BAŞTAN SONA CANLI VE ZİNDE…

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Bir yarışmada heyecanı en yüksek seviyede tutmanın yolu nedir? Yarışmacıları baştan sona canlı ve zinde tutmanın çaresi?

Bir imtihan veya yarışmada başlangıçta herkes ümitvardır, azimlidir, canlıdır. Fakat iyi bir başlangıç yapamayan, geriye düşen; ye’se, yılgınlığa kapılır. Çok iyi bir başlangıç yapıp, kazanmayı garantileyen de gevşer.

Dünya bir imtihan.

Daha ince söylersek, «Cennet Seçme ve Yerleştirme İmtihanı.» Cennet de derece derece… İşin içinde bir sıralama olunca, bu aynı zamanda bir yarış, bir yarışma. Doğumla hayâtiyetin, bülûğ çağıyla mükellefiyetin startı veriliyor; varış çizgisi ise ruh için son nefes, beden için kara toprak.

Dünyadaki diğer yarışmalarda girişte bahsettiğimiz problem yaşanabiliyor. İyi bir başlangıç yapamamanın yarıştan koparışı, garantilemenin neticesinde zindeliği sonuna kadar sürdürememe…

Rabbimiz; sonsuz rahmeti, kudreti ve hikmeti sebebiyle, cennet seçmelerinde bunları bertaraf edecek sırlar lutfetmiş:

1. Îman varsa, davranışların bir hükmü vardır. Îman yoksa amellere bakılmaz, tartı dahî kurulmaz. Aynı minvalde, niyet fiilden daha mühimdir.

2. İmtihanın son ânı mühimdir. “Ameller, hâtimeleriyle değerlendirilir.” Son nefes ânındaki hâl önemlidir.

Bu iki prensip bir arada olunca insanı zinde tutar. Çünkü ne kadar sâlih amel biriktirmiş olsanız da, onların yazıldığı îman kâğıdı ortadan kalkarsa hepsi iptal olur. 60 sene düzgün de yaşasanız, son günleriniz bozuk olursa, değerlendirme ona göre yapılacaktır.

Son ânın mühim olması, başlangıçları önemden düşürmez. Çünkü ekseriyetle; «Nasıl başlarsa öyle gider!»

3. İslâm’a giriş, öncesini siler. Küfürden, şirkten kurtulup İslâm’a giren bir kişi, yeni doğmuş gibidir. Böylece, hidâyete yaklaşanların; «Bunca yıl küfür ve şirkten sonra Rabbim beni kabul eder mi?» sûretinde bir endişe ile geri kalmalarına mahal verilmemiştir.

4. Tevbe kapısı açıktır. Ölümün geldiğinin anlaşıldığı, perdelerin aralandığı âna kadar, tevbe kapısı açıktır. Geçmiş günahlara tevbe etmek hepsini bir anda sıfırlayabilir. Yüz adam öldürmüş kişi bile bu kapıdan girebilir. İmtihan sürdüğü müddetçe, ümit vardır. Fakat samimî bir tevbe ile… Tevbeyi erteleyerek, nefsâniyetin keyiflerinden daha fazla yararlanma kurnazlığı, bu kapıdan giremez.

5. Davranışların değerlendirilmesinde (ölçme ve değerlendirmede) eşitlik değil adâlet (ve rahmet) vardır. İnfak edenlerin kalbî durumları ve şartları sebebiyle; bir dinar, milyon dinarı geçebilir. Bir tebessüm, mükellef bir sofradan daha ağır basabilir.

6. Hakk’ın rızâsı da gazabı da insanların küçük gördüğü bir şeyde olabilir. Bir kediyi aç bırakıp ölümüne sebebiyet verecek derecede merhametsizlik, sûretâ âbid bir kişinin cehennemlik olmasına; bir köpeğe, zahmetine katlanıp su verecek kadar şefkat de, günahkâr bir kişinin cennetlik olmasına vesile olmuştur. Rızâ ve gazabın, ikisinin de küçük zannedilen şeylerde saklı olması, büyük bir zindelik ve dikkat gerektirir.

7. Aslolan îmandır, fakat davranışlar onun tescilidir. Güzel davranışlar, îmansızlığı telâfi edemez. Fakat var olan îmânı korur, besler, güçlendirir. Kötü davranışlar, îmânı yok etmez; fakat, himâyesiz, güçsüz, zayıf bırakır.

8. Mahşer yerinde neticeler açıklanıncaya kadar, hiçbir sâlih amelin veya tevbenin Hak katında kabul edilip edilmediği kesin olarak bilinemez. Böyle olunca kimse, kendini garantide hissedemez. Meselâ; namazın sonunda istiğfar edilir. Edâ edilen Ramazân’ın, haccın kıvâmını koruma endişesi yaşanır.

9. Kişi, yaptıkları sebebiyle ebedî karnesine konan kırmızı çizgilerden, zayıflardan, doğrudan haberdar edilmez. (el-Kehf, 104; el-Hucurât, 2; el-Ğâşiye, 2-4) Kişinin yaptıklarını doğru zannetmesi bir şey ifade etmez. Bu hakikat, ciddî bir korku ve Hakk’a sığınma sebebidir.

