DÜŞÜNÜP TUTASINIZ DİYE

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, İslâm’ın yayılması ve insanlığın kurtuluşu için sürekli çalışıyordu. Ashâb-ı kiram da öyle. Her biri hummalı bir çalışma içindeydiler. Bu böyle, kesintisiz bir şekilde devam ediyordu.

Bir tarafta müslüman sayısı artarken, diğer tarafta müşrikler çılgına dönüyorlardı. Onlar da sürekli bir araya geliyorlar, bu gidişe bir; «Dur!» demek için çare üzerine çare arıyorlardı. Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ı durdurmak, ya da önünü tıkamak için, olmadık yollara başvuruyorlardı.

Bu amaçla müşrik liderlerinden biri olan Velid bin Muğîre, bir gün Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın yanına geldi.

–Sen bu insanlara ne anlatıyorsun ki, Sana bu kadar içten bağlanıp tâbî oluyorlar?

–Ben onlara sadece Kur’ân okuyorum!1

–Bana da oku öyle ise!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-,
bu önde gelen müşrik liderinin hidâyete gelmesi arzusu ile ona Kur’ân-ı Kerim’den sadece bir âyet okudu. Belki ilk defa bu kadar ciddiyetle dinleyen Velid, renkten renge girdi. İlk defa böyle ilk ağızdan ve samimî bir hava içinde dinlediği âyet-i kerîmeden rikkate geldi. Gözle görülür bir şekilde duygulandı.2

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın okuduğu âyet şuydu:

“Muhakkak ki Allah; adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl, 16/90)

Okunan âyete hayran kalan Velid bin Muğîre, tekrar istekte bulundu:

–Bunu bana bir daha oku!

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, aynı âyeti tekrar okuyunca, Velid bin Muğîre şöyle demekten kendini alamadı:

–Vallâhi, bu sözde öyle tatlılık, öyle güzellik ve parlaklık var ki; o, tepesi bol yemişli, dibi ve kökü sulak yemyeşil bir ağaç sanki! Bunu bir beşer asla söyleyemez! Bu, bir beşer sözü değildir!3

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’dan sadece bir âyet dinleyen Velid, başka bir şey demeden ayrıldı. Öfkeli gelmiş, fakat çok yumuşamış olarak dönmüştü.

Dinlediği âyetin etkisi ile kalkıp Hazret-i Ebûbekir’in evine gitti. Hâl ve hareketlerinde dinlediği âyetin açık tesiri görünüyordu:

–Ey Ebûbekir! Bana biraz Kur’ân-ı Kerim hakkında bilgi verir misin?

–Büyük bir memnuniyetle ey Velid!

Velid bin Muğîre sorular sordu, Hazret-i Ebûbekir de cevaplarını verdi. Aldığı cevaplar ile yine mânevî havaya giren Velid; sorularını artırdıkça, cevaplarından da o nisbette memnun kalıyordu.4

Hazret-i Ebûbekir’in verdiği cevaplara teşekkür eden Velid, onun yanından memnun bir şekilde ayrılarak kendi yandaşlarının yanına döndü.

Yanlarına gelmekte olan Velid’in, değişmiş hâlini gören müşrikler endişeye kapıldılar. Hemen etrafını sarıp ne olduğunu sordular:

–Sana ne olmuş böyle ey Velid?

–Ne olmuş ki?

–Muhammedîler gibi bir gelişle geldin de!

–Az önce gidip Muhammed’i dinledim ben! (sallâllâhu aleyhi ve sellem)

–Ne! Ama nasıl olur?

–Niye olmasın ki?

–Sen gidip O’nu dinlersen, başkaları ne yapmaz?

–Siz ne derseniz deyin! O’nun söylediği, doğrusu hayretlere şâyan şey! Vallâhi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de deli saçmasıdır!

–Nedir peki?

–O’nun söylediği, hiç şüphesiz, Allah kelâmındandır!

–Sen ne dediğinin farkında mısın ey Velid?

