YA TUTARSA!

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

İstanbul Belediyesinin bütün ilçelerdeki yemek yemek ve çay içmek için gidilebilecek sosyal tesisleri, halkın hizmetine açıldı. Mekânlar ve yemekler çok güzel. Sivil toplum kuruluşları da, toplantılarını buralarda yapıyor. Namaz kılmak isteyenler için mescid de var. Ancak, diğer özel yerlerden bir farkı ucuz olması.

«Yeterli mi?» sorusuna ben bir öğretmen olarak; «Hayır!» diyorum. Bulunduğumuz her mekâna İslâmî rûhumuzu da yansıtmalıyız. Bu konuda düşünürsek, çarelerimizi bulmamız mümkün.

Başbakanımızın ekmek israfı ile ilgili açıklamaları, fırıncılar odasını etkilemiş olacak ki;

«Bayat ekmeği getir, taze ekmeği al!» projesini ürettiler. Çözüm üzerinde tartışabiliriz. Bazı ev hanımlarına göre bir çaredir, ekmek atılmaktan kurtulur.

«Toplananlar galeta yapılır.» dendi. Küflenmiş ekmeklerin galeta yapılması projesi; «Artık galetamı kendim yapmalıyım.» kararını vermeme sebep oldu.

Ekmeklerin atılmaması, bayatlamaması için; ev hanımlarına, gençlerimize, çocuklarımıza düşen sorumlulukların benimsetilmesi konusunda eğitimimiz olursa, çözüm kendiliğinden bulunacaktır.

Başbakanımızın ekmek israfıyla ilgili açıklamalarını televizyonlardan dinlediğimiz günden bir gün önce bir toplantıdaydık. İlçe belediyelerimizden birinin sosyal tesisindeydik. Verilen hizmete, mekânın güzelliğine ve temizliğine ancak teşekkür edebilirdik.

Fakat sırayla gelen yemeklerin bir kısmı tabakta kalıyordu. Masaya konulan ekmeklerin tabakta kalanı da atılıyordu. Diğer yemek yenen yerlere benzemek zorunda değildik. İçeceğimiz kadar çorbayı, yiyeceğimiz kadar ekmeği kendimiz alacak olursak; bu konu çözülmüş olacaktı.

“Yiyiniz, içiniz; fakat israf etmeyiniz.” (el-A‘râf, 31) âyetini, sadece örneklerini verdiğimiz konularda düşünmeyelim. Midemizi, aynı anda; etlerle, böreklerle, tatlılarla, ekşilerle doldurarak hasta etmeye hakkımız var mı? Safra kesemiz; yediklerimizi hazmetmemiz için, salgıladığı safrayı nasıl elde ediyor? Onu canlı olarak düşünürsek, çektiği eziyeti daha iyi anlamış oluruz.

Hanımlarımız beraber olmak için; komşu günleri, sohbet toplantıları, altın günleri, hayır için yapılan toplantılar düzenliyorlar. Dînî bir sohbet, sağlıkla ilgili bir toplantı, hayır için verilen bir yemek… Konuşmalarla ruhlar doyurulmaya çalışılıyor, dikkatle dinleniyor. Sonra yemek masasına geçiliyor:

Doktorların yemekte çeşit sayısını azaltın uyarıları;

Peygamber Efendimiz’in ve ashâbının yemek yeme âdâbı unutuluyor.

«Hastalığın evi mide, tedavinin özü perhizdir.» buyruğu hâfızalardan siliniyor.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Mârifetnâme’sinde bulunan «Açlık ve Tokluk» bölümünü dikkatle okuyalım:

“Hazret-i Peygamber; ümmetine, yemek âdâbını, fazla yemenin zararlarını ve açlığın faydalarını bildirmiştir. Hadîs-i şeriflerde;

1. İnsanın midesi; tıka basa doldurmak için değil, vücuduna ve nesline kuvvet olsun, diye yaratılmıştır.

2. Tıka basa yemek yiyen; kalbi katı ve Hakk’ı unutkan olur.

3. Çok yemek, uğursuzluktur.

4. Çok yiyen ve uyuyan mezmumdur. (yerilmiştir)

5. Allah, kulunu severse, onu; yiyeceği ucuz olan şehirde aç bırakır.

6. Allâh’ın velîleri aç ve susuzdur. Onları incitenin geçimi dar, yeri ateştir.

7. Karnı aç, kalbi kanaatkâr olan ve Hakk’ı zikreden; Allâh’a yakındır.

8. Şeytandan gelecek olan kötülüklerin yollarını açlıkla tıkamak, Allâh’a yakın olanlara mahsustur.

9. Nefsinizi aç bırakınız ki, gönlünüz irfan nûruyla dolsun.”

Mârifetnâme’yi okumaya devam edelim:

“Allah; kuluna inâyet lutfederse, ona az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı ilham eder. Çok yemek zarardır. Çok uyumak kederdir. Çeşitli yemekleri yiyen, çeşitli hastalıkları çağırandır. Nefs ineğini, açlık bıçağıyla kesenin kalbi; mârifet nûruyla canlanır. Lezzetinden zevk duyduğu lokmaları, keşke düşman yutsa. Velîlerin bedenleri açlıkla doyar.”

«Açlık ve Tokluk» bölümünün tamamını, Mârifetnâme’den okumakta fayda var.

«Anlatılanları, ancak velî kullar uygulayabilir.» demeyelim. Okuduklarımızı düşünmek ve uygulamak için attığımız adımlar, bizi doğru yola götürecektir. Önce öğünümüzde çeşidi azaltarak işe başlayalım. Gittiğimiz toplantılarda, Mârifetnâme’den bölümler okuyalım. Bugün doktorlar da;

“Doymadan sofradan kalkın, tek çeşit yiyin, şekerden, undan, tuzdan uzak durun!” diyorlar.

Hanımlarımız börek-çörek yaparken biraz düşünürlerse; sebzeli, nohutlu, fasulyeli, mercimekli kekler, köfteler yapabilirler. Tatlı yerine; pekmezli, kuru meyveli, havuçlu, elmalı kurabiyeler yapabilirler. «Unu ve şekeri kullanmadan neler yapabiliriz?» diye düşünürlerse, misafirlerini daha çok sevdiklerini anlatmış olurlar. Yemek konusundaki hadîs-i şerifleri; buzdolabımızın kapısına asarsak, zamanla yanlışlardan uzaklaşırız.

Çevremdekilerin; “Ayla Abla; şimdi de yemek zevkimizi elimizden alıyorsun.” dediklerini duyar gibiyim. Göle bir maya çalıyoruz, ya tutarsa…

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin mısralarıyla sağlıklı günler dileyelim…

RUBÂÎLER

Açlık ki tok eyler ol kamu âzâyı,
Açlıkta bu nefs terk eder dünyâyı.
Hem açlık açar rumûz-ı her mânâyı,
Açlıkta bulur, bu cân u dil Mevlâ’yı.

Hakkî yemek az ye, az uyu, az söyle,
Can sağlığı, dil hoşluğu bul sen öyle,
Her ne dilesen gönülde bul, zevk eyle,
Kim iki cihân saâdetidir böyle…