EDEBÎ KALEMLERİN KIRIM SEFERİ

YAZAR : İlyas KAYAOKAY okaykaya_1991@mynet.com

Var nice bendeleri Ergun u Cengîz gibi,
Biri ez-cümle Kırım mülkünün olmuş hânı… (Nedîm)

İnsanoğlunun bir alınyazısı olduğu gibi, toprakların da yaşamaya mahkûm olduğu bir kaderi vardır. Bazı toprakların âkıbeti genellikle iyi iken, bazı toprakların hamurunda kan vardır. Kendisine tayin edilen kader, hüzün ile yoğrulmuştur.

İşte o kan ve keder kokan topraklardan biri Kırım’dır. Kırım ki; «Dilde, fikirde, işte birlik» diyen İsmail Gaspıralıların, tesirli romanlar yazmaya muktedir olmuş Cengiz Dağcıların yeşerdiği iklim…

Kırım, malûm olduğu üzere Karadeniz’in kuzey tarafına düşen bir yarımada da yer alır. Bu 26.200 km2 alanın tarih macerasına bakarsak birçok devletin, Kırım’ı tahakkümü altına aldığını görürüz. 15. asırda Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ise Osmanlı topraklarına dâhil edilir. Kırım’ın fethiyle Karadeniz bir Türk gölü hâline gelmiştir. Bu sayede Karadeniz’deki Ceneviz üstünlüğüne son verilerek İpek Yolu’nun denetimi tamamen Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir. Kırım’ın, devlet yapısındaki konumu oldukça farklıydı. Hanlık ile yönetiliyordu ve Ömer Besim’in mısralarında övdüğü gibi savaş zamanlarında Osmanlı’ya askerî anlamda büyük bir destek sağlıyordu:

Lutf-ı Hak mazharı (…) Hân-ı Kırım,
Menba‘-ı cûd u atâ mâden-i eltâf u kerem…

“Hakk’ın lütuflarına mazhar olan Kırım hanı. Cömertlik ve ihsan kaynağı, iyilikler ve cömertlik madenidir.”

Kırım’ın siyasî sahada olduğu kadar edebî sahada da büyük bir yeri vardı. Millet-i hâkimenin tebaası içerisinde farklı oluşu edebiyatına da aksetmişti. «Hanlık Dönemi» adını verdiğimiz Kırım edebiyatının bu ilk dönemi, Osmanlı’ya paralel olarak klâsik şiir anlayışı dairesinde eserler veriyordu. Nasıl ki Osmanlı’nın otuz altı padişahından yirmi yedisi dîvan sahibi idiyse idarede bulunan Giraylar da birer dîvan sahibiydi. Tarihte hükümdarlarının tamamı şair olan böyle bir devlet daha yoktur. Bu Kırım hanları içerisinde öyle biri vardır ki mücâhidliğini kalemiyle tamamlamış cihangir ruhlu bir kahramandır. Mûsıkîde de kendisine bir yer edinmiş olan bu şair «Bora» unvanıyla taltif edilmiş Gazi Giray Han’dan başkası değildir. (ö. 1607) Kendisinin şu gazeli onun kimliğini ortaya koymaya kâfîdir:

Râyete meylederiz kāmet-i dil-cû yerine…
Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine…

Heves-i tîr u keman çıkmadı dilden aslā,
Nâvek-i gamze-i dil-dûz ile ebrû yerine…

Süreriz tîğimizin zevk u safâsın her dem,
Sîm-tenlerle olan lezzet-i pehlû yerine…

Gerden-i tevsen-i zîbâda kutâs-i dil-bend
Bağladı gönlümüzü zülf ile gîsû yerine…

Severiz, esb-i hüner-mend-i sabâ reftârı,
Bir perî-şekl sanem bir gözü âhû yerine…

Gönlümüz şâhid-i zîbâ-yı cihâda verdik,
Dilber-i mâh-ruh u yâr-ı perî-rû yerine…

Seferin cevri çok ümmîd-i vefâ ile velî,
Olduk âşüftesi bir şûh-ı cefâ-cû yerine…

Olmuşuz cân ile billâhi Gazâyî teşne,
Kanını düşmen-i dînin, içeriz sû yerine!..

“Gönül alıcı (sevgilinin) endamı yerine bayrağı tercih ederiz. Hoş kokulu kâkül yerine tuğa gönül vermişiz.

Sevgilinin kaşları ve gönle saplanan kirpikleri yerine, bizim gönlümüzden yay ve ok sevgisi asla çıkmadı.

Gümüş tenlilerle olan zevk ve sefânın yerine, her zaman kılıcımızın zevk ve sefâsını süreriz.

Bizi, sevgilinin saç ve kâkülü yerine güzel bir atın yelesi bağladı.

Peri yüzlü, ceylân gözlü güzelden çok; rüzgâr kanatlı hünerli atı severiz.

Gönlümüzü peri yüzlü, ay yanaklı sevgili yerine cihâdın gösterişli güzeline verdik.

Vefâ ümidi ile seferin zahmeti çoktur ama biz cefâ veren şuh bir güzel yerine ona vurulduk.

Ey Gazâyî, içimiz yanıyor, susamışız; onun için su yerine din düşmanının kanını içeriz…”

Böyle bir kalem ve kılıç ustasını yetiştiren Kırım, 18. asırda hem siyasî hem edebî sahada hayli gerilemiştir. 18. asır illet Moskof’un emelleri için Kırım’ın kanını emmeye başladığı dönemdir. Aslında Kırım’ın kaderi, Osmanlı ile aynı olmuştur. Kırım’ın da talihi 1683 tarihli Viyana Kuşatması ile birlikte ters dönmüştür. Bu tarihten sonra Ruslar yavaş yavaş Kırım’a yaklaşmaya başlamış ve 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile önce onu bağımsız bir devlet hâline getirmiştir. Bugün üzerimizde oynanan oyunlara ne kadar da benziyor. “Tarih tekerrürden ibarettir.” dememişler boşuna… Dikkat edelim bu tarihten 3 yıl gibi kısa bir süre sonra tahta çıkan Şahin Giray tam bir Rus sempatizanıdır.

Velhâsıl bazı siyasî hâdiselerin nihayetinde 1783 senesinde Ruslar, Kırım’ı işgal ederler. Bu olay Osmanlı cephesinde derin bir ıstırapla karşılanır. Zira o zamana kadar nüfusunun tamamı Türk ve müslüman olan bir toprak elden çıkmamıştı. Sünbülzâde Vehbî, bu hazin manzara karşısında kalemini tutamayıp suçu Kırım halkına yüklemiştir:

Kırım halkı eder ol dûzahı öyle tatayyur kim,
Kef-i küffâra verdi öyle mülk-i cennet-âsârı.

Ancak biliyoruz ki Osmanlı’nın da bu işte vebali büyüktü. Devlet, eski gücünde olamadığından bu sahne karşısında izleyici koltuğuna oturmaktan başka bir şey yapamamıştır. Ancak daha sonraları Kırım’ı alabilmek için Osmanlı çok çabalamıştır. Şairleri de bu dâvâya kalemleriyle destek olmuştur. (Bkz. İlyas KAYAOKAY, “Dîvân Şiirine Rus Taarruzu” Yüzakı, Sa: 94)

Hem mühim bir bestekâr hem de güçlü bir şair olan İlhâmî mahlâslı Sultan Üçüncü Selim’in; Kırım’ın nâ-mahrem ellerde kalmasından dolayı üzüntüsünü şu mısralarla dile getirdiği görülür:

Egerçi sihr eder İslâm’a kâfir,
Bize de ism-i a‘zam işte hâzır,
Esîr edip nice Tâtârı bir bir,
Kırım küffârda kalsın mı böyle?!.

Hele Osmanlı’yı cenge salayım,
O kâfir düşmana sâtûr çalayım,
Varıp kâfirden intikām alayım,
Gözüm açık benim kalsın mı böyle?!.

1853 senesinde Kırım Harbi başlamıştır. İki yıldan fazla süren savaşta, müttefik devletlerin büyük bir rolü olmuş ve savaşı Osmanlı’nın lehine sonuçlandırmışlardır. Bu durumu, şairlerimiz de sevinçle karşılarlar. Fethin tarihini yazmak da Musa Kâzım Paşa’ya düşmüştür. Şair; “Düvel-i Müttefika Tarafından Kırım’ın İstîlâ Tarihidir.” başlıklı şu şiirini yazar:

Güvenüp kuvvetine devlet-i Rûs-ı menhûs,
Zu’m iderken iki-üç devlet ile başa çıka;

Çıktı baştanbaşa aktâr-ı Kırım destinden,
Başladı kaçmağa ârâmgehin yaka yıka…

Üştü zünbûr-ı belâ-veş başına Avrupalı,
Sanki doldu mütevellî evine mürtezika…

Hazret-i Hân Mecîd’ün şeref-i tâlihidür,
Rûs kendin bulamaz bir dahi bâ-kavl-i sika…

Ömrün efzûn ide Allâh, Reşid Paşa’nın,
O sebeptir bu işe, hak bu, değil politika…

Dedi târîhini Kâzım çıkarıp «Mençikof»u,
«Aldı himmetle Kırım’ı düvel-i müttefika»… (1271/1854-55)

“Uğursuz Rus devleti kendi kuvvetine güvenip iki-üç devlet ile başa çıkacağını iddia ederken Kırım tarafları baştanbaşa elinden çıktı. Ülkenin güzel yerlerini yaka yıka kaçmaya başladı. Avrupalılar, belâlı eşek arısı gibi başına üşüştüler. Sanki bir vakfın idarecisinin evini maaş alacaklılar doldurdu. Mecid Han Hazretleri’nin talihinin şerefidir ki güvenilir görüşlere göre, Rus bir daha kendine gelemez. Allah, Reşid Paşa’nın ömrünü uzatsın. Bu işe o sebep olmuştur. Bu yaptığı politika değildir, gerçektir. Musa Kâzım; «Mençikof»u çıkararak tarihini söyledi: “Müttefik devletler Kırım’ı gayretle aldı.”

Mençikof, Çar Nikola’nın gönderdiği elçidir. «Mukaddes Yerler Meselesi»nde Sultan Abdülmecid’e baskı yapmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Zaten niyeti savaş çıkarmaktı. Daha sonra istediğini alamayınca geri dönmüştür. Emin Hilmi de Rusların avucunu yaladığını ve bu savaşta istediğini alamadığını anlatır:

Görmeyip kîse-i ikdâmda nakd-i emelin,
Âkıbet çekti adüv ceyb-i hayâtından elin…
Büktü teshîr-i Kırım mes’elesi, hayli belin,
Rû-siyeh Rûsya’nın bozdu cünûd-ı hiyelin,
Dâne-i humbara-i nâire-zâ-yı devlet…

“Gayret ve çalışma kesesinde ümit parasını görmeyip, düşman sonunda hayat cebinden elini çekti. Kırım’ı ele geçirme meselesi hayli belini büktü yani zor oldu. Devletin ateş saçan bomba taneleri, yüzü siyah Rusya’nın askerlerinin oyunlarını bozdu.”

Tabiî sonraki dönemlerde Ruslar Kırım’ı yerle bir edecektir. Plânlı ve programlı bir şekilde hazırlanan bu istîlâ hareketleri neticesinde milyonlarca Kırımlı vatanından koparılarak göç ettirilir. Bu toprakların yüzü 20. asrın ikinci yarısına kadar bir daha gülmez. Bu felâketin enkazından doğan Cengiz DAĞCI, sadece Kırım’ın değil bütün Türk edebiyatının zirve isimlerinden biridir. Yazdığı romanlarda Rusların neler yaptıkları anlatılır. Bu romanlardan biri de; «Onlar da İnsandı» romanıdır. Roman, yazarın kendi köyünde geçmektedir. Bu köy vasıtasıyla, Kırım’ın Ruslar tarafından nasıl ele geçirildiği, nasıl Ruslaştırıldığı anlatılır. Eserinde pek çok milletin bir arada yaşadığı topraklarda yaşanan eziyetler ve zulümler anlatılmıştır. Bu romanın sonunda yer alan şu cümleler, her zaman yüreğimde ayrı bir yer edinmiştir:

“Evet onlar da insanlar… Pavlenkolar, İvanlar, Kostüyükler, Vasil Dimitroviçler, Stepanlar belki bunu gülünç görecekler; ama nasıl görürlerse görsünler ben eserimi tekrar sakin bir duâ ile bitirmek istiyorum. Romanımı kapatırken;

«Tanrım!» diyorum; «Onlar da insan, acı onlara… Kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları!..»”