TARTIŞMA

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Peygamberimiz -aleyhisselâm- bir gün Mescid-i Harâm’a girdiği sırada, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Velîd bin Muğîre ve daha birçok kimseler Kâbe-i Muazzama’nın Hatîm denilen yerinde oturuyorlardı.

Onların böyle toplu bir şekilde oturduklarını gören Peygamberimiz de, varıp onların yanına oturarak yine ilâhî mesajları vermeye çalıştı. Sürekli takipte ve tekzipte olan nasipsiz müşrik Nadr bin Hâris de gelip yanlarına oturdu.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- konuşmaya başlayınca, Nadr bin Hâris yine itiraz etti. Peygamberimiz, verdiği cevapla onu susturdu. Sonra da, ona ve oradakilere Enbiyâ Sûresi’nden şu âyetleri okudu:

“Şüphesiz, siz ve Allah’tan başka taptıklarınız cehennem yakıtısınız! Siz hep beraber oraya gireceksiniz! Eğer onlar (tapmakta olduğunuz yalancı tanrılar) gerçekten ilâh olsalardı, oraya girmeyeceklerdi. Onların hepsi (tapan ve tapılanlar) orada temelli olarak kalıcıdırlar! Onların orada (halkları) inim inim inlemektir! Onlar orada da (cehennemin uğultusundan dolayı sağır olup hiçbir şey) işitmeyeceklerdir!” (el-Enbiyâ, 21/98-100)

İki Cihan Güneşi, bu anlamlı âyetleri okuduktan sonra, başka bir şey söylemeden kalkıp gitti.

Bir an donup kalmış olan müşrikler, kendilerine geldiklerinde iş işten geçmişti. Âyetlerin putları aleyhinde okunması hepsinin çok zorlarına gitmişti. Sus-pus olup kalmışlar, ne yapacaklarını bilemez bir hâle gelmişlerdi.

O sırada oraya Abdullah bin Zibârâ geldi. Orada oturanların susup kaldıklarını görünce ne olup bittiğini sordu. Velîd bin Muğîre şöyle cevap verdi:

–Biraz önce, Abdulmuttalib’in oğluna karşı Nadr bin Hâris ne kalkabildi, ne oturabildi. Yani O’na doğru dürüst bir cevap veremedi. O da, bizim taptığımız şu putlarımızın ve bizim cehennem odunu olacağımızı söyledi!

Olan biteni anlatıp, üzüntüsünü dile getirince Abdullah bin Zibârâ çıkıştı:

–Vallâhi, onu bulsaydım, kendisiyle tartışmaya tutuşur ve muhakkak dâvâyı ben kazanırdım! O’na sorun bakalım; “Allah’tan başka, tapılan her şeyle, onlara tapan herkes cehennemde midir? Öyle ise, biz meleklere tapıyoruz. Yahudiler Üzeyr’e tapıyorlar. Hıristiyanlar Meryem oğlu İsa’ya tapıyorlar!” Bunlara ne diyecek bakalım?

Velîd bin Muğîre ile yanında bulunanlar, Abdullah bin Zibârâ’nın sözünü, dayanılacak ve dâvâyı kazandıracak en sağlam bir delil sayarak sevinçlerinden yerlerinde tepinmeye başladılar. Abdullah bin Zibârâ daha da ileri giderek meydan okudu:

–Çağırın onu bana, çağırın gelsin! O’nu nasıl susturacağımı ve dâvâsından nasıl vazgeçireceğimi göreceksiniz!

Peygamberimiz’i susturacaklarına sevinerek hemen koşup çağırdılar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hemen kalkıp geldi. İslâm’ı anlatacak her fırsatı çok iyi değerlendiriyordu çünkü.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile Abdullah bin Zibârâ arasında şöyle bir tartışma geçti:

–Ey Muhammed! Şu kavminden olan adamların bana anlattıkları o acayip şeyleri bunlara Sen mi söyledin?

–Evet!

–Ey Muhammed! Bu söylediğin şey, yalnız bizim ilâhlarımıza mı mahsus; yoksa Allah’tan başkasına tapan herkese mi şâmildir?

–Evet! Allah’tan başkasına tapan herkese şâmildir!

–Şu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine andolsun ki dâvâyı ben kazandım! Meryem oğlu İsa’nın bir peygamber olduğunu söyleyen, onu da, annesini da hayırla anan, öven Sen değil misin? Pekâlâ bilirsin ki hıristiyanlar bu ikisine tapıyorlar!

Üzeyr’e de, meleklere de tapılıyor! Meleklerin sâlih kullar olduğunu, İsa’nın sâlih bir kul olduğunu söyleyen Sen’sin, değil mi? Hâlbuki, şu Benî Müleyh (Müleyh oğulları) meleklere tapıyorlar! Şu hıristiyanlar İsa’ya tapıyorlar! Şu yahudiler de Üzeyr’e tapıyorlar! Yahudiler Üzeyr’e, hıristiyanlar Mesih’e, Müleyh oğulları da meleklere tapıyor değiller mi? Eğer bütün bunlar cehennemde iseler; biz de, ilâhlarımız da, onlarla birlikte bulunmaya râzıyız! Peki, buna ne diyeceksin?

