KUR’ÂN EĞİTİMİNİN KAZANDIRDIĞI ÂHENK…

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

O Pazar günü ben de oradaydım.

Yeni Çilehâne Camii’nde Yüzakı hâfızlarımız için tertiplenen merasimden bahsediyorum.

Anadolu yakasının o Anadolu’yu hatırlatan sakin ve samimî atmosferinde, yeşillikler içinde, ferah ve temiz bir camide bir araya geldik. Önce birbirinden güzel sesli hâfızlardan dinlediğimiz Kur’ân-ı Kerim tilâvetiyle gönlümüzün pasını sildik.

Ardından sînelerimizde âhenkli bir şiir terennümü aks-i sadâ buldu.

Çok geçmeden temiz sîmâlı hâfız gençlerimiz geldi. O gün onların anne-babalarının yerinde olmaya özenmeyen hiç kimse olmamıştır zannederim.

Gençlerden Kur’ân-ı Kerim dinlemek başka güzel… Bu yaşın gençlerinde; hele erkek çocuklarında ölçü, âhenk, uyum, düzen, güzellik ve içtenlik gibi ince ve zarif değerlere rastlamak kolay değil. Gençlik demek cehâlet demek, acemîlik demek, acelecilik demek… Ölçü, âhenk ve zarâfet ise olgunluğun kemal zirvesinde elde edilebilecek bir kıymet… Tecrübeli ve usta hâfızlardan Kur’ân tilâveti dinlerken bunu daha iyi fark ediyorsunuz.

Öte yandan insanı «insân-ı kâmil» yapan da, bu zarâfetle tezâhür eden; olgunluk ve incelik değil mi? Bu âhenk ve zarâfeti ortaya çıkaran rûhânî vasıfları tahlil edecek olsak, olgun ve güzel ahlâkın husûsiyetlerini bir arada görürüz.

Hâfızlar Kur’ân-ı Kerîm’i, tertîl üzere okumak için hangi husûsiyetlere sahip olurlar bir düşünelim:

Öncelikle ilim; çünkü bilmediğiniz kuralı uygulayamazsınız.

Sonra edep; yani kurallara uyma hassasiyeti.

Tecvid demek, okumayı güzelleştiren birtakım kurallar demek.

Edep, hayatın her sahasında mevcut; okumanın edebi de tecvid…

Kur’ân-ı Kerim bize hayatta her şeyin edebi olması gerektiğini; iyilik ve güzelliğin ancak böyle hâsıl olacağını öğretirken işe bizzat kıraatten başlıyor. Kur’ân-ı Kerîm’i okumanın da bir edebi, yani kuralı olmalı şuurunu kazandırıyor.

Tecvid kurallarını incelediğiniz zaman başka inceliklere rastlıyorsunuz:

Edebin özü olan ölçülülük. Tecvid her şeyiyle ölçü demek.

Zaten davranışlara edep kazandıran da ölçü değil midir?

Meselâ;

“Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in oturması, kalkması, yürüyüşü, konuşması nasıldı?” diye sorsanız cevap paralel:

“Ne alelacele koşardı ne de ağır yürürdü. Adımlarını kuvvetle ve vakarla basar ama oyalanmadan, serî bir şekilde yürürdü. Öyle ki etrafındaki acele etmezse geri kalırdı.”

İnsana emniyet telkin eden, kendinden emin bir dinamizm ama aynı zamanda insanın hürmetini celbeden bir sükûnet, ciddiyet ve ağırbaşlılık. Ölçü, ölçü ölçü…

Kıraati güzelleştiren de ölçü. Hangi harfi nerede, ne kadar uzatacaksınız, ne kadar tutacaksınız, ne kadar titreteceksiniz; hepsinin bir ölçüsü var. Bir elif miktarı uzatılması icap eden bir yerde iki elif miktarı uzatamazsınız. Âhengin bozulduğunu hemen hissedersiniz.

Ölçülülüğün sırrı ise plânlama… Hiç okumamış olanlar, Kur’ân kıraatinin ileri görüşlülük gerektirdiğini tahmin bile edemez. Hâlbuki nefesinizi durak yerine kadar ulaştırabilmeniz için gerektiği kadar derin nefes almalı ve uygun bir şekilde harcamalısınız. Acemîlere ilk zamanlar zor gelen, tecrübe ile kazanılan bir beceridir bu.

Aynı zamanda nefes eğitimidir; göğüs kafesinizin üst kısmıyla alelacele nefes almak yetmez, diyafram nefesini öğrenmelisiniz. Ciğerlerinizin her köşesine ulaşmalı temiz hava… Sonra da âhenkli bir şekilde dilinizin, dudağınızın arasından akıp gitmeli, şırıl şırıl…

Harfleri mahreçlerinden doğru ve güzel bir şekilde çıkarmak, tecvid eğitiminin ilk ve en önemli mevzuudur. Eğer harfleri yanlış telâffuz ederseniz mânâ değişebilir ki bu durumda lahn-ı celî, yani büyük hata yapmış olursunuz. Bu sebeple harflerin telâffuzu önemli…

Doğru ve güzel telâffuz edildiği zaman Kur’ân-ı Kerim harfleri insanı sanki bir gezintiye çıkarır. Rüzgârın uğuldaması, yaprakların hışırdaması, kuzuların meleşmesi gibi tabiî sesleri hatırlatan bu âhenkli şırıltı; sanki ötelerden gelen bir esrarı fısıldayacağını müjdeler.

Başka dillerde olmayan bir sıcaklık vardır Arapçada. Bilhassa boğaz harflerinin telâffuzu sanki ağlamaklı bir yakarışı hatırlatır. Harfler arasında geçişi yumuşatan ve okuyuşa âhenk katan idğamlar, ihfâlar; yahut harfleri birbirinden ayıran; okuyuşa tempo katan izharlar ve kalkaleler…

Hepsi yerli yerince uygulanınca ve birbiri ardınca âhenkle akınca, sanki göğüs boşluğundan gelen bir nefes değil de; aşkla yanan sînelerden doğup gelen bir muhabbet çağlayanı gibi akar akar akar… Ses bir inip bir çıkarken, bir incelip bir kalınlaşırken; sanki lâfız mânâya eşlik eder. Nasıl ki azap ile uyaran âyetler, gönülleri haşyet ürpertisiyle titreştirirken; ardından gelen af ve mükâfat müjdeleri sükûnet meltemleri ile serinletirse aynen öyle…

Sadece mânâsıyla değil, lâfzıyla da mûcize olan Kur’ân’ı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nasıl okumuşsa, onun büyük bir titizlikle nakledilmesi ve yaşatılmasıdır tecvid… Her şeyiyle ilâhî ve nebevî talim…

Kāri‘, kıraatini güzelleştirirken aslında kıraat de kāri‘i güzelleştirir. Kur’ân-ı Kerîm’i güzelce okuyan bir hâfızı seyretmek bile gönüllere tesir eder. Hâfızın yüz ifadesinde huzur ile hüzün kıvrım kıvrım dalgalanır. Dilin, dudağın kendi aralarında latîfeleşir gibi kıpırdanışları, peltek harflerde dilin dişleri ebeleyip kaçışı, yüz ifadesindeki ciddiyeti tatlı bir kıpırdanma ile dengeler.

Kāri‘in her hâli denge ve kıvamın timsâlidir zaten. Nefesi yetiştirme gayretiyle, âhenkle telâffuz etme letâfetinin beraberce bulduğu güzel kıvam gibi… Güzel bir kulluk ve güzel insan olmak için gerekli ruh kıvamı da budur işte. Hem üstün bir gayret, itina ve edep; hem de telâştan uzak, huzurlu, sekîneli bir âhenk… Kur’ân okuyanların üzerine sekîne ineceğini müjdeleyen hadîs-i şerif gelir hemen aklınıza.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, tebliğ görevine hazırlanma safhasında; «Tertil üzere oku!» emrine (el-Müzzemmil, 4) muhatap olmasının bir hikmetini de anlarsınız. Bu zorlu vazifenin icap ettirdiği sabır, teennî, insanlara karşı tahammül, en zor anda bile serinkanlılığını koruyup nezâketini kaybetmemek gibi bütün üstün ahlâk vasıfları bu sekîne sayesinde insan rûhuna içiriliyor olmalıdır.

Zamanımızda; “Okullarda değerler eğitimi nasıl verilmelidir, çocuklara üstün ahlâk ve şahsiyet vasıfları nasıl kazandırılmalıdır?” mevzuunda görüşler ileri sürülürken birçok eğitimci de isabetli bir şekilde bunların sadece tarifle öğretilemeyeceğini, ancak birtakım uygulamalar eşliğinde kazandırılabileceğini söylüyorlar. Bu meyanda sporun, grup hâlinde sosyal faaliyetlerin ve çeşitli tatbikatların faydasına temas ediyorlar.

Elbette bunların hiçbiri faydasız değil, hattâ nebevî eğitim metodunda da birçoğunun yeri vardır. Bunların özünde ise Kur’ân tilâvetinin önemli bir yeri olduğu da göz ardı edilmemeli…

Kur’ân kıraatine sarf edilen zaman, boşa harcanmış değildir. Unutulmamalı ki kıraate çalışarak eğitim yoluna çıkan bir talebe, ilmin gerektirdiği vasıflarla donanmış olarak yoluna sağlam adımlarla devam eder. Hem bu vasıflar eğitim yıllarından sonra hayatın içinde de ona lüzumlu olgunluğu ve üstün karakteri kazandırır.

Çocukluk yıllarında yarım yamalak Kur’ân kursuna giden ama daha sonra yıllarca eline almayıp unutan birçok kişi var ki, çevrelerinde muhafazakâr biliniyor. Sonra soruyoruz; “Yüzde doksan dokuzu müslüman bir ülkede bu kötülükler nasıl olabiliyor?..” diye…

Öyleyse eğitimcilerimiz Kur’ân kıraatinin öğrenciye kazandırdığı üstünlükler konusuna eğilmeli, bu sahada çalışanları şuurlandırmalıdır.

Hem bu faydalarının şuurunda olarak Kur’ân-ı Kerim kıraatine çalışmak; ona daha fazla ehemmiyet vermeyi sağlayarak, bu eğitimin sadece Diyanet’te vazife alacak olanlara mahsus bir meslekî eğitim olarak görülmesinin önüne geçer.

Elbette eğitimciler bu sahada daha çok araştırma yapmalıdır. Meselâ çocukların kıraat ilmini tahsil ve tatbik sırasında hangi zorluklarla karşılaştığını tespit edip bunlarla nasıl baş edebileceklerini öğretebilirler. Bir zaman çalışıp, başarılı olamayacağına kanaat getirerek yarım bırakmış kişilerin problemleri de çözülür.

Ne yazık ki günümüzde dînî, ahlâkî eğitimin bütün yükü; İlâhiyat Fakültelerinin omzundadır. Peki, ilâhiyatların müfredâtı yeterli midir?

Yeni eğitim sistemi olumlu yönde atılmış bir adım olsa da daha yürünecek uzun bir yolumuz var…