KARDEŞ VAR… KARDEŞ VAR…

YAZAR : Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Kur’ân-ı Kerim, kıssalarla örnek alacağımız model şahsiyetler sunar. Bunların bir kısmı da kardeşlerle ilgilidir. Kābil’in şahsında kardeş katili gaddar kardeş modelini ve Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerinin şahsında kıskanç ve hâin kardeş modelini okuruz.

Bunlardan biri de Hazret-i Harun’un şahsında okuduğumuz destekçi ve yardımcı kardeş modelidir. Hazret-i Musa, peygamberlikle şereflenirken mes’ûliyetin büyüklüğünü görerek şöyle mazeret beyan etmişti Cenâb-ı Hakk’a:

“Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum. (Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun’a (Cebrâil’i) gönder. (Ona elçilik ver) Üstelik onların bana isnat ettikleri bir suç var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum” (eş-Şuarâ, 26/12-14)

Hazret-i Musa, bu sözleriyle vazifeden kaçmak veya hâşâ Allâh’a itiraz etmemekte, vazifesini yerine getiremeden öldürülme endişesiyle kardeşi Harun’un kendisine yardımcı olarak verilmesini istemektedir. Nitekim kıssanın başka sûrelerdeki anlatımı bunu açıkça gösterir:

“Musa dedi ki: Rabbim! Ben onlardan birini öldürmüştüm, bu sebeple beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Zira bana yalancılık ithamında bulunmalarından endişe ediyorum.” (el-Kasas, 28/33-34)

Konuyla ilgili Tâhâ Sûresi’ndeki âyetler ise duâ üslûbundadır:

“Musa şöyle yakardı:

«Rabbim! İçime ferahlık ver. İşimi kolaylaştır. Dilimin bağını çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden bir vezir ver! Kardeşim Harun’u. Onunla sırtımı pekiştir. Onu işime ortak kıl. Böylece Sen’i bol bol tesbih edip çokça analım! Muhakkak ki Sen bizi görmektesin!»” (Tâhâ, 20/25-35)

Cenâb-ı Hak; “Ey Musa! Sana istediğin verildi!” (Tâhâ, 20/36) buyurarak diğer İsrail Oğulları’nın bebekleri gibi boğazlanmaktan kurtulması, bir prens gibi firavunun sarayında yetişmesi, Mısırlı birini öldürdükten sonra kurtulması gibi lütuf ve nimetlerini Hazret-i Musa’ya hatırlattı. (Tâhâ, 20/36) Böylece tıpkı daha önceki zor zamanlarında olduğu gibi bu ağır mes’ûliyeti omuzladığında da Allâh’ın yardımının kendisiyle olduğuna işaret edip onu yatıştırdı ve ona bu işin yolunu yordamını öğretti:

“Senin pazunu kardeşinle güçlendireceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki onlar size erişemeyecekler. Âyetlerimiz hakkı için siz ve size tâbi olanlar muhakkak galip gelecek olanlardır.” (el-Kasas, 28/35)

“Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimle gidin ve Ben’i anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin! Belki aklını başına devşirip de (benden) çekinir.” (Tâhâ, 20/42-44)

Hazret-i Harun, Hazret-i Musa’ya iyi bir vezir oldu ve onun yükünü hafifletti. Aralarında herhangi bir ihtilâf olmadı. Ancak bir defasında Hazret-i Musa, kardeşini kendisine halef tayin edip vahiy yazılı levhalarını almak üzere Tûr’a çıkmıştı. Bu esnada İsrail Oğulları içinde bulunan Sâmirî adında bir adam, süs eşyalarını eriterek rüzgâr veya başka bir mekanizmayla böğürme sesi çıkaran bir buzağı yapmış, sonra da içlerinden bir kısmı;

“İşte sizin de Musa’nın da ilâhı budur, fakat o unuttu (onu aramaya Tûr’a gitti.)” (Tâhâ, 20/88) demişler ve tapınmaya başlamışlardı. Her ne kadar Hazret-i Harun onlara;

“Ey kavmim! Siz onunla sınandınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah’tır. Bana uyun ve emrime itaat edin!” (Tâhâ, 20/90) dediyse de Mısır’da yaşadıkları uzun asırlar boyunca öküze tapan Mısırlılar’dan da etkilenen İsrail Oğulları onun sözüne kulak asmadı ve; “Musa bize dönünceye kadar buna tapmaya devam edeceğiz!” (Tâhâ, 20/91) dediler. Daha Tur’da iken durumdan haberdar edilmiş olan Hazret-i Musa, kızgın ve müteessif bir hâlde dönerek kavmini ayıpladı ve vahiy yazılı levhaları öfkeyle elinden atıp, Hazret-i Harun’un saçını ve sakalını çekiştirerek;

“Ey Harun! Bunların saptığını gördüğünde bana tâbi olmaktan seni ne alıkoydu? Emrime âsi mi oldun?” (Tâhâ, 20/92-93) diye çıkıştı. O zaman Hazret-i Harun, şefkat duygularını celbetmek için Hazret-i Musa’ya şöyle dedi:

“Ey anamın oğlu! Saçımı sakalımı yolma! Ben, senin; «İsrail Oğulları’nın arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın!» demenden korktum.” (Tâhâ, 20/94) Çünkü Hazret-i Musa, Hazret-i Harun’u vekil bırakarak kavminden ayrılıp giderken ona;

“Kavmim içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma!” (el-A‘râf, 7/142) diye vasiyette bulunmuştu. Hazret-i Harun, firavunun tasallutundan yeni kurtulan ve birliğe çok ihtiyacı olan İsrail Oğulları’nın tefrikaya düşüp dağılmalarından ve Hazret-i Musa’nın bu sebeple kendisine kızmasından çekinmiş, her şeye rağmen kavminin birliğini muhafaza etmeye çalışmıştı. Bununla birlikte elbette o, İsrail Oğulları’nın tevhidini (dirlik ve birliğini) inançtaki tevhide yeğ tutmuş değildir. Daha önce kaydettiğimiz âyetin de şahâdetiyle onları engellemek için elinden gelen gayreti göstermişti. Kıssanın başka bir sûredeki versiyonunda Hazret-i Musa’ya verdiği cevap, onun bu konudaki gayretinin derecesini gösterir:

“Anamın oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf düşürdüler ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme ve beni bu zâlim kavimle bir tutma!” (el-A‘râf, 7/150)

Bunun üzerine Hazret-i Musa;

“Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et! Zira Sen merhametlilerin en merhametlisisin!” (el-A‘râf, 7/151) diyerek istiğfar etti.

Hazret-i Musa ve Hazret-i Harun arasında böyle bir hâdise cereyan etmiş olsa ve Hazret-i Musa öfkeyle Hazret-i Harun’a çıkışsa da; öfkesi ve çıkışması, nefsi için değil Allah içindi. Hazret-i Musa ve Hazret-i Harun, neseben kardeş olmalarının yanı sıra hak yolda birbirinin destekçisi olmaları hasebiyle din kardeşi de olan, kardeşlere örnek teşkil eden iki timsal şahsiyettir. Kur’ân’da şöyle buyurulur:

“Andolsun biz, Musa ve Harun’a lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. Kendilerine yardım ettik de galip gelen onlar oldu. Her ikisine de apaçık anlaşılan kitabı verdik. Her ikisini de doğru yola ilettik. Sonra gelenler içinde, Musa ve Harun’a selâm olsun, diye iyi bir nam bıraktık. İşte Biz, iyileri böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz o ikisi Bizim mü’min kullarımızdandı.” (es-Sâffât, 37/114-122)

Kardeşini seçmek kişinin elinde değildir. Allah, herkese Hazret-i Musa’ya nasip ettiği gibi kendi nesebinden bir din kardeşi nasip etmeyebilir. Aksine Kābil ve Hazret-i Yûsuf’un kardeşleri gibi bir kardeş de takdir edebilir. Ancak kişinin dînini ve dolayısıyla din kardeşini seçmesi elindedir. Nitekim sahâbe-i kiram gerektikçe ana-babalarını ve kardeşlerini bile, karşılarına almış, o zamanki Arap toplumunda çok güçlü olan kabîle bağlarını koparıp aralarında hiçbir nesep bağı bulunmayan diğer mü’minlerle örnek bir kardeşlik tesis ederek;

“Mü’minler ancak kardeştir.” (el-Hucurât, 49/10) Kur’ânî ilkesini hayata aksettirmişlerdir. Allah bizi de bu âyetin sırrına erdirsin, nesep kardeşlerimizi dindaşımız kılsın!