Abdullah bin Zibârâ böyle deyince, oradaki bütün müşrikler çok sevindiler, güldüler, sevinçlerinden deliler gibi tepinip bağrıştılar.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- şöyle buyurdu:

–Her kim, Allah’tan başka kendisine tapılmasını isterse; o, kendisine tapanlarla birliktedir! Çünkü bunu (onlara tapmayı) onlara şeytanlar emretmişlerdir!

Bunun üzerine, inen âyetlerde şöyle buyuruldu:

“Şüphe yok ki, tarafımızdan kendileri hakkında (hâlis îman ve amellerinden dolayı) en güzeli (cennet saâdeti) takdir edilmiş olanlar ise, o ateşten (cehennem ateşinden) uzaklaştırılmıştır. Onun (cehennemin) en ufak sesini bile duymazlar, canlarının çektiği (nimetler) içinde ebedî kalacaklardır.” (el-Enbiyâ, 21/101-102)

Kureyş müşriklerinin meleklere taptıklarını söylemeleri ve meleklerin de Allâh’ın kızları olduğunu iddia etmeleri üzerine, yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:

“«O çok Esirgeyici (Allah), bir evlât edindi.» dediler. O’nun şânı (böyle şeylerden) münezzehtir, uzaktır. Hayır! Onlar (evlât edinildi denilenler) ikrama mazhar kılınmış kullardır. Bunlar (melekler) sözleri ile asla O’nun (Allâh’ın) önüne geçmezler. (Allah emretmedikçe, hiçbir şey söylemezler.) Bunlar O’nun (Allâh’ın) emriyle hareket ederler. Önlerindekini de, arkalarındakini de hep O bilir. Bunlar O’nun rızâsına ermiş olanlardan başkasına şefaat edemezler. Bunlar O’nun (Allâh’ın) korkusundan titreyenlerdir. Bunlardan kim (şeytanın dediği gibi;) «İlâh O değil, benim.» derse, onu derhâl cehennemle cezalandıracağız!” (el-Enbiyâ, 21/26-29)

Abdullah bin Zibârâ’nın, Allah yerine İsa bin Meryem’e de tapıldığını söylemesi, Velîd bin Muğîre ile yanında bulunanların çok hoşlarına gitmiş; bunu, Peygamberimiz ile tartışmalarında kendilerini kazandırıcı bir delil saymışlardı. (Abdullah bin Zibârâ, Mekke Fethi esnasında İslâm’a girecek ve eski yaptıklarına sürekli üzülecekti.)

Yüce Allah; bu hususta indirdiği âyetlerde de, şöyle buyurdu:

“Meryem’in oğlu, bir misal olarak anlatılınca; kavmin bundan (şımarıp kahkahalarla) gülüyorlardı. Dediler ki:

«Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?»

Bunu Sana karşı (bâtıl) bir mücadeleden (tartışmadan) başka (bir maksatla ortaya) atmadılar. Doğrusu, onlar çok düşman (kavgacı) bir kavimdir. O (İsa) Bizim kendisine nimet (peygamberlik) verdiğimiz, İsrâil oğullarına (ibret verici, babasız yaratmak gibi) bir misal yaptığımız bir kuldan başkası değildi. Eğer Biz dileseydik, size bedel olarak, yeryüzünde ardınızda kalacak melekler yaratırdık. Şüphe yok ki, o; Saat’in (kıyâmetin) ilmi, kendisiyle bilinenlerdendir. Artık buna karşı sakın şüpheye düşmeyiniz! Onlara de ki:

«Bana tâbî olunuz! (Sizi davet ettiğim) bu yol, doğru bir yoldur! Sakın sizi şeytan (Hak’tan) çevirmesin! Çünkü o sizin açık bir düşmanınızdır.»

İsa, o apaçık delilleri getirdiği zaman, İsrail oğullarına şöyle demişti:

«Ben size gerçek hikmeti getirdim. Bir de, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerden bazısını da size açıklayayım diye (geldim.) Artık, Allah’tan korkun, bana tâbî olun! Şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Haydi, hepiniz O’na kulluk edin! Doğru yol, budur!»

Sonra, aralarından gruplar (çıktı da) ihtilâfa düştüler. Artık, pek acıklı bir günün azabından vay o zulmedenlere! Onlar kendileri farkında olmayarak başlarına gelecek Saat’ten başkasını mı gözlüyorlar? Dostlar o gün birbirlerine düşmandır. Yalnız takvâ sahipleri müstesnâ!” (ez-Zuhrûf, 43/57-67)

Peygamberler Peygamberi; kendisiyle tartışılmak için değil, O’na îman ve itaat edilmek üzere gönderilmiştir.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-…