O’NU DİNLEYİN!

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

İslâm güneşi ile karanlıklar aydınlanmaya başlayınca, karanlık tıynetli müşrikler, Dâru’n-Nedve adı verilen meclislerinde toplandılar. İki gündemleri vardı:

İslâm’ın ciddî bir şekilde yayıldığı ve her geçen gün müslümanların arttığı!

Öylesine ateşli tartışmalar oluyordu ki; dışarıdan duyanlar, içeride kavga var zannederlerdi.

İslâm’ın anlatılmasına ve müslümanların çoğalmasına göz yumarlarsa, menfaatleri tehlikeye düşerdi. Bu gidişe; «Dur!» diyeceklerdi artık! Ciddî tartışmalardan sonra aldıkları kararı uygulamak için hemen harekete geçtiler.

Mekke’nin önde gelen müşrikleri, toplu hâlde Ebû Tâlib’in yanına vardılar. Kaybedecek zamanları yoktu. Bu yüzden çıkışır gibi söze girdiler:

–Ey Ebû Tâlib! Seni ve yeğenini kaç defa uyarmıştık! Ama bir sonuç alamadık. Bu böyle giderse, biz de daha ciddî yaptırımlara başlarız!

–Ne yapmamı istiyorsunuz peki?

–Sen de biliyor ve görüyorsun ki, evinde put bulunmayan hiç kimsemiz yoktur. İçimizden evlerimize girerken de, çıkarken de ona el-yüz sürüp tapınmayan kimse yoktur.

–Evet biliyorum.

–Ama senin yeğenin bu putlarımızı yerdiği gibi, putperestliği de yeriyor! Akrabalığa, hatıra-gönle bakmaksızın ve hiç kimseyi istisnâ etmeksizin, putlara tapanların küfür ve dalâlet içinde olduklarını söylüyor! Allah ve Rasûlü’ne îmân etmeyenlerin cehenneme atılacaklarını iddia ediyor! Bunu söylerken de hiç kimseden çekinmiyor!1

–Haklısınız, yeğenim gerçekten böyle söylüyor!

–Sen de biliyorsun ki, bizim için putlara tapmaktan daha üstün bir din yoktur!

–Öyledir!

–Mademki öyledir, ne diye yeğenine arka çıkıyorsun?

–O’na hepimiz Muhammedü’l-Emîn demiyor muyduk?

–Diyorduk.

–İşte bunun için O’na arka çıkıyorum!

–Çok ağır şeyler söylüyor ama!

–O ne söylese, mutlaka doğru söyler.

–En son söylediklerini biliyor musun peki?

–Ne söylemiş ki?

Gittikçe kızan müşrik heyeti, artan bir öfkeyle yeni öğrendikleri şeyleri okumaya başladılar:

“Gerçek şu ki, insan azar.

Kendini kendine yeterli gördüğü için.

Hiç şüphesiz ki dönüş Rabbinedir.

Gördün mü şu menedeni,

Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan)?

Gördün mü, ya O (Peygamber) doğru yolda olur,

Yahut takvâyı emrediyorsa?

Ne dersin o (meneden, Peygamber’i) yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa!

(Bu adam) Allâh’ın, (yaptıklarını) gördüğünü bilmez mi?

Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhâl onu alnından (perçeminden), yakalarız (cehenneme atarız).

O yalancı, günahkâr alından (perçemden),

O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın.

Biz de zebânîleri çağıracağız.

Hayır! Ona uyma! Allâh’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş!” (el-Alâk, 96/6-19)

–Gerçekten bunları O mu söylemiş?

–Dahası da var!

–Dahası da ne ki?

–Dinle öyle ise!

Nasipsizler, ayaklarına kadar gelen bu büyük nimete îmân edip şereflenecekleri yerde, nankörlük ederek yine öfkeyle okumaya başladılar:

“Şunların hiçbirine itaat etme:

Yemin edip duran, aşağılık,

(Herkesi) kötüleyen, söz götürüp getiren,

Hayra engel olan, mütecâviz ve saldırgan günahkâr,

Kaba ve kötülükle damgalı,

Mal ve oğullar sahibi olmuş diye (böyle yolunu şaşırmış)!

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman o; «Öncekilerin masalları» der.

Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibrini kırıp rezil edeceğiz)!” (el-Kalem, 68/10-16)

–Bunları da mı O söylemiş?

–O söylemiş ya!

–Burada çok önemli bir şeyi gözden kaçırıyorsunuz ama!

–Neymiş o?

–Anladığım kadarıyla kiminiz, bu ve benzeri âyetlerde sıralanan kötülüklerin tümünü, kiminiz de bir kısmını kendinizde bulup gocunmaktasınız! Sizin gerçek yüzünüz ortaya çıkıyor! Yani kötülükleriniz böyle ortaya çıkınca, halkın gözünden düşmekten korkuyorsunuz!

–Ey Ebû Tâlib! Sen bizden yana mısın O’ndan yana mısın? Önce onu bilelim?

–Ben iki tarafın da uyuşmasından yanayım!

–Nasıl uyuşacağız peki?

–Muhammedü’l-Emîn’i dinleyerek! O’nu dinleyin O’nu!

Her şeyin başı buydu işte; O’nu dinlemek! Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.2 Kurtuluşun yolu budur; Peygamber Efendimiz’i dinlemek ve O’na tâbî olmak!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
______________

1 İbn-i İshâk – İbn-i Hişâm, Sîre, c. 1, s. 282.
2 el-Enbiyâ, 21/107.