmasıyla köklü değişikliğe uğradı. Altınorda Devleti tarihe karıştı. Böylece Ruslar için Tatar boyunduruğu dönemi bütünüyle sona ermiş oldu. Ruslar bir yandan elde ettikleri imtiyazlarla büyük gelirler elde ediyor ve siyasî şartların olgunlaşmasını iyi değerlendirerek, Rus knezlikleri arasındaki birliklerini kuvvetlendiriyor; öte yandan askerî açıdan da gittikçe güçlenerek eski ihtişamından çok şey kaybeden Kazan ve Astrahan Hanlıklarının topraklarını kendi topraklarına katma hayalleri kuruyordu. Kırım Hanlığı’nın Kazan Hanlığı’nı kendine bağlama gayretlerini dikkatle takip eden Rus Çarı IV. İvan, müthiş topçu kuvvetleri ile güçlendirilmiş bir orduyu Kazan üzerine gönderdi ve 2 Ekim 1552 yılında Kazan’ı ele geçirdi. Kazan’ın kaybedildiğini gören Kırım Hanı Devlet Giray, Moskova’ya karşı amansız bir savaş dönemi açtı. Hattâ bir aralık Moskova önüne kadar gelerek şehrin dış mahallelerini yaktı. Bu dönemde Osmanlı topçusu da kendisine destek vermekteydi. Ancak Rus yayılmasının önü alınamıyordu. 1554 yılında Çar IV. İvan, Astrahan Hanlığı’nı da imparatorluğuna kattı. Orta Asya’dan gelen kervanların ve Hazar Denizi yoluyla İran ticaretinin transit merkezi olan Astrahan’da bir kale yaptırarak oraya Kazakları yerleştirdi ve ardından Kafkasya’ya sarktı. Doğu Avrupa’da Altınorda’nın vârisliği dâvâsını kaybeden Kırım Girayları, Rusların ilerlemesini durdurmak için;

“Ruslar, Kazan ve Astrahan’daki camileri kiliseye çeviriyor.” diye haberler yayarak Osmanlı’yı kışkırtıyordu. Ruslar ise bu durumun doğru olmadığını iddia ediyor ve Osmanlı ile karşı karşıya gelmekten çekiniyordu. Olan olmuş, Rus Çarlığı kurularak Volga havzasını tamamıyla ele geçirmişti. Artık Kafkaslar ve Karadeniz, Rus tehdidi altındaydı.5

SOKULLU’NUN DON-VOLGA PROJESİ VE ASTRAHAN’A GÖNDERİLEN KUVVETLER

Rusların Kazan’ı, Astrahan ve Aşağı Volga’yı kontrol altında tutmaları; Orta Asya müslüman tüccar ve hacılarının bölgedeki hareketlerini büsbütün sınırlandırmış, hattâ ibâdet için geçişleri bile engellenmeye başlamıştı.

Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa; Rusların Volga Havzası’ndaki hâkimiyetlerini kırmak, bölge müslümanlarına verdiği zararı önlemek, bu bölgedeki tüccar ve hacılara güvenli seyahat sağlamak, Safevîlerin yönettiği İran’a karşı kuzeyden baskı kurmak ve Kırım Hanlığı’nı daha iyi kontrol altına almak gibi stratejik amaçlarla kuzey bölgesine bir sefer düzenleme kararı aldı. Esasen Kırım ve kuzeyinde bulunan Volga Havzası’ndaki gelişmeler; Osmanlılar tarafından endişeyle takip edilmekte, birçok cephede savaşan Osmanlı Devleti, bu sefer için uygun bir ortam aramaktaydı. Nitekim 1569 yılında Don Nehri yoluyla bir ordu ve hafif donanma gönderildi. Sokullu, Don ve Volga Irmaklarını en yakın noktasından birleştirmek için kanal açma çalışması başlattı. Böylece donanma Volga’ya geçirilerek oradan Astrahan’a asker sevk edilmesi sağlanacaktı. Ancak başlanan kanal çalışmaları; Kırım Hanı’nın oyalaması ve Rusların çıkardığı engeller yüzünden tamamlanamadı. Bir süre sonra kanal projesinden vazgeçildi.

Öte yandan Astrahan önüne gelen Osmanlı ordusu, Rusların müthiş direnciyle karşılaştı. Erzaklarının ve ağır toplarının olmaması yüzünden kuşatmayı kaldıran Osmanlı ordusu, Azak Kalesi’ne doğru perişan bir biçimde çekilmek zorunda kaldı.6

17. yüzyılın başından itibaren siyasî ve askerî gücü artan bir Rusya ortaya çıkmıştı. Daha 1617 yılında Rus ordusu üstün nitelikli yivli tüfekler kullanıyordu. Hâkimiyetini Uralların ötesine taşımayı başaran Ruslar, Orta Asya hanlıklarını da birer birer hâkimiyetleri altına aldılar. Nihayet 1637 yılında stratejik öneme sahip Azak Kalesi’ni zapt ettiler. Ruslar, bu geçici işgalden sonra da Kırım’a sarkmayı hiçbir zaman akıllarından çıkarmadılar.

___________________

1 Ekrem KALAN, Nümizmatik Materyallere Göre İslâmlaşma Sürecinde Altınordu Hanlarının Kullandığı Unvanlar, Karadeniz Araştırmaları, Bahar 2012, sa. 33, s. 23-34.
2 Ebû Abdullah Muhammed İbn-i Battûta Tancî, 2005, s. 319-320.
3 İ. Kamalov, Tatar Adının Tarihçesi, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2007, s. 23.
4 Mehmet SARAY, Başlangıcından Petro’ya Kadar Türk-Rus Münasebetlerine Genel Bir Bakış, İst. Üniv. Tarih Dergisi, 1994, s. 194.
5 Halil İNALCIK, Türk-Rus İlişkilerinde 500. Yıl, s. 30.
6 Halil İNALCIK, age, s. 29.