YETİŞTİRİCİ BİR SAMİMİYET

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

Bir yaz sabahı, namaz sonrasıydı. İnce Hâfız lakaplı Hamza, dergâhın aşevindeki yerini almıştı. İnce Hâfız; her sabah, talebeler gelinceye kadar, aşevindeki çorba kazanının başına geçer, ustalara yardım ederdi. Kısa sürede aşçı Bilâl Ustanın vazgeçilmezi olmuştu. Günün ilk ışıklarıyla beraber fakir halka, işlerine giden insanlara çorba dağıtmak, İnce Hâfız için zevkli bir vazife olmuştu âdeta. Aynı zamanda sıcakkanlılığıyla da aşevinin vazgeçilmezi idi.

–İnce Hâfız! Tereyağını getir!

–İnce Hâfız! Hacı Teyzenin bakracını doldur!

–İnce Hâfız! Talebelerin geldi, hadi bakalım!

İnce Hâfız, aynı zamanda dergâhın camisine gelen talebeleri okuturdu. Aslında buraya gelişinin asıl maksadı, bu vazifesi idi; lâkin dergâhın o mânevî havası, onu bir başka büyülemişti. Nerede bir hizmet var, İnce Hâfız’ı orada görmek mümkündü.

Caminin imamı Tahir Hoca, çok gayretli bir hizmet insanıydı. Beldede çalmadığı kapı kalmamıştı. Her kapıya varır, çocuklarını camiye göndermesi için belde halkını teşvik ederdi. Muhataplarıyla yakından alâkadar olur, her muhatabını kendine has ilgisiyle memnun ederdi. Onun vazife yaptığı cami, talebeyle dolup taşardı. O da bu yoğun talebi karşılamak için, farklı memleketlerden genç hâfızları toplar, camiye gelen çocuklara dolu dolu bir eğitim vermek adına örnek bir gayret sergilerdi. Onun bu gayreti, şüphesiz belde halkını fazlasıyla memnun ediyordu.

O gün cami yine dopdolu idi. O küçücük çocukların tam dönemeyen dillerinden duyulan yüce Kelâm’ın terennümleri, bir gül bahçesindeki bülbül nağmelerini andırıyordu. İnce Hâfız da bu eşsiz harmandaki vazifesinin başında idi. Tahir Hoca, İnce Hâfız’ı samimî gayretlerinden dolayı çok beğenir, onun bir hizmet eri olması noktasında üstüne ayrıca titrerdi.

Hoca, kartal bakışlarıyla talebelerini takip ediyordu. Tahir Hoca için talebeleri bir yana, dünya bir yana idi. En ufak bir aksamaya tahammülü yoktu…

Abdestleri tazelemek üzere verilen bir teneffüs arasında, caminin avlusunda İnce Hâfız’ın bir talebeye sert bakışı ve rencide edici sözleri; Tahir Hoca’nın dikkatinden kaçmadı. Bir müddet takip ettiğinde, İnce Hâfız’ın bakışlarının bir ok misali talebeyi yaraladığını fark etti. Çocuğun tedirgin bakışları, İnce Hâfız’ın çocuğu sindirircesine tavırları; arkadaşlarıyla oynamasına müsaade etmiyordu. Tahir Hoca, meseledeki ısrarı fark edince, bir şimşek misali oracıkta bitiverdi, İnce Hâfız’ı kolundan kavradı. Hoca, hiç şahit olunmadığı bir ciddiyetle;

–Hâfız efendi! Ne yaptığının farkında mısın?

–Ama hocam, hiç söz dinletemiyorum! Ben bu işi…

Tahir Hoca, Hamza’nın bu çıkışı üzerine kat’î bir el işaretiyle İnce Hâfız’ı susturdu ve imam odasını gösterdi.

–Geç bakalım…

Tahir Hoca, odaya girince soluk soluğa;

–Evet Hamza! O çocuğu sindirircesine bakışın bir açıklaması olmalı!

İnce Hâfız çok üzgündü… Çünkü Tahir Hoca ilk defa lakabı ile değil, ismiyle hitap ediyordu. Hamza, meselenin hoca tarafından ne kadar ciddiye alındığını fark etmişti.

–Hocam aslında benim o çocukla alıp-veremediğim bir şey yok! Hattâ; “Tepemden inmiyordu.” desem yeridir. Galiba fazlaca yüz-göz oldum; çocuk bir şımardı, bir şımardı… Artık söz geçiremez oldum. Ben de sözümü dinleteyim diye sert davranmaya başladım.

–Peki, faydalı oldu mu sence?

–Olacağını zannediyordum; ama olmadı. Hocam galiba ben bu işi yapamayacağım! Bana müsaade edin, memleketime döneyim. Faydam olmuyor, bari zararım olmasın…

Tahir Hoca meseleye vâkıf olmuştu; lâkin İnce Hâfız’ın çok ciddî bir eksiğini gidermenin, ona ömürlük bir destek olmanın tam zamanı idi:

–Bak Hamza! Biz bu çocukları, kapı kapı dolaşarak bir araya getirdik. Ne sen, ne de bir başkasının bu çocuklara bir zarar vermesine göz yumamam. Fakat, yılgınlığa düşüp; «yapamıyorum» deyip kaçmak da çare olmaz. Kur’ân’ı, tecvîdi nasıl emek emek öğrendiysen, «insan nasıl eğitilir, nasıl yetiştirilir?» konusunu da öğrenmeye talip olacaksın. Lâkin bu iş, elbette bir gönül huzuru ister! Gayret ister! Fedâkârlık ister! Bütün bu meziyetleri cem etmek de yürek ister. Eğer yüreğin ve gönül huzuruyla hizmet etme aşkın var ise buyur; sana eşsiz bir kapı, ardına kadar açık! Değilse, elbette memleketine dönebilirsin!

İnce Hâfız’ın başı, göğsüne gömüldü. Gözlerindeki yaşlar, o an misket tanesi kadar oluverdi:

–Estağfirullah hocam! Ben bu hizmet kapısını, böyle müstesnâ bir dergâhı nasıl terk ederim! Anlık bir gafletim oldu… Lütfen kusurumu bağışlayın! Eğer hatamı düzeltme fırsatı verip, bana yardımcı olursanız, size minnettar kalırım. Lütfen müsaade buyurun!

Tahir Hoca, hafifçe tebessüm etti. Yanılmamıştı… Bu geleceği parlak hâfızın, lakabını ne kadar hak ettiğini görmüş olmanın memnuniyeti, gözlerinden okunuyordu. İnce Hâfız’ın idrak kapaklarının ardına kadar açıldığını görünce;

–Evet, İnce Hâfız! Nicedir seni takip ederim. Öncelikle bir hizmet insanı mütebessim olacak! Asla yüzün ekşimeyecek! Seni öldürmeye gelen, sende dirilecek… Ekşi bir suratla ne iki satır bir şey öğretebilirsin, ne de ikram ettiğin çorbanın bir kıymeti olur…

Yüzünün ekşiliğine müsaade, ancak rızâ-yı ilâhîye mugāyir bir durumda söz konusu olur ki böylesi bir durumda ilgisiz kalışın asla kabul görmez.

Talebeyle münasebetin, içli-dışlı olma esasında olacak. Bu özel prensibi sekteye uğratır da talebeyle senli-benli olursan; en sevdiğin talebeye bile söz geçiremez olursun, hattâ taviz vermek zorunda kalırsın. Unutma ki taviz, tavizi doğurur! Ne olduğunu anlayamazsın bile…

–Hocam galiba ben bugün bunun acısını çekiyorum.

–Hâfızım! Bu talebeler bize Allah emâneti. Dolayısıyla bizim kafamıza göre davranmak gibi bir lüksümüz yok! En ufak bir yanlışımız, Allah muhafaza, bu çocukları bu Kur’ân meclislerinden bir soğutursa, mahşerde hesabımız nice olur?

–Haklısınız hocam! Hatamı fark ettim. En kısa sürede telâfi edeceğim ve asla sözünüzden çıkmayacağım!

–Estağfirullah evlât! Söylediklerim kendimden değil! Acı tecrübelerin mahsûlü… Çok fedâkârsın; ama bu fedâkârlık kaliteye muhtaç, samimiyete muhtaç… Yoksa kâr olarak yanımıza boş bir yorgunluk kalır ve netice ebedî hüsran olur. Hele pınarın başında susuz kalmak… İşte işin en hazin tarafı…

–Hocam! İnşâallah beni çok daha farklı göreceksiniz… Lütfen müsaade buyurun…

­–Şüphem yok İnce Hâfız! Hadi bakalım…

***

Yıllar sonra bir Ramazan günü; İnce Hâfız, Ravza’da bir sütun dibinde talebeleriyle meşguldür. Talebelerinden biri;

–Hocam şu iki sütun ileride bir zâtın ısrarla bu yöne baktığını fark ettim. Biraz da tanıdık bakıyor sanki…

–Bakalım hâfızım… Hani nerede?

–Şu tarafta hocam.

–Aaa! Tahir Hocam bu!

İnce Hâfız hemen hocasının yanında bitiverdi, ellerine sarıldı…

–Nasılsınız hocam? Sağlığınız yerindedir inşâallah. Çok özledik hocam sizleri…

–Elhamdülillâh hoca efendi. Nasıl gidiyor Afrika hizmetleri?

–Çok şükür hocam, her geçen yıl yetişen hâfızlarımızın sayısı artarak devam ediyor. Bu sene yirmi yedi hâfızla geldik umreye… Bu arada bu arkadaşı tanıyabildiniz mi?

–Tanıyor gibiyim; ama tam çıkaramadım.

–Hocam on üç yıl önceydi. Hani bir delikanlıya sert baktığım için beni uyarmıştınız ya… Hayatıma milât olan olay…

–Evet!

–Bu arkadaş, o haşladığım delikanlı işte… Ömer Hüdâyî… Şimdi benimle birlikte hizmet ediyor. Hâfızlık hocamız…

–Mâşâallah İnce Hâfız! Mâşâallah…

O an Tahir Hoca’nın çakmak gözleri uzaklara daldı, gitti. Kim bilir hangi hâtıraları arasında gezinmekte idi. Gözlerinin buğusundan hüzün dehlizinde değil, memnuniyetin zirvelerinde olduğunu anlamak güç değildi…

–Allah râzı olsun İnce Hâfız. Umut takvimime çok anlamlı bir yaprak ekledin. Allah sana da göstersin bu günleri…