Aklı, Sarhoşluktan Korumak… -4-*

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

ÖFKE SARHOŞLUĞU

Süleyman bin Surad -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Bir gün Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. İki kişi birbirine hakaret etti. Bunlardan birinin yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu, boyun damarları şişti ve dışarı fırladı. Bunu gören Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«–Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki bu kızgınlık hâli geçer. Eğer o;

أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ

“Kovulmuş şeytandan Allâh’a sığınırım.” derse, üzerindeki bu hâl kaybolur.»

Oradakiler Allah Rasûlü’nün bu tavsiyesini ona ilettiler.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 11, Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109; Ebû Dâvûd, Edeb 3)

Hadîsin başka rivâyetlerinde öfkelenen kişiye Efendimiz’in tavsiyesi ulaştırıldığında;

“Ben delirdim mi, bendeki bu hâl nedir?” dediği de yer almaktadır.

Öfke; etkisi altına aldığı kişiyi kontrolsüzleştirmesiyle delilik, sarhoşluk gibi hâllere açıkça benzer.

Hadîs-i şerifte de yer alan, boyun damarlarının şişmesi, yüzde ve gözlerde kızarmanın görülmesi kan basıncı ile alâkalıdır. Öfke ânında, kalp çok daha yüksek bir ritimde çalışır. Efendimiz, öfkeyi “Kalpteki bir ateş…” olarak tarif etmiştir. Günümüz tabirleriyle, psikolojik sebeplerin biyolojik yapıda bir galeyan, bir hararet meydana getirmesi diyebiliriz. Öfke; kontrol altına alınmazsa, söndürülmeyen bir ateşin her şeyi tutuşturarak büyümesi gibi, insanın söz ve davranışlarını maddî-mânevî zarara sürükler. Hiddet, şiddete dönüşür.

Öfke, nefret ile alâkalıdır. Gazap kelimesiyle aynı harflerle buğz ve bağzâ’ kalpteki bu kin ve nefreti ifade eder. Yine gayz da kalpte kaynayan kinle karışık öfkedir.

Birtakım ürkütücü sesler çıkaran, âdeta homurdanan ve hattâ patlayacakmış ve yarılıp etrafa dağılacakmış gibi gürül gürül yanan bir soba düşünün… Cehennemi tarif ederken kullanılan bu tağayyuz hâli de öfke ile aynı köktendir. Türkçede de kızmak fiili ve kızgın sıfatında aynı bağı görürüz.

Öfke ateşinin maksadı, intikamdır. Gururun incinmesi, bir zarara uğranması, hedeflenen bir menfaatin elde edilememesi, sevilmeyen bir başkasının bir menfaat elde etmesi (haset) gibi sebeplerle; bir kişiye düşmanlık, kin ve nefret beslemek ve bu kişiye zarar vermek isteğidir.

BİR İHTİYAÇ VE METOT OLARAK

İnsanın maddî ve mânevî hayatiyetini sürdürmesi için, kendisine gazap kuvveti verilmiştir. Hayatta kalmanın basit ölçüsü faydayı elde etmeyi istemek, bu yolda çalışmak ve zararı bertaraf etmek veya ondan kaçmak ve kaçınmaktır. Bunun ilk kısmı şehevî kuvveti, ikinci kısmı gadabî kuvveti anlatır. Bu kuvve; bir ucunda agresiflik ve saldırganlığı, diğer ucunda korkaklığı işaret eder. İtidali de yerine göre temkin, yerine göre cesaret ve şecaat olur.

Kişinin varlığına tehdit oluşturan şeylerden nefret etmesi, onları bertaraf etme duygusu beslemesi öfkedir. Kur’ân’da şeytanın, Hazret-i Âdem ve Havvâ’ya yaptıkları anlatılarak, insanın şeytandan nefreti kabartılmaya çalışılır. Yine dünyanın fânîliği hasebiyle, ukbâya nisbetle çirkinliği gösterilerek, ondan iğrendirilmeye çalışılır. Hadîs-i şeriflerde, küfre dönmeyi ateşe düşmek korkusuyla; îmânı, soğuk su içme arzusuyla mukayese eden ifadeler de bu minvalde görülebilir.

Modern psikolojide de, sinir dili programlanarak, insanın hissiyat ve dolayısıyla davranışlarının daha iyi bir noktaya getirilmesi hedeflenmektedir. Dindar çevrelerde yetişenler, içki ve hınzıra karşı böyle bir nefretle kendiliklerinden dolarlar. Fakat insanın tabiî olarak meylettiği mal, kadın, makam gibi şeylere karşı böyle bir toplum psikolojisi geliştirilemez. Çünkü bunlar, helâliyet ve meşrûiyet tarafları da olan şeylerdir. Burada da hınzıra karşı gelişen, çirkin görme ve uzak durma duygusunu, bütün haramlara karşı geliştirebilmek, eğitimin en büyük başarılarından olacaktır.

BİR TAVIR OLARAK

Dolayısıyla, öfke; temelindeki nefret ve buğzun adresine göre anlam kazanır, diyebiliriz. Küfürden, putlardan, haramlardan, kötü ahlâktan nefret ve bunlara karşı öfke, bir mü’minde bulunmalıdır.

Fakat burada, kâfiri, küfürden sıyrıldığında potansiyel bir mü’min; günahkârı, günahından kurtulduğunda bilkuvve bir muttakî olarak da görebilmek noktası kaçırılmamalıdır. Buna ensesinde akrep bulunan ve bundan habersiz olan bir kişi misal verilir. Akrepten nefret edilir, onun zararına karşı öfke beslenir; fakat ensesinde bunu taşıyan kişiye ancak merhamet edilir. Akrebi bertaraf etmek için, adamı telef etmek ise, bize «Ayının Dostluğu» kıssasını hatırlatmalıdır!

Öfkenin kendisi, bir ciddiyet sergisidir. İnandığı değerlerin şahidi olan mü’min, onları korumak yolundaki gayretiyle, onlara sataşıldığında göstereceği hiddetle (keskinlik, kat’îyet) de bir duruş sergiler.

Toplumlar, kıymet verdikleri şeylere tasallut olunduğunda, şiddetle mukabele ederler. Din, vatan, namus gibi mefhumları için öfkelenmek, îmanlı bir kalbin işidir. Bir kötülüğü gidermek için fiilî ve sözlü müdahale etmek bir mü’minin vazifesidir. Bunlara güç yetiremeyen bir kişi, îmânın en zayıf halkasında, o fiile karşı kalbî bir buğzu taşımak mecburiyetindedir. (Müslim, Îmân, 78)

Bu mânâda, batı dünyasında yükselen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e yapılan kin dolu, hakaret dolu saldırılara da mü’minlerin tepki göstermesi tabiîdir. Hattâ îmanlarının göstergesidir. Batı dünyası; bayrağından don biçen, en pespaye gerdanlara dinlerinin remzi olan haçın konmasına karşı koyamayan; dîni, ayaklar altına serilmiş bir toplumdur. Müslümanların, içinde bulundukları onca buhrana rağmen Peygamberlerine hakarete müsaade etmemek için çırpınmaları; batıdaki birçok kıvılcım bekleyen gönülde hakikatin ilk ışığını yakabilir.

HİDDETTEN ŞİDDETE

Ancak hiddetin, hak nâmına da olsa orantısız, haksız bir şiddete dönüşmesi mâzur görülmez. İslâm’da bazı suçlara karşı verilen cezaların dahî öfkeyle, haşin bir şekilde uygulanması yasaktır. Öfke ile hüküm verilmeyeceği gibi, ceza da infaz edilmez.

Yıllarca süren Mekke döneminde, bin bir hakarete uğrayan mü’minler, mukabelede bulunmak, intikam almak imkânından da mahrum idiler. Bu dönemde nâzil olan âyet-i kerîmeler de sabretmeyi telkin ediyordu. (Âl-i İmrân, 176, 186; el-A‘râf, 199; Tâhâ, 130, Sâd, 17; Kāf, 39; el-Müzzemmil, 10) Bir intikam alınacak, bir ceza verilecekse; bunun asıl adresinin âhiret olacağı bildiriliyordu. (ed-Duhân, 14-16) Müşriklerle münasebetlerde gönüllerin yumuşayabileceği karşılıklı konuşmalar, öfke temelli didişmelere dönüşürse, keremli bir şekilde ayrılık emrediliyordu. (el-Müzzemmil, 10; el-Furkān, 63, 72; el-En‘âm, 68; 106; el-A‘râf, 199)

ÖFKENİN YATIŞMASI

Öfkenin giderilmesine sakinleşmek, teskin, sükûnet diyoruz. Yani kalbin atışlarının normale dönmesi.

Öfke nasıl yatışır?

1. İntikam alarak.

2. Acziyet, karşı intikam korkusu ve sâire ile çaresizlik sebebiyle…

3. Karşı tarafın özürü, iyiliği, kendini affettirmesiyle…

4. Öfkeyi yenerek, yok ederek…

Harbin gerekçeleri arasında, mazlum müslümanların gönüllerindeki; işkenceci, zalim kâfirlere karşı birikmiş kinin giderilmesi de zikredilmiştir. (et-Tevbe, 14, 15) Bedir Harbi, tarihte böyle bir vazife görmüş, Bilâllerin, Ümeyyelerden; İbn-i Mes’ûdların, Ebû Cehillerden intikamları alınmıştı. Bu duyguların bir an önce bertaraf olması, çok değil, 6 sene sonra Mekke’nin fethinin, olabilecek en kansız şekilde gerçekleşmesine yardımcı olacaktı. Uhud Harbi de müşrikler için Bedir’in intikamı oldu. Üçüncü harp Hendek ve sonrasındaki Umre, Hudeybiye ve Fetih gibi karşı karşıya gelişlerde artık, fiilî çarpışma asgarî seviyeye inmiştir.

Şehevî duyguların, taleplerinin karşılanmasıyla dinmemesi gibi, öfke de intikamla sadece geçici olarak yatışır. Hattâ zafer sarhoşluğuyla, artış da gösterebilir. Hiddet ve gaddarlık artabilir.

Kısâsı bir hayat ölçüsü olarak koyan Kur’ân-ı Kerim; burada da af ve diyet yolunun seçilmesini, katil ile karşılık yolunda aşırılığa kaçılmamasını tavsiye etmektedir. (el-İsrâ, 33)

İntikam duygusu, aşırıya kaçmaya çok yