İNSAN «BEN BİLİYORUM» DEDİĞİ AN…

YAZAR : Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Gerek kişiler arası ilişkilerde gerekse Yaratıcı’yla olan münasebetlerde insan «ben» edâsına, pek çok şeyi biliyor olsa bile; «Ben biliyorum!» edâsına girdiği an tehlike çanları çalmaya başlar. Hele hele «her şeyi/hemen hemen her şeyi biliyorum!» edâsındaysa, o kişinin insanlarla da Yaratıcı’yla da irtibatı kopmuş gibidir! İlişkilerdeki bu sağlıksız tutum «ego/ben»in sağlıksız gelişimiyle alâkalıdır.

Ego gelişimi sağlıklı bir şekilde tamamlanmamışsa başka egolarla çatışma kaçınılmazdır. İnsanlar arası ilişkilerdeki anlaşmazlıklar bebeklik dönemini sağlıklı atlatamamış sınırda kişiliklerde daha yoğundur. Nörotik kişilikler daha normal telâkki edilseler de her kişilikte az ya da çok ego problemi vardır. Fakat psikotik, nörotik ya da sınırda… hangi çeşit kişiliğe sahip olursak olalım; bu dünyada var oluşumuzu anlamlı kılan, elbette egoyla mücadeledir. Ego benliktir, etrafımızdaki her şeyin dışında kalan şeydir.

Bir bebek doğduğunda onun egosu/benliği yoktur. Çünkü bebek içeriden dışarıya çıktığında annesinin bir parçasıdır. Gözleriyle bakarak, kulaklarıyla işiterek, minik elleriyle dokunarak, tadarak, koklayarak kendisi dışındaki şeyleri keşfetmenin çabasındadır. Dış dünyayı keşfetmek demek, kendinin farkına varmak demektir. Ve bebeğin dış dünyada karşılaştığı ilk ve en önemli varlık annedir. Annesinin; «canım benim», «yavrum», «meleğim», «güzelim», «prensesim» ya da bunun aksine olan hitapları bebekte bir «ben/ego» algısı oluşturmaya başlar. İşte annenin ilk muhataplığıyla şimdi bir «ego» doğmuştur. Ve bu ego anne-baba başta olmak üzere yakın çevrenin ve daha sonra da öğretmen, arkadaşlar gibi uzak çevrenin de etkisiyle sağlıklı ya da sağlıksız bir şekilde büyür ve gelişir.

Bu böyle de olmak zorundadır; bir benlik doğacak ve gelişecek ki bu benlikle mücadele ömür boyu insanın hedefi olacaktır! Önemli olan yetişkinlerin, özellikle de annelerin sağlıklı ego gelişimine yardımcı olmalarıdır. Zira kişiliğin temelleri, bilhassa bebeklik ve çocukluk dönemindeki anne-bebek ilişkisi üzerinde kuruludur. Hem fizikî hem duyguyla ilgili ihtiyaçları karşılanmış; anne-çocuk ayrışmasını sağlıklı bir şekilde atlatmış kişilerin egoları, gayet sağlıklı gelişmiştir. Fakat toplumda ego gelişimini sağlıklı bir şekilde tamamlayanların sayısı çok azdır. Bu durumda suçu annelerimize atarak olduğumuz yerde saymanın da hiçbir anlamı olmayacaktır. Vahiy merkezli terbiye sürecine tâbî olmak en doğrusu olacaktır.

Sağlıksız ego gelişiminin bir uçtaki örneği şizotipal kişiliklerdeki «değersizlik duygusu»nda görülürken; diğer uçtaki en bariz örneği narsist yapılanmalardaki şişirilmiş «ben» duygusundadır. Bunun içindir ki vahiy merkezli terbiyede bir yandan en değerli varlık olarak yaratılmanın bilincinde diğer yandan da «mahviyet» duygusunda olmak önemli bir yer tutar.

İnsanın ne ve kim olduğunun farkında olması farklı, şişmiş bir egoya sahip olması farklıdır. Kim ve ne olduğumuzu herkese duyurmak istercesine davranmanın ve konuşmanın basitliği ortadadır. Kim ve ne olduğunun gayet farkında olan peygamberlerin egosu biz insanlara örnek teşkil eder. “…Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın…” (en-Necm, 32) derken Rabbimiz egomuza çok güzel dokundurur. Bırakalım yakın veya uzak çevremizdeki insanlar ne ve kim olduğumuzu zamanla anlasınlar. Zira her fırsatta kendilerine vurgu yapanlar çevrelerince çok itici bulunurlar. Bir peygamber olan Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-’ın;

‘‘Ben nefsimi temize çıkarmıyorum.’’ (Yûsuf, 53) demesi, egosu şişmiş bizler için ne güzel bir uyarıdır! Kendisine kaba davrananlara karşı bile nezâketi terk etmeyen, alçakgönüllülüğü, hoşgörüsü ve insan sevgisi dolu yüreğinden diline dökülen tatlı cümlelerle etrafına huzur dağıtan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; egosu en güzel terbiye olmuş kişidir.

