İLGİLENMEK VE BİLGİLENMEK

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Allah Teâlâ Hazretleri; neyi nasıl isteyip neyi nasıl emrettiyse, o öyle olmalıydı şüphesiz. Aynı şekilde Peygamberimiz -aleyhisselâm-; Allâh’ın emirlerini ve yasaklarını nasıl anlattıysa, öyle anlatılmalı ki istenilen sonucu elde edebilelim.

İnsanları düştükleri uçurumdan kurtarmak için yapılacak çağrı; çok önemli olmakla birlikte, çağrı yeri ve zamanı da çok önemlidir. İşte bunun için Peygamberimiz -aleyhisselâm-, ilk önce kendi evini seçmiş ve Mekke’nin önde gelenlerini yemeğe davet etmişti. Hem de iki defa üst üste!

Bu sahnede; evdekilerin asil duruşları, çok ciddî bir şekilde çıkıyor önümüze. Anneler ve Hanımlar Sultanı Hazret-i Hatice, sevgili kızlarıyla beraber; ellerinden gelenin üstünde bir gayret sarf etmişlerdi. Gül Aile’nin Gül Kızları, hareket ve davranışlarıyla ayrı bir örneklik teşkil ediyorlar, sevgili annelerine sürekli yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Daha doğrusu yardımcı olmanın da ötesinde bir davranış sergiliyorlardı. Evlerine ve ailelerine çok değer verdikleri için, evleri ve aileleri için bir şeyler yapmanın gayreti içindeydiler.

“Şunu yap!”, “Bunu yap!” demeye gerek yoktu. Ne yapılması gerekiyorsa biliyor ve de görüyorlardı. Bunun için de yapılması gerekeni, yerinde ve zamanında yapıyorlardı. Oysa öyle çocuklar vardı ki, kendi işlerini bile yapmazlardı. Ev işlerinde üzerlerine düşen görevleri hiç düşünmedikleri gibi, sürekli iş çıkarırlardı. Gül Kızlar’ı örnek alanlar Gül Kızlar gibi olmaya çalışırlardı öyle ya…

Peygamber babalarının, Mekke’nin önde gelenlerini yemeğe davet edip, mesajını açıkladığında, hemen inanacaklarını beklerken öyle olmadığını gören Gül Kızlar; bütün bu olanlara çok şaşırmış, koca adamların İslâm’ın güzelliğini anlayamamaları karşısında çok üzülmüşlerdi! Buna karşılık; o günlerde ancak 13-14 yaşlarında olan Hazret-i Ali’nin; “Ey Allâh’ın Rasûlü! Sana ben inanır ve ben yardımcı olurum!” sözleri, hepsinin çok hoşuna gitmişti. 2

Bunların tahlillerini de iyi yapmak gerekiyor. Beklediğimiz sonuç, beklediğimiz gibi çıkmazsa çok üzülürüz. Olması gerektiği gibi olduğunda da normal karşılar, hattâ seviniriz.

Bu durum, aslında duyarlı veya duyarsız olmanın bir sonucudur. Bir şeye ciddî anlamda ilgi duymanın veya ilgisiz kalmanın sonucu da olur. Değer kavramı ile de açıklanabilir bu. Kim neye ne kadar değer veriyorsa, onunla o kadar ilgilenir.

Bizim ilgilerimiz ve bilgilerimiz nelerdir?

Olaylar karşısında duyarlı mıyız, duyarsız mı?

Ciddîye alınması gereken şeyleri ciddîye alıyor muyuz, almıyor muyuz?

Değerli şeylere yeterince değer veriyor muyuz, vermiyor muyuz?

Bizim evlerimizde neye çağrı yapılmaktadır?

Biz ne ile zaman öldürüyoruz, ya da zamanı nasıl değerlendiriyoruz?

Müslüman zamanını asla öldürmez. Zaman öldürenlere zaman katili derler. Her zaman, kendi zamanında değerlendirilmelidir. Hem de en iyi bir şekilde…

Evdeki çağrı üzerinden birkaç gün geçtikten sonra Peygamberimiz -aleyhisselâm-, bu sefer de bütün Mekke halkına Safâ Tepesi’nden seslenmişti. Bütün kabîlelere ayrı ayrı hitap edip, hepsinin sonucunu aynı cümle ile bağlamıştı:

“–Vallâhi sizler, inanıp sâlih amel işlemedikçe, âhirette sizin için yapabileceğim hiçbir şey yoktur!” 3

Bu ne dehşetli ikaz ve bu ne dehşetli bir uyarıydı böyle… Mekke halkıyla beraber, Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- da oradaydı. Annesi ve ablaları gelememişlerdi. Babasının böylesine dehşetli uyarısıyla, tir tir titredi Hazret-i Fâtıma!

İnanıp güzel işler yapmak! Bütün mesele buradaydı. İnanıp güzel işler yapmadıkça; hiçbir insan, cehennem ateşinden kurtulamıyordu. Kimin oğlu, kızı, torunu olursa olsun…

Fâtımatü’z-Zehrâ -radıyallâhu anhâ-; babasının anlattıklarını zihninde yoğurup şekillendirmeye çalışırken, Ebû Leheb’in korkunç çıkışı ve sataşmasıyla bütün düşünceleri dağıldığı gibi, neredeyse şoka girecekti!

Her şeyin başı îmân idi. İnanmak ve güzel işler yapmak. Yani îman ve amel. İnanmak ve îmânının gereğini yapmak; buydu her şeyin başı. İyi de neden anlamamışlardı?

İyi de bunca insan durup, büyük bir dikkatle dinlerken, Ebû Leheb neden böyle yapmıştı ki? Öz amcası böyle yaparsa, başkaları ne yapmazlardı! Peygamber babasının işi gerçekten de çok zordu! Bu düşünceler içinde evine döndü…

Hep beraber oturmuşlar güzel güzel sohbet ediyorlardı. Hazret-i Fâtıma’yı böyle üzgün ve sararmış bir hâlde görünce, büyük bir merakla ne olup bittiğini anlamaya çalıştılar…

Anneler sultanı, gül kızının ipek saçlarını okşayıp sordu sebebini. O da, Safâ Tepesi’nde olan biteni anlattı. Sonra da şöyle bitirdi sözlerini:

«–Kimse kimseyi Allâh’ın azabından, cehennem ateşinden kurtaramaz!» dedi babam. Bu kimse, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Fâtıma bile olsa. Hattâ halası Safiye bile olsa. Hiç kimse, kimseyi kurtaramaz!

–Bizi korkutuyorsun ey Fâtıma!

–Tabiî ki korkmak lâzım ablacığım. Fakat bizler için korku yoktur!

–Bilmece gibi konuşuyorsun güzel kardeşim.

–Bütün incelik burada; bizler inandığımız için korku yok bize. Fakat Ebû Leheb’in yaptığına ne demeli?

–Ebû Leheb ha!

Böyle iç geçiren Anneler Sultanı, Rukiye ile Ümmü Gülsüm’e baktı. Gül yürekler, yanıp kavrularak aynı şeyi düşünüyorlardı. Çünkü bu iki gonca gül, Ebû Leheb’in oğullarından Utbe ile Uteybe’ye nişanlı idiler. Düğünleri yapılacaktı ileride…

–Üzülme anneciğim! Sizler de üzülmeyin ablalarım! İnanıp amel edenlere korku yoktur! 4

Safâ Tepesi’ndeki çağrı, çok ciddî sonuç vermemişti. Ama herkese açık ilk ciddî çağrı yapılmıştı! Safâ Tepesi’nde yapılan uyarı o kadar dehşetli idi ki, daha küçük yaşlarda olduğu hâlde Hazret-i Fâtıma’nın bile tir tir titrediğini görüyoruz! Bizi de titretiyor mu acaba? Ne anlatıyor bu bize? Daha doğrusu bir şeyler anlatıyor mu?

Bir de şu var; anlatılan, duyurulan ya da ikaz edilen konu ile ilgi ve alâkamız ne kadar acaba? Veya bize mi anlatılıyor, yoksa başkalarına mı? Bizi ne kadar ilgilendiriyor. Ya da bizi ilgilendirmiyor mu hiç?

Hazret-i Fâtıma; ilgilendiği için bilgilenmiş, sonra da babasının anlattıklarını zihninde yoğurup şekillendirmeye çalışarak evine dönmüştü. Biz evlerimize ne ile dönüyoruz acaba?

Konuyu evine taşıyıp, evdekileri doğru ve detaylı bir şekilde bilgilendirdikten sonra, yaptığı açıklama tarihe altın harflerle kazınacak kadar değerlidir:

“Bütün incelik burada; bizler inandığımız için korku yok bize. Dedim ya, inananlar için korku yoktur!” 5

Peygamber Efendimiz’in bu çağrısı bizim için ne ifade ediyor acaba?

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-…
__________________

1 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 200.
2 Ebu’l-Ferec, el-Vefâ, c. 1, s. 183.
3 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 2, s. 60.
4 İbnü Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megāzî ve’s-Siyer, c. 3, s. 234.
5 Şâmî, es-Sübûlü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd fî Sîreti Hayri’l-İbâd, c. 1, s. 358.