10. Mânevî bir prensip olarak, insan âcizdir. Kul niyet eder, niyaz eder. Gerçekleştirecek olan Azîz ve Hakîm olan Cenâb-ı Hak’tır. Bu sebeple kişinin kendisinden ümit kesmesi; Hakk’ın kudreti hakkında acziyet düşünmek gibi olacağından, yanlış olur. Yine lutfeden Hak olduğu hâlde, kendi başarmış gibi düşünmesi de niyeti dolayısıyla neticeyi bozan bir unsurdur. Tevfik Allah’tan, hata kuldandır.

Bu prensiplerin her biri, imtihana tâbî bizlerin bir yandan hiçbir zaman ye’se düşmeyip, ümidimizi muhafaza etmemizi, bir yandan da her an teyakkuzda olmamızı sağlar.

Bu prensipleri aslında dünyadaki siyasî, tarihî, ticarî yarışlara da kısmen uygulamak mümkündür.

Meselâ, ecdâdımız; haçlıların bizi Anadolu’dan dahî atmaya çalıştığı bir dönemde yola çıkıp, fetihlerini Avrupa içlerine kadar götürdüler. Fakat onlardan sonra gelen nesillerde, bu fetihleri bir garanti görme alışkanlığı oluştu. Spor diliyle söylersek skoru korumaya yönelik bir rehâvete kapılınca, netice tepetaklak oldu. Hâlbuki;

“En iyi müdâfaa, hücum idi.” Çünkü aslolan bitiş düdüğü idi! Mesele, sadece fethetmek değil, fethedilmiş olarak tutmak idi. Başlangıcında var olduğumuz coğrafî keşifler yarışının devamında var olamadık.

Dün ecdâdımız İstanbul’u fethetmek için çırpınırken; maksadı, taş-toprak değil gönüllerdi. Bugün İstanbul’da fethedilmeyi bekleyen milyonlarca gönül var, fatihleri nerede?

Şimdi neredeyse sıfır noktasına döndük. Fakat şimdi de ümitsizlik yok. Çünkü hâlâ vakit var ve ümitsizlik yasak!

Yukarıdaki maddeler içerisinde meknuz ise de, iki madde ebediyet karnesi için ayrı bir zindelik, canlılık ve teyakkuz sebebi olduğu için ayrıca zikredilmeyi hak eder:

1. Amellerin iptali…

2. Amellerin kat kat fazla ücretlendirilmesi…

Birbirinin tam mukabili olan bu iki esas da, müthiş bir zindelik sebebidir.

AMELLERİN İPTALİ

İmtihan kâğıdına neler neler yazmış olsa da; kopya çekmek, hocaya saygısızlık etmek, imtihan kurallarını çiğnemek gibi bir suç işleyenin kâğıdına el konur ve bütün yazdıkları hükümsüz olur.

Bu korkutucu ihtimal, kulluk imtihanının her ânında kişiyi diri tutan bir tehdit olarak durur. Amelleri iptal edip, yok hükmüne getiren birçok sebep âyet-i kerîmelerde yer almaktadır:

a) Dinden çıkmak, şirk koşmak, küfre düşürecek söz veya fiiller sergilemek. Yukarıda 8. maddede belirttiğimiz gibi, günah işlemek, îmânı ortadan kaldırmaz. Fakat günah işleme duygusundan öteye geçerek, reddetme, inkâr etme, saçma bulma gibi kalbî kanaatlerle günah işlemek, îmânı yok eder, o güne kadarki bütün amelleri boşa çıkarır. (el-Bakara, 217; Âl-i İmrân, 21-22; el-Mâide, 5; el-En‘âm, 88; el-A‘râf, 147; Hûd, 12-16; el-Kehf, 105; ez-Zümer, 65; Muhammed, 8-9)

b) Münafıklık. (et-Tevbe, 68-69; el-Ahzâb, 19; Muhammed, 25-28, 32)

c) Yahudî ve hıristiyanları (münafıkça) dost edinmek. (el-Mâide, 51-53)

d) Kâfirler gibi bir yaşayış, onlar gibi dünyaya dalıp gitmek. Âhireti düşünmemek. (et-Tevbe, 68-69; Hûd, 15-16; el-Kehf, 105)

e) Kıskançlık, açgözlülük, cimrilik (el-Ahzâb, 19) “Hased; ateşin odunu yiyişi gibi, sevapları, iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44)

f) Allâh’ın indirdiğini (hükümleri, âyetleri, talimatları), O’nun rızâsını, hoşnutluğunu beğenmemek. (Muhammed, 9, 28)

g) Allâh’ın gazap ettiği şeylerin ardına düşmek. (Muhammed, 28)

h) Hidâyet nimetine nankörlük. (Muhammed, 32)

i) Allah yolundan uzaklaştırmaya yönelik davranışlar. (Muhammed, 32)

j) Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı gelmek. (Muhammed, 32)

k) Hazret-i Peygamber’in sesinin üstüne ses yükseltmek, O’nunla herhangi birine bağırır gibi konuşmak, hürmetsizlik etmek. (el-Hucurât, 2)

“Kur’ân-ı Kerîm’in Muhatabı Kim?” başlıklı yazımızda ifade etmeye çalıştığımız gibi, bu âyetlerin bir kısmı kâfir ve münafıklardan bahsetse de, fiiller müşterek olduğunda, tehdit müslümanları da ürpertmelidir. Bu minvaldeki bazı ifadelerin, mü’minlerle ilgili meseleleri anlatan âyetlerde yer alması dikkat çekicidir. Meselâ:

“…Mü’min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da; mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zinâ etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. KİM (İSLÂMÎ HÜKÜMLERE) İNANMAYI KABUL ETMEZSE ONUN AMELİ BOŞA GİTMİŞTİR. O, âhirette de ziyana uğrayanlardandır.” (el-Mâide, 5)

Dolayısıyla, günümüzde sıkça görülen, dînin emirlerini alenî, hiçbir zaruret yaşamaksızın, hiçbir mahcubiyet duymaksızın çiğneyenler; îmanlarını kaybetmek noktasında da, amellerinin boşa gitmesi noktasında da tehdit altındadırlar. Allah, doğruyu en iyi bilendir.

Dikkat edilirse maddeler hep şümullüdür. Allâh’ın indirdiğini beğenmemek yahut Rasûlü’ne edepte kusur etmek, dünyaya dalmak; birçok davranışı içerisine alabilir. Mü’minin amellerini hükümsüz hâle getirerek cennete girmesine mâni olduğu hadîs-i şeriflerde zikredilen; riyâ, kibir, koğuculuk, yalan gibi bazı günahları da bunlara ilâve etmeliyiz.

Mü’min, îmânına ve amellerine sahip çıkmak noktasında her adımda teyakkuzda olmak mecburiyetinde.

Bu kadar kaybetme riskine mukabil bir de yüksek kazanç fırsatı var:

KAT KAT FAZLA MÜKÂFAT

“Şu kesindir ki Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez. Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile olsa, onu kat kat artırır ve ayrıca kendi tarafından büyük bir mükâfat verir.” (en-Nisâ, 40)

Allah Teâlâ’nın rahmeti; bir haseneyi, en az on katıyla mîzâna koymak şeklinde tecellî eder. (el-En‘âm, 160) Fakat üst sınır yoktur. Hakk’ın rızâsını yakalamış küçük bir amel, yedi yüz kat ecirle yahut daha da fazlasıyla karşılık bulabilir. Bu müthiş bir berekettir ve insanı her an fırsatı değerlendirmeye sevk eden bir ümit galeyânıdır.

Tabiatta da böyle bir bereket harmanı olduğu için, Cenâb-ı Hak, misali dâne ile verir:

“Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır.

Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allâh’ın lutfu geniştir, O her şeyi bilir.” (el-Bakara, 261)

Kat kat artırışa erdiren üç haslet özellikle vurgulanmıştır:

1. Karz-ı hasen. (Zor zamanlarda Allâh’ın dînine destek olmak.) (el-Bakara, 245; el-Hadîd, 11, 18; et-Teğâbün, 17)

2. Allah rızâsı için imkânlardan infak etmek. (el-Bakara, 261, 265; er-Rûm, 39)

3. Îmân edip sâlih ameller işleyen evlâtlar yetiştirmek (Sebe’, 37) (Sadaka-i câriye hadîsi ve cemaatle namazın kat kat fazla mükâfatlandırılması gibi dereceler de, hayrın yayılmasına vesile olmak ortak noktasında birleşmekte.)

Kötülüklerin cezasında Cenâb-ı Hak zerre kadar haksızlık yapmaz, sadece cezasını verir. Fakat işin içinde fısk u fücur olursa, yani başkalarını da yoldan çıkararak, kötülükte çığır açarak, onların da günahlarını yüklenenler, kat kat azaba müstehak olurlar.

Bu, sevaplarda olduğu gibi Allâh’ın artırdığı değil, mücrimin kendi eliyle yüklendiği bir yüktür. Aldatanlara kat kat azap artışını, aldattıkları kimseler bizzat talep ederler:

“«Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar.» derler. «Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.»” (el-Ahzâb, 67-68)

Sözün özü:

Kullukta son nefese kadar devam eden bir canlılık lâzım.

Bunun için istikamete sarılmalı. Fakat her an, Hakk’ın rahmet ve bereketine sığınmalı.

Asla, «birikmiş ameller»e itimat etmemeli.

Sevapları katlandıracak, kanatlandıracak her türlü nimetten infak ve hayırlı nesil yetiştirme gayretlerine sarılmalı…

Amellerimizi yok edecek, günahlarımızı kat kat edip, bizi -Allah korusun- âhirette iki büklüm edecek; îmânı, edebi ihlâl eden ve başkalarının hakkına tecâvüz ihtivâ eden davranışlardan fersah fersah uzak durmalı…

Her hâlükârda, O’na, Hazret-i Fettâh’a sığınmalı…