Tebliğ ve İrşad Okulu: YÜZAKI

YAZAR : Sami BÜYÜKKAYNAK skaynak48@hotmail.com

Dünya hayatı; ezel ile ebed arasına kurulmuş, hem kısacık hem de daracık bir köprüye benzer. İnsan; orada daha fazla kalmak için ne kadar zikzaklar çizse de, vâde dolar ve ister istemez ölüm yamacına adım atar. Bu daracık köprü; aynı zamanda uçuruma yuvarlayacak, ebedî hayatı perişan edecek tuzaklarla da doludur. Bu sebeple; insanı bu dünyada kalış süresi boyunca hizada tutacak, ona rehberlik ederek bu süreyi yaratılışına uygun şekilde inşa edecek olan yegâne unsur dindir. Din, insanın yaratılışının bir gereğidir. Bu gerekliliği benimsemek, hayatını ona göre şekillendirmek ise insanın elindedir. Tabiî ki bu noktada kendisine çekidüzen verdirecek, yaptığı yanlışlar varsa onları düzeltmesi için yönlendirecek rehberlere ihtiyaç duyacaktır.

İnsan; rehbersiz, öndersiz yolunu düzeltemez, yola gelemez. İyi insanların yönlendirmesi, insanı hayra doğru yöneltirken; insanın şer insanlarla ünsiyeti, onu şerre sevk edecektir.

“İçinizden Hakk’a çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun.” (Âl-i İmrân, 104) buyuran Cenâb-ı Hak; içtimâî bir vazife olarak İslâm ümmetini emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münkerle mükellef kılarak insanları «hayra» yönlendirecek bir topluluğun bulunmasını ister. Bu vazifeyi üstlenecek olanlar, peygamberler başta olmak üzere onların yolundan giden sâlih insanlardır. Son asırlarda gazete ile başlayıp televizyon ve internetle devam eden gelişmiş neşriyat vasıtaları da bu vazifenin hizmetine sunulmuş imkânlardır.

Medyanın insanlar nezdinde tesirini azımsamak mümkün değildir. Tarihin bütün safhalarında göze, kulağa ve akla hitap eden yayın araçları bir şekilde hep var olmuştur. İnsanlar birbirlerinden, birbirlerinin yaptıklarından, görüşlerinden, kendi kaynaklarına göre haberdar olmuşlardır; onları yaymaktan geri durmamışlardır.

Meselâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz zamanında; insanlara bir görüşü, bir fikri aşılama şiir yoluyla, hitâbet kanalıyla olmuştur. O zaman için en iyi iletişim aracı şiir ve hitâbettir, denilebilir. Yaşadığımız çağda ise radyo, sinema, televizyon ve birçok sosyal paylaşım araçlarıyla internet bu görevi daha geniş ve yaygın bir şekilde üstlenmiş durumdadır. Nitekim bu araçlar, zamanımızda insanlığı iyice tesiri altına alarak, insanları terbiye etmeye, eğitmeye başlamıştır.

Kısacası insan bir şekilde eğitiliyor, terbiye ediliyor. Bunun müsbet olarak yapılması görevini, yani emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker vazifesini yerine getirmeye yardımcı olan neşriyat vasıtalarının başında aylık mecmualar gelmektedir. Toplum olarak bu çok mühim vazifeyi yerine getiren dergilerimizin kıymetini yeterince bildiğimiz söylenemez. Her ay okuyucusuna bir mektup gibi giden mecmualara sahip çıkmak;

«Bana bu ay hangi konuda mektup gönderilmiş?» diye merak edip onu okumak, mektuba değer vermek; hem o mektubu yazanı mühimsemek demektir hem de emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker çabasına ortak olmak demektir.

Mecmua yayınlama görevini müslümanların üzerine bir borç, bir farz-ı kifâye olarak görmek hassasiyeti ile yayınlanmaya çalışan mecmualara sahip çıkmak da aynı şekilde farz-ı kifâye olarak görülmelidir.

Günümüzde hamdolsun çok sayıda İslâmî neşriyat mevcut. Herkes kendi çapına, kendi meşrebine göre yayın yapmakta, insanları eğitmekte, hayat görüşü sunmaktadır. Sahih mânâda müslümanları ehl-i sünnet çerçevesinde bilgilendiren yayın vasıtası da az değildir.

Ama burada kendi kendimize sormamız gereken bir soru var:

“Kalemler, kalem sahipleri ne kadar ehil?”

Bu, önemli bir soru…

Söyleyen, yazan, yazdığını, söylediğini, yazdığını kendisi amel boyutuna getiremiyorsa; muhatabına, okuruna ne kadar fayda sağlayacak, bunu sorgulamak gerekir. Hayatın hengâmesi içerisinde, kokuşmuş, bozulmaya yüz tutmuş hayat şartlarında; İslâm’ın güzelliklerinden bahsetmek, öncelikle bu güzellikleri benimseyip, amel boyutunda yerine getirmekle mümkün olmalıdır. Bir müslüman toplumda;

«Söyleyen çok, uygulayan yok.» sözü mâkes buluyorsa; yazarların, konuşanların kendilerini muhasebe etmeleri mecburiyet olur. Emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker görevini üstlenmek demek, hem iyiliği uygulama yönüyle hem de kötülükten uzaklaşma yönüyle çaba göstermek demektir. Aksi takdirde kuru kuruya;

“Kardeşler şunu yapmayın, bundan sakının!” demek, gönüllere inşirah vermemektedir.

Yüzakı ve ekibi; bu noktada, emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker vazifesini hem kendi iç dünyalarında hem de sosyal çevrelerinde yapma gayretinde olan güzîde insanlardan müteşekkil…

Yüz sayıdır, bu ülkenin mânevî problemlerine çözüm üreten, mânevî problemlerin çözümü noktasında muhasebe yaptıran bir sorumluluğu üstlenmiş durumda, YÜZAKI…

Ümitleri köreltmeye çalışan modern dünyada, hâkim popüler kültür karşısında; İslâm’ın haysiyetini, izzetini müdafaa edecek müslüman şahsiyeti inşa etme yolunda mücadele çabası içerisinde, YÜZAKI…

Zahmetli ama verimli bir uğraş olan geleceği inşa noktasında, her ne kadar modern zamanlarda yetişmiş bazı fertlerin zoruna gitse de bir medrese geleneğini tanzim etme gayretinde, YÜZAKI…

Aşkın, muhabbetin, güzel ahlâkın, ihlâsın, istikametin; nisyan edilip, sadece dillerde dolaşan birer haslet olmasından öte, gönüllere işlemesi çabasında, YÜZAKI…

Kendi geleceğini inşa etme çabası içerisinde; bir ayağı geçmişte, gelenekte, bir ayağı bugünde olma hassasiyetinde, YÜZAKI…

İslâm neslinin aşkla, vecdle kaleme aldıkları; ilâhî aşkı çağrıştıran, nebevî iklimi gündeme getiren şiir yazma sanatının yaygınlaşması mücadelesinde, YÜZAKI…

İhtişamlı yarınların bugünlerde atılan tohumlarda olduğunun bilincinde, toprağa tohum atan bahçıvan hassasiyetinde, YÜZAKI…

Nice yüz sayılarda YÜZAKI’nın güzel nazarıyla bakmak ümidiyle…