Bize düşen nefsi savunmak değil, sorgulamaktır. Fakat ne acıdır ki rahmânî terbiyeden mahrum olan bizler, hep egomuzu savunmanın derdine düşmüşüzdür. Her fırsatta küçüğümüze, büyüğümüze, yaşıtımıza karşı egomuzu ispatlamanın ve savunmanın derdinde olmak; daha da kötüsü bunu yaparken karşımızdakini eleştirmek ve küçük düşürmeye çalışmak çok acıdır. Bu kişilikteki empati yoksunu insanlar (narsistik yapıdakiler), karşısındakini küçülterek kendisini büyültmenin telâşındadırlar. Acımasızca eleştirmelerine rağmen kendilerinin eleştirilmelerine asla dayanamazlar. Çünkü bu, onların şişmiş egolarına iğne dokundurmak gibidir. Böyle insanların en büyük silâhı da öfkeleridir. Kendisi gibi düşünmeyenlere, kendisi gibi davranmayanlara, kendisi gibi olmayanlara karşı çok öfkelenirler. Farklı düşüncelere, farklı insanlara asla tahammülleri yoktur. Çünkü farklılıklar, onların egosunu rakiplik olgusuyla tehdit eder.

İnsanın çevresiyle ve Yaratıcı’sıyla kurduğu iletişimde kullandığı dil, ego terbiyesinde büyük bir önem arz eder. Seçtiğimiz kelimeler, cümledeki vurgular, söyleyiş tarzımız; kişiliğimizin yansımasıdır. Klâsik bir ifadeyle küpün içinde ne varsa dışarıya o sızar. Ne var ki bu olguyu tersine çevirmek de mümkündür. Söylediklerimize dikkat edersek bir süre sonra söylediklerimiz gibi düşünmeye başladığımızı da görebiliriz. Meselâ duâlarımızda egomuzu hedef alarak onu biraz olsun söndürebiliriz. Kaçımız;

“Allâh’ım; beni, ailemi ve bütün müslümanları koru!” demek yerine;

“Allâh’ım bütün müslümanları, ailemi ve beni koru” diye duâ ediyoruz. Kaçımız «ben»le başlayan cümleler kurmaktan sakınıyoruz?

“Ben demedim mi?”, “Benim de düşündüğüm gibi…”, “Aklımı seveyim!”, “Ben biliyordum!” demekten kaçımız imtinâ ediyoruz? “Ama ben artılarımın farkındayım. Ve hep benim dediğim gibi oluyor.” diyenlerin de olduğunun farkındayız. Lâkin bunu bilmek başka, bilirken söyleyiş tarzımızla karşımızdakini incitmek bambaşkadır.

Kariyer, mal, mülk, para, şan, şöhret… bunlar hep egomuzu besleyen şeyler değil midir? Hep almanın, sahip olmanın peşindeyiz. Kaçımız; «Başkaları da sahip olsun, başkaları da büyüsün, başkaları da mutlu olsun.» diyebiliyoruz? Kaçımız en yakınımızdakilerden başlayarak fedâkârlıklar yapmayı ve egomuzu ötelemeyi başarabiliyoruz? Tüm bunları yapmaya çalışırken başkalarının bakışlarından sakınıyor muyuz?

Bir başkasını kendisine tercih etme makamını ise hiç sormuyoruz. Zira bu devirde zaten sağlıksız gelişen ego; vahiy kaynağından mahrum, kopyala-yapıştır yapan psikologların ve kapitalist düzenin de telkinleriyle en önemli şey hâline geldiğinden; o makamda olanların deryada damla kadar az olduğunun farkındayız.

Egonun/benin/nefsin terbiyesi gerçekten zordur. Gelişim sağlayabilmenin ilk şartı; «kendini bilmek», ikinci şartıysa; «nefsimizi temize çıkarıp durmamak»tır. Eşref-i mahlûkat olarak yaratılmış olmanın farkında fakat mahviyet duygusunda olmak, ne kadar bilirsek bilelim hâlâ büyük-küçük herkesten öğreneceğimiz şeylerin olduğunun bilincinde olmak, empati kurabilmek, karşımızdakini önemsemek, alçakgönüllü ve serin-sakin olabilmek ise sağlıklı egoya sahip olmanın en belirgin vasıflarındandır.