İLÂHÎ YÖNTEM

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْتٖ۪يلًا. رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكٖ۪يلًا. وَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاهْجُرْهُمْ هَجْرًا جَمٖ۪يلًا

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…

8. Rabbinin adını an, bütün varlığında O’na yönel.

9. O; doğunun da, batının da Rabbidir, O’ndan başka ilâh yoktur. O hâlde tek dayanağın O olsun.

10. Onların Sen’in için dediklerine sabret, yanlarından güzel bir şekilde ayrıl! (el-Müzzemmil, 73/8-10)

«Allâh’ın adını anmak» demek, sadece belli sayıdaki «zikir» tesbihleri ile O’nun yüce adını tekrarlamak demek değildir. Elbette ki çok önemli bir zikir şekli olan bu zikirlerin yanında, gerçek anlamda «Allâh’ın adını anmak»; dille yapılacak zikir ile birlikte uyanık bir kalbin O’nu anmasıdır. Bunun yanı sıra aynı kalbî duyarlılıkla namaz kılmak ve Kur’ân okumaktır. Âyette geçen «tebettül» kelimesi de, insanın; yüce Allah dışındaki her şeyle ilgisini tamamen kesmesi, bütün varlığı ile Allâh’a yönelerek ibâdete ve zikre dalması, her türlü oyalayıcı ve gönül karıştırıcı yabancı duygudan arınması, tam bir duyarlılıkla Allah ile başbaşa kalması demektir.1

O, bütün yönlerin Rabbidir. O; doğunun da, batının da Rabbidir. O; kendisinden başka ilâh olmayan «Tek»tir. Her şeyden soyutlanıp sırf O’na bağlanmak, aslında şu kâinattaki tek gerçeğe bağlanmaktır. O’na dayanmak, aslında şu kâinattaki tek güce dayanmaktır. Tek olan Allâh’a dayanmak; O’nun birliğine, doğuyu ve batıyı, başka bir deyimle tüm âlemi kapsayan hâkimiyetine inanmanın tabiî sonucudur.

O Sen’in Rabbin, bütün doğunun, batının ve âlemlerin Rabbidir. Âlemde gerek parlayan, gerek sönen her şeyin her hususta Rabbi, yöneticisi, terbiye edicisi, mâliki O’dur. Parlatan O, söndüren de O’dur. Herkes; -gerek bilsin gerek bilmesin- bütün âlem O’nun ilâhlığı altındadır. O’ndan başka ilâh yoktur. Tam bir sevgiyle sevilip, gönül verilecek ve ibâdet edilecek, emrine boyun eğilecek O’ndan başka ilâh yoktur. İbâdet edilecek varlık ancak O’dur. Akılların kavrayabildiği ve kavrayamadığı bütün emellere, arzulara hâkim olan ancak O’dur. Bunun için, ancak O’nu vekil tut, bütün işlerini O’nun görmesini iste! Şuurlu dileklerin hepsinde O’nun emir ve hükmü doğrultusunda yürü, O’na dayan. Ne Sen’in kendinin ne de başkalarının arzusuna göre yürüme. O’nun her hususta irade ve gücü geçerlidir. Oysa O’nun hükmüne uymayan her düşünce ve emel, bâtıl ve geçersizdir. O, Sen’in bütün işlerini iyileştirmeye ve düzeltmeye, Sana düşmanlık edecek olanların hakkından gelmeye yeter.2

Bütün her şeyimizle Allâh’a teslim olacağız. Kültürel yapımızın yanında, kişilik yapımız da Allâh’ın istediği şekilde oluşacak. O’nunla dopdolu olduk mu, bütün herkesle ilişkilerimiz de o nisbette dosdoğru olacak!

Gece ibâdeti ve zikir ile sabır; bu çağrı hareketinin uzun ve sıkıntılı yolu boyunca, kalbi besleyecek olan iki önemli ve birbirinden ayrılmaz azık türüdürler. Bu iki azık türü; bu çağrının hem vicdanların kuytu köşelerine yönelik iç yolculuğu sırasında, hem de çağrının düşmanlarına yönelik dış yolculuğu sırasında, aynı oranda gereklidir. Çünkü her iki yolculuk da aynı derecede zor ve sıkıntılıdır. Bu yüzden Peygamberimiz’e; “Müşriklerin Sen’in için söylediklerine sabret!” direktifi veriliyor. Yani müşriklerin kin ve nefret güdüsü ile Sen’in hakkında söyledikleri bütün çirkin sözleri sabırla karşıla!..

Bunun yanı sıra; “Yanlarından nazik bir şekilde ayrıl!” Yani onları paylama, onlara kızma, onlara küsme, onlara kırıcı karşılıklar verme. Sen’in için söylediklerine sabret, yanlarından nezâketle ayrıl! Bu direktif; bu çağrı hareketinin Mekke dönemine, özellikle de bu dönemin ilk yıllarına ait yöntemini yansıtıyor.3 İşte biz buna, İlâhî Yöntem diyoruz.

Kaba davranışları ve yalanlamaları nezâketle karşılayarak, tartışma ortamından tatlılıkla ayrılmak, Allâh’ı anmanın tabiî sonucu olduğu gibi, sabırlı olmayı gerektirir. Yüce Allah; bütün peygamberlerine ve bu peygamberlere inanan «mü’min» kullarına, ısrarla sabırlı olmayı öğütlemiştir. Sabır; bu ilâhî dâvâyı omuzlayacak kimselerin azığı, cephanesi, kalkanı, silâhı, sığınağı ve korunağıdır. Sabır; nefse karşı, nefsin arzu ve ihtiraslarına karşı, nefsin sapmalarına karşı, nefsin zaaflarına karşı, nefsin yalpalanmalarına karşı, nefsin aceleciliklerine ve umutsuzluklarına, onların yöntemlerine, önlemlerine, komplolarına, eziyetlerine ve baskılarına karşı cihaddır! Genel olarak bütün nefislere karşı cihaddır. Çünkü nefisler bu dâvânın yükümlülüklerinden kaytarmaya, sıyrılmaya çalışırlar; bu dâvânın özü ile bağdaşmayan, onunla çelişen çeşitli kılıklar arkasında saklanmaya girişirler. İslâm insanının, bütün tehlikeler karşısındaki tek azığı sabırdır.

«Hecr-i cemîl», kalben ve fikren onlardan uzak durup yaptıkları işlerde onlara uymamakla beraber, kötülüklerine karşılık vermeye kalkışmayıp hoşgörü, idare ve güzel ahlâk ile güzel bir muhalefet yapmaktır.4 Bu konuda şu örnekleri de unutmamamız lâzım:

“Onun için Sen kendilerine aldırma, onlara öğüt ver!” (en-Nisâ, 4/63)

“Ve cahillerden yüz çevir!” (el-A‘râf, 7/199)

“Onlardan yüz çevir!” (el-En‘âm, 6/68)

“Bizden yana her bakımdan selâmette olunuz. Biz cahillik edenleri aramayız!” (el-Kasas, 28/55)

Onlar ne söylerse söylesinler sen sabret. Güzel bir şekilde onlardan uzaklaş! Yani sizin aleyhinizde lâf eden insana dönüp de cevap yetiştirmeye çalışmayın! Siz iş yapmaya devam edin. Eğer size hakaret eden insanlara lâf yetiştirmeye kalkışacak olursanız, yolda kalırsınız.5

Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi mânevî dünyasına yansıtması ve insanlara tebliğ etmesi için Hazret-i Peygamber’i psikolojik yönden hazırlamaya yönelikti. Bu âyetler ise, mânevî hazırlıkla birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Bunlar; daima Allâh’ı anarak O’ndan yardım istemek; samimî kalp ile O’na yönelmek; O’nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek; inkârcıların kendisi hakkında söyledikleri yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sabırla göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense, onlardan uzaklaşmaktır! Mekke döneminin ilk zamanlarda müşriklerin, Rasûlullâh’a ve yeni müslüman olanlara karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyet-i kerîmede, gittikçe şiddetlenecek olan bu olumsuz davranışlar karşısında Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın takınacağı tavrı belirlemektedir. Buna göre Rasûl-i Ekrem’in gerek üstün ahlâkı, gerekse tebliğ görevi, O’nun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini engelleyecek; dolayısıyla O; korktuğu ve âciz kaldığı için değil, vazifesi gerektirdiği için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. O’nun, bu tür saldırganlardan «uygun bir şekilde uzaklaşması» da, fizikî anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hazret-i Peygamber’in tutumu da burada belirtildiği şekilde olmuştur.6

Peygamberimiz; neyi nasıl yapıp, bize yol yordam gösterdiyse, biz de O’nun yolundan öylece yürüyeceğiz inşâallah…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

________________________

1 Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, c. 10, s. 340.
2 Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’ân Dili, c. 9, s. 440.
3 Kutub, Fî Zilâl, c. 10, s. 340.
4 Elmalılı, Hak Dini, c. 9, s. 440.
5 Mahmut TOPTAŞ, Kur’ân-ı Kerim Şifâ Tefsiri, c. 8, s. 94-95.
6 H. KARAMAN ve Arkadaşları, Kur’ân Yolu, Türkçe Meâl ve Tefsîr; c. 5, s. 9-10.