BİR YIL DAHA BİTERKEN…

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Şşşşşşt, biraz sessizlik lütfen. Bir bir dökülürken takvimden yapraklar; zamanı, zaman zaman dinlemeye, mola vermeye hepimizin ihtiyacı yok mu?

Pencereden dışarıda bir yaprak daha düştü ağaçtan, bir kuş uçtu, bir kedi çöplerden dışarı fırladı, bir çocuk düştü, çocuğunu okula bırakan bir kadın; «of be!» edâsıyla evinin yolunu tuttu, bir adam bir şey unutmuşçasına hızlı adımlarla evine girdi, bir yaşlı bastonuna dayanarak durdu ve şöyle bir nefes aldı. Bir yaşlı diyorum, bastonuna dayandı. Durdu. Ve nefes aldı! Gideceği yere varabilmek için yaşlıların sık sık yaptığı şeyi aslında hepimiz yapmalı mıyız zaman zaman?!.

Ne kadar hızlı yaşıyoruz değil mi; bir senenin bittiğini fark etmiyoruz bile! Bu belki de dolu dolu yaşadığımızın bir göstergesi. Fakat dolu dolu yaşarken bir şeyleri de ihmal mi ediyoruz? Meselâ ibâdetlerimizi çabucak yapıp ibâdetin bizde oluşturması gereken tesirden mahrum mu kalıyoruz? Kur’ân okumaya, biraz zikirle meşgul olmaya, tefekkür etmeye pek vaktimiz olmuyor mu? İşlerimizle meşgulken; çocuklarımızla, eşimizle keyifli birliktelikler geçirmeye, onlarla sohbet etmeye, onları anlamaya, onlara doya doya bakmaya vakit bulamıyor muyuz? Ne zamandır teknolojik âletlerden uzakta biraz zaman geçirdik? «İnternetten okuduklarım yeter.» diye düşünerek, rol model olduklarımızı da umursamayarak; okunacak kitaplar listesi oluşturmaktan -nasıl olsa vaktim olmuyor bahanesiyle- vaz mı geçtik? Ne zamandır mışıl mışıl uyuyan bir bebek izlemedik? Ne zamandır bir yaşlının kırışmış ellerini dudaklarımıza değdirmedik? En son ne zaman bir hastayı, bir akrabayı, bir arkadaşı ziyaret ettik? Ne kadar hızlı ve duyarsız yaşıyoruz; bir yaşlının durması, bastonuna dayanması ve gideceği yere varabilmesi için nefes alması gibi son durağa varabilmek için zaman zaman soluklanmak gerekmiyor mu?

Her gün bir yaprak daha düşerken takvimden; yapmadığımız, yapamadığımız doğrular için, yaptığımız yanlışlar için de pişmanlıklarımız artıyorsa durup soluklanmaya hepimizin ihtiyacı vardır. Koştura koştura yaşamak rûhumuzu acıtıyor da bunun farkına pek varamıyoruz galiba. Çocuk, genç, yetişkin, yaşlı… Hepimizin ihtiyacı, hayatın içinde molalar verip soluklanmak. Zamanı dinlemek, rûhumuzu, kalbimizi dinlemek ve huzura yönelmek…

Elbette Rabbimiz; “Bir işten boşaldığında diğer bir işe yönel.” diye buyururken, asla boş durmamayı öğütlüyor. Arı gibi çalışmayı, karınca misali yönümüzü belirlemeyi öğrendik biz atalarımızdan. Fakat; «El kârda, gönül Yâr’da» diye de madde ile mânânın sınırını ayırt ettik. Bunu becerebilmenin yolunun da ibâdetler, zikirler, tilâvetler, okumalar ve tefekkürler vasıtasıyla olacağını öğrendik. Lâkin günümüzde öyle hızlı yaşıyoruz ki durmayı, durup şöyle bir derin nefes almayı hep unutuyoruz.

Diyafram nefesi almayı bir türlü öğrenemedik!

Rûha hitap edecek olan her amel bizi soluklandıracak mahiyettedir.

Ne ilginçtir ki kendi rûhumuza hitap edecek her güzellik, etrafımızdakilerin de rûhuna hitap edebilecek vasıftadır. Namazımız, orucumuz, zikrimiz, tilâvetimiz, okumalarımız, tefekkürlerimiz; etrafımıza güzellik olarak aksedecektir. Belki biraz frene basacağız yaşarken, ama bu fren bize iki dünyada da saâdet getirecektir.

Yakın çevremizdekilerde ilgi açlığı seziyorsak ve buna bağlı olarak gerginlikler yaşıyorsak, uzaktakilerden «unutulduk» diye sitemler alıyorsak ve gün geçtikçe, yaş ilerledikçe rûhumuz huzura ereceği yerde daralıyorsa; gerçekten çok hızlı yaşıyoruz demektir.

Belki de bunun bir diğer adı umursamadan yaşamaktır; yani kendimizden, işimizden, maddiyattan başkasını umursamadan yaşamak… Önem vermemek, rûhumuzun zaman zaman daralmalarına… Görmezden gelmek, bizden beklentileri olanları… Yanımızdaki, yakınımızdaki, biraz ötedeki, dünyanın bir diğer ucundaki insanların beklentilerini önemsememek… «Başına/başınıza gelenler kendi yüzünüzden…» deyip, «Ateş düştüğü yeri yakar.» deyip bir psikopat soğukkanlılığıyla bizden beklentileri olanları görmezden gelmek…

İşte bu tutum çok hızlı yaşadığımızın, durup soluklanmadığımızın, yaşarken rûhumuzu ihmal ettiğimizin bir göstergesidir.

İhmal edilen rûhî boyutumuz, kontrol edilmemiş bir yazı, ince ayarı yapılmamış bir fotoğraf, pasta-cilâsı atılmamış bir araba temizliği, temiz olsa da toparlanmamış bir ev kadar göze batar. Yirmi dört saatin, bir yılın ya da bir ömrün içinde, çok değildir bu yönümüze harcayacağımız vakit; belki bir işin üstüne son rötuşları yapmak gibidir. Fakat bu rötuşlar hayata, yakın ve uzak çevredekilerle ve dünyayla olan ilişkilere kalite katacak niteliktedir.

Her gün bir yaprak daha düşerken takvimden ve her yeni takvim bir eskisinin yerine geçerken; durmaya, derin bir nefes almaya, iki dünyayı da kaliteli ve anlamlı yaşamak adına ihtiyacımız vardır. Anlayana…