–İlk defa bu kadar ciddî bir şekilde dinledim. O’nun okuduğu âyet, beni alıp bir yerlere götürdü sanki. Meseleyi iyice anlamak için O’nun yanından ayrılınca Ebûbekir’e gittim!

–Ebûbekir’e neden gittin peki?

–Kur’ân hakkında sorular sordum ona! Onun anlattıkları da doğrusu çok hoşuma gitti.

–Yeter, yeter artık! Böyle konuşup başkalarının kafalarını da karıştırma!

Gerçekten de Velid bin Muğîre can alıcı şeyler söylüyordu. Onun da müslüman olacağından endişe eden müşrikler bir araya gelerek durum değerlendirmesi yaptılar:

–Velid bin Muğîre dîninden dönecek olursa; muhakkak, bütün Mekkeliler de dinlerinden dönerler! Acele bir çözüm bulmalıyız!5

–Hiç vakit kaybetmeden hemen Ebû Cehil’e gidelim!

Hemen kalkıp Ebû Cehil’in yanına vardılar. Olanları anlattıklarında fena hâlde kızan Ebû Cehil öfkeyle yerinden fırladı:

–Ben şimdi onun hakkından gelirim!

Artan bir öfke ile yolu tüketip, Velid bin Muğîre’nin evine vardı. Öfkesini gizlemeye çalışarak, onu en hassas yerinden vurdu:

–Ey amca! Kavminin, senin için sadaka mal toplamak için harekete geçtiklerini gördün mü?

–Ne sadakası, niçin topluyorlarmış?

–Sana vermek için!

–Onların hepsi benim malca kendilerinin en zengini olduğumu bilirler. Ben mal ve evlâtça onlardan daha zengin değil miyim?

–Öyle, ama sen kendisinden bir şeyler elde etmek, O’ndan mal almak için Muhammed’in yanına gidiyormuşsun! (sallâllâhu aleyhi ve sellem)

–Ben sadece dinlemek için gitmiştim O’nun yanına!

–Öyle ise, sen Kur’ân hakkında uygunsuz bir söz söyle de, kavmin işitsin ve senin ondan hoşlanmadığını, onu inkâr ettiğini anlasın!

–Ne söyleyeyim bilmem ki! Vallâhi, içinizde şiirlerin her çeşidini; recezini, kasîdesini ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallâhi, O’nun söylediği, bunların hiçbirine benzemiyor! Vallâhi, O’nun söylediği sözde öyle bir tatlılık, öyle bir parlaklık ve güzellik var ki; sanki tepesi bol yemişli, dibi sulak, yemyeşil bir ağaç o! Hiç şüphesiz, o söz, her şeye üstün gelir. Fakat, ona hiçbir şey üstün gelemez! O, altındakini de kırar geçirir!6

–Onun hakkında bir şey söylemedikçe, kavmin senden hoşnut olmayacaktır!

–Öyle ise, beni kendi hâlime bırak da, ben bir düşüneyim!7

Peygamberimiz -aleyhisselâm-’dan dinlediği bir âyet ile şimdiye kadar tatmadığı bir lezzete doğru gitmekte olan Velid, Ebû Cehil’in tahrikiyle, o güzelim fırsatı yüzüne gözüne bulaştırdı. En güzel ile güzelleşmeyi düşünmek yerine, en güzeli nasıl çirkin göstereceğini düşünmeye başladı.

Oysa yoldan çıkmak için değil;

“O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (en-Nahl, 16/ 90) buyurulmuştu. Düşünüp tutmayla beraber, Peygamber Efendimiz onları en güzele davet ediyordu…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________

1 Taberî, Tefsîr, c. 29, s. 156; Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, c. 2, s. 506-507.
2 Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 295; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 203.
3 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 198; Kurtubî, Tefsîr, c. 10, s. 165.
4 Hâzin, Tefsîr, 3, s. 1322; Nesefî, Medârik, c. 2, s. 297.
5 Ebussuûd, Tefsîr, c. 9, s. 57.
6 Ebû’l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 44.
7 Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 1, s. 296-298.