FARKLI KİŞİLİK TİPLERİYLE GEÇİNME YOLLARI -1-
YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com
İnsanlar arası yaşanan bunca geçimsizliklerin, anlaşmazlıkların, çatışmaların müsebbibi; kişiliksiz olan insanlar değillerdir. Aslında «kişiliksiz» sözünün ilmî bir gerçekliği de yoktur, zira öyle ya da böyle hepimizin bir kişiliği vardır. Hastalık seviyesindeki kişilik bozuklukları ise zaten toplumda çok az görülür ve onlar konumuzun dışındadır. Farklı fizikî özelliklerimiz, farklı bedenlerimiz gibi kişiliklerimiz de farklıdır. Nasıl bedenî yönümüz fizikimizle var oluyorsa, rûhî yönümüz de kişiliğimizle var olur.
Boy, kilo, saç-kaş-ten rengi; duruşumuz ve yürüyüşümüzün şekillenmesinde; genetikten yeme, uyuma alışkanlıklarına kadar birçok sebep etkili olduğu gibi; kişiliklerimizin oluşumunda da genetikten yetiştiriliş tarzına; mâruz kaldığımız çevreden gelen faktörlere kadar, çok farklı sebepler etkili olur. İnsanları zayıflar-kilolular, kısalar-uzunlar, esmerler-beyazlar gibi fizikî özelliklere göre sınıflara ayırmak kolayken; kişilik özelliklerine göre sınıflama yapmak ve kişilik tipini belirlemek çok daha karmaşık ve zordur. Fakat belli kişilik özelliklerini gösteren belli kişilik tiplerini tanıyarak bu kişilik yapılarına göre davranmayı öğrenmek, geçimsizlikleri ve anlaşmazlıkları asgarî seviyeye indirmede faydalı olacaktır. Taşıyabileceğimiz kişilik özelliklerini, bir uçtan diğer uca tanımak ve bu özellikler karşısında nasıl davranmamız gerektiğini bilmek, insanlarla geçinme konusunda önem arz eder. Şimdi toplumda en çok görülen ve en çok sıkıntı yaşatan kişilik tiplerini ve bunlar karşısında takınmamız gereken tavırları özet olarak ele alalım.
Sürekli kanunları ihlâl eden, yalancılığı, dolandırıcılığı hayatının rutini hâline getirmiş, empati kurmaktan mahrum, geleceği düşünmeyen, sürekli dürtüleri doğrultusunda davrananlar, hattâ gözünü kırpmadan çeşitli cinayetler işleyen vicdan yoksunları; psikopatik kişilik bozukluğunu gösterirler ki bunlar konumuzun dışındadır. Lâkin bir de psikopatik kişilik tipleri vardır ki bunlarla geçinmek ve ilişki kurmak hiç de kolay değildir;
“Yasalar çiğnenmek içindir…”,
“Kırmızı ışıkta niye durayım?!.”,
“Sırada bin kişi vardı, bir yolunu buldum öne geçtim…”,
“Ben yaptım oldu!..”,
“Sigara içmek yasakmış! Ben içerim arkadaş, rahatsız olan gider!”;
Menfaatleri söz konusu olduğunda;
“Yalandan kim ölmüş.”,
“Damarıma basılırsa fena olurum, ne yapayım asabîyim ben!”,
“Güvenlik kuralları mı? Onlar sıradan insanlar için…”;
Bir sorumluluk verildiğinde savsaklayarak;
“N’olacak canım hallederiz.” gibi cümleler psikopatik kişilik tiplerinden sık sık duyulan cümlelerdir.
Kuralları, kanunları çiğneyerek kısa yoldan büyük kazançlar elde etmeye çalışırken, bizi de yanlarına çekmek isteyen bu tip insanlar karşısında; onlara, yapılan işin ne kadar tehlikeli olduğundan bahsetmek, boşa kürek çekmektir. «Korkak, pısırık» gibi nitelemelerle bizi gaza getirmeye çalışan bu tipler karşısında son derece kararlı bir şekilde; “Evet korkuyorum, daha önce bu tip olaylar karşısında yakalananları da biliyorum, o yüzden ben bu işte yokum.” diyebilmek daha sonraki pişmanlıkları önleyecektir. Trafik kurallarını ihlâl eden bu tiplerle yolculuk etmek zorundaysak; “Korkuyorum, eğer böyle devam edersen seninle yolculuğa devam edemem.” demeyi ve hâlâ ihlâl varsa arabayı terk etmeyi göze alabilmeliyiz.
Sıranın önüne geçen birini de kibarca uyarmaktan başka yapılacak bir şey yok gibidir. Zira beş dakika fazla beklemek yerine çıkan kavgaya dâhil olmak çok daha kötü sonuçlar doğuracaktır. Çünkü bu tipler, konunun odak noktasını değiştirerek kavga çıkarıp karşısındakini suça dâhil etmekte çok mahirdirler.
Sigara içerek, gürültü yaparak, küfürlü konuşarak biz yokmuşçasına davranan bir kişi karşısında tepki göstermek de pek bir işe yaramayacaktır. Onun asıl vermek istediği mesaj; “Ben varım, ben buradayım!”dır. Böyle bir durumda bu kişiyi tanımıyorsak, o ortamdan uzaklaşmak en doğrusudur. Tanıyorsak; onun dikkatini başka konulara çekecek ve onun herhangi bir konudaki fikirlerini merak edecek diyaloglar, ona kendisinin var olduğunu ve önemli olduğunu hissettirecektir.
Söylediği yalanlarla kendilerine acındırarak, menfaat temin elde etmeye çalışan bu tipler karşısında yapılacak en iyi şey; onların yalanlarına inanmadığımızı bir şekilde onlara hissettirmektir. Bir arzusu yerine gelmediğinde ya da engellendiğinde öfkelenerek karşılık veren bu tipler karşısında; «Olmaz!» demek yerine; «Olur ama bugün değil…», «Olur ama şu şartlar gerekli…» gibi kelime oyunlarına başvurmak yararlı olabilir.
“Hallederiiiz” gibi cümlelerle sürekli sorumluluklarını savsaklayanlara karşı etkili olmak zordur. Bunun yerine onların hayatlarında değer verdikleri birilerinden -ki mutlaka vardır- yardım istemek daha mantıklı görünür. Bu kişiliklerin ikna yetenekleri çok güçlü olabilir ve ikna edecekleri konu hakkındaki olumsuzlukları hem kendi gözlerinde hem de bizim gözümüzde küçümsetecek bir kabiliyete sahiptirler. Bu yüzden onlarla iş yapmamız gereken herhangi bir ortaklıkta, resmî ve hukukî sözleşmeler yapmaya özen göstermek gerekir.
Doktor doktor dolaşıp kendisinde önemli bir hastalık olduğunu düşünen ya da sürekli gergin, kaygıları yüzünden ilişkileri ve günlük işleri etkilenen bir kişi psikiyatride hipokondriyazis ya da anksiyete bozukluğu ile teşhis edilebilir ki bunların kişilikleri bozuk değildir. Kaygılılar diye kişilik bozukluğu da yoktur, kaygılı kişilik tipleri vardır ki toplumumuzda en çok görünen kişilik tipidir;
“Kanser olursam, imtihanı geçemezsem, lâstik patlarsa… ben ne yaparım?!.”,
“Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim!”,
“Her türlü terslik gelir beni bulur!”,
“Kesin bu seferki çok ciddî bir hastalık; erken teşhis hayat kurtarır acele etmeliyim!”,
“Ya ona kötü bir şey olursa!”,
“Ben demiştim işte korktuğum başıma geldi!..”,
“Aman aman her taraf tehlike!..” gibi sarf ettikleri cümlelerle de kaygılı tipleri tanımak çok kolaydır.
Herhangi bir olumsuzluk karşısında; «Ben ne yaparım?» diyen kaygılılar, aslında gerçekten böyle durumlarda ne yapacaklarını bilememektedirler. Bu yüzden onlara açık açık ne yapacağını söylemek, bazen gerçekten etkili olabilir. Onlara; «Hiçbir şey olmaz!» diyerek onları dinlemediğimizi belirten tozpembe bir tablo çizmek yerine adım adım kaygılarını dinleyerek baş etme mekanizmaları geliştirmelerine yardımcı olmak daha çok işe yarar. Kaygılanacak başka bir şey yokmuşçasına bizim için kaygılanıp duran yakınımız için, kaygılanabileceği birtakım meşgaleler bulmak her zaman olmasa da bize rahat nefes aldırabilir. Kendilerine bir felâket geleceği beklentisi içinde olan kaygılıları ikna etme çabaları işe yaramaz; zaten bu tipler de bizim işimize karışmazlar. Onların bu aşırı tedbirciliği bazen bizim işimize yarayabilir ve daha tedbirli olmayı öğrenebiliriz. Fakat endişesi kendisi için değil de bizim için ise onların felâket senaryolarının gerçekçi olup olmadığı üzerinde konuşup tartışabiliriz. Ve bir de; «Ben seni yolda ararım, yanımda zaten arkadaşım var, saat altıdan önce gelirim.» gibi onları rahatlatacak bir iki hamleyle onlarla geçinmeyi kolaylaştırabiliriz. Sürekli hastalık hikâyelerinden bıktığımız bir yakınımıza; «Ben de kaygılanıyorum ama sürekli bunlardan bahsetmesen!» ya da; «Gördün mü bak, doktor da sende hiç bir şey bulmamış…» demek işe yarayabilir. Haklı çıktıkları durumlarda ise sürekli kötü ihtimalleri dile getiren birinin, arada bir haklı çıkmasının normal olduğunu ama bunun onu iyi bir tahminci yapmadığını söylemek, onun kaygısını pekiştirmenin önüne geçecektir. Her tarafın tehlike dolu olduğunu düşünen yakınımıza, dünyanın güzel taraflarını da göstermeye çalışmak, boynumuzun borcudur; hattâ böylelerine, onları karamsarlığa düşürmemek adına, haberleri izlememesini bile tavsiye edebiliriz. Kararında kaygının hayatımıza katkı yaptığını, fazlasının ise kendimize ve etrafımızdakilere hayatı çekilmez kıldığını unutmamak gerekir.
Kendilerini hemen hemen her yönden aşırı beğenen, üst seviyede insanlarla muhatap olmaları gerektiğini düşünen, özel hak ve yetkilerinin olmasını talep eden, kendilerine yapılan iyiliği hak ettiklerini düşündükleri için asla minnet duymayan, empati kurmayı bilemeyen, karşısındakini zor duruma düşürdüklerinde üzüntü duymayan, çünkü kendilerinde bir yanlış görmeyen, hattâ sahip olmak istediklerini başkalarında görünce dayanamayıp o kişilere çamur atan, kıskançlıktan öfkelenen narsistik kişilik bozukluğundan da bahsetmeyeceğiz. Narsistik kişilik tipi dediğimiz kendini beğenmişler, konumuzla alâkalı olan gruptur;
“Aklımı seveyim!”,
“Ben neymişim be abi!”,
“Var mı benim gibisi, elimi sallasam ellisi!..”,
“Benim gibisini zor bulursun!”,
“Benim yerim aslında burası değil, ben başka âlemlerin adamıyım!..”,
“Daha fazla yetki, daha fazla güç; ben bunu hak ediyorum!..”,
“Kesinlikle şöyle şöyle yapman gerekir.”,
“Beni dinleseydi, ben demedim mi?” gibi cümleler narsistik tiplerin sarf ettiklerinden bazılarıdır.
«Evet çok akıllısın/beceriklisin/güzelsin» gibi ifadeler kendilerine vurgu yapıp duran ve bu yüzden rahatsızlık veren narsistlerle geçimi kolaylaştıracaktır fakat maksat ona biraz yardımcı olmaksa; bir çeşit savunma mekanizması olarak geliştirdiği kendinden dem vurmaların altında yatan eksik yönünü keşfetmek, çok da zor olmayacaktır; «Güzelliğin/aklın şu şu insanî yönünle birleşince daha anlamlı oluyor.» demek işe yarayabilir.
Onların kendilerini övmesini dinleyip onaylamak bu davranışlarını pekiştirir. Bunun yerine konuyu değiştirmek veya; «Başka âlemlerin adamı olman için elimizden bir şey gelmiyor, sadece önündeki işi iyi yapman gerekiyor.» şeklinde yaklaşmak iyi gelebilir.
Daha fazla yetki ve gücü hak ettiğini düşünen lider, karizmatik tipli kendini beğenmişlerin gücünü tanımak fakat konuşmak gerektiğinde; olumlu taraflarıyla konuşmaya başlayıp işin içine biraz da espri katarak eleştirilerimizi yapmak, en mantıklısı gibi gözükmektedir. Aksi takdirde bu tipler, etrafından bizi uzaklaştıracaktır. Her konuda akıl vermesinden şikâyetçi olduklarımızın yanında, her konuyu açmayız. Onları dinlemedikleri için, birilerinin başına gelen olumsuzluğu anlatmaktaki ve birilerini eleştirmekteki gayeleri, aslında kendi üstün akıllarının reklâmını yapmak olan bu tipteki insanların eleştirilerini sabırla dinlemekten ve cevap vermek zorunda olmadığımızı bilmekten başka bir şey de yok gibi görünmektedir.
Şimdi de başkalarının davranışlarını kötü niyetli olarak yorumlayıp sürekli bir şüphecilik ve güvensizlik hâli gösteren paranoid kişilik bozukluğundan değil, toplumda daha çok görülen şüphecilerden bahsedeceğiz.
“İnsan, insanın kurdudur.”,
“Babana bile güvenmeyeceksin.”,
“Arkamdan iş çeviriyorlar!”,
“Gözden düşürmek için dedikodumu yapıyorlar.”,
“Herkes bana düşman!..”,
“Aldatılıyor muyum?”,
“Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor.” gibi cümleleri sarf eden şüpheciler, bazen insanı çileden çıkarabilirler.
Şüphecilerin en büyük eksikliği, başkalarına güven duymayı başaramamalarıdır. Bu eksikliği kabul edip onarmak yerine, şüphelerine dayanak arayarak ispatlamaya çalışır dururlar. Bu sebeple onların karşısında tutarlı olmak çok önem arz eder. Haddinden fazla çaba göstermek ise onlar tarafından «kandırmaya çalışmak» olarak yorumlanabilir. İlişkilerde onların şüphelerini kışkırtmayacak kadar mesafeli olmak gerekir. «Bunu tartışmaya bile gerek duymuyorum.» gibi ifadelerle onlarla tartışma ortamlarından uzak durmamız, haklılıklarını kabul ettirene kadar uğraşmalarının önüne geçecektir. Onlar anlatmadıkça onların özel hayatlarıyla ilgili sorular sormak, onlarda şüphe uyandırabilir;
“Bu olaydan böyle bir sonuç çıkarabileceğini düşünmemiştim fakat şöyle de düşünemez miyiz?”,
“Bir şey söylemek istediğimde, bunu baş başa iken sana açıkça söyleyebilirim, davranışlarımdan anlamlar çıkarmana gerek yok…” diyebiliriz.
“Sen de ben de dâhil her insanın içinden kötü şeyler geçebilir, herkes arkadan iş çevirmek, dedikodu yapmak isteyebilir; anormal olan, bu şeytanca isteklerin fiile dökülmesidir. Karşımızdaki kişinin somut bir davranışı olmadıkça, onu suçlayamayız; sana da bana da böyle yapılmasını istemeyiz”.
-Allah esirgeye- eşimizi aldatmakla suçlandığımız durumlarda ise sert tepkilerle cevap vermek yerine, sakin ve sabırlı olmak daha sonuç odaklı olacaktır. Sorduğu sorulara açık ve tutarlı cevaplar verip kenara çekilmek gerekir. «Bana bunu nasıl söylersin?!.» gibi sert tepkiler vermek işe yaramayacaktır. Çünkü onlar genelde bu suçlamaların ne kadar ağır olduğunun farkında değillerdir. Öfkesi geçince tüm bunları sevgisinin ifadesi olarak gördüğümüzü, fakat sevgisini başka türlü de görmek istediğimizi söyleyebiliriz. Zira onun meselesi; bizimle değil, kendisiyledir. Bir türlü güven duymayı beceremiyordur.
Şüphecilerin anlattıklarına kendimizi birazcık kaptıracak olsak; bütün insanların kötü niyetli olduklarına, hiçbir insanın diğeri için iyilik yapmayacağına, yaparsa da menfaat ya da karşılık için yapacağına inanmaya başlayabiliriz. Hâlbuki güvenebileceğimiz insanlar mutlaka vardır.
Not: Bu yazı Prof. Erol GÖKA’nın; «Geçimsizler» kitabından faydalanılarak yazılmıştır. Daha geniş bilgi isteyenlerin bu kitabı okuması tavsiye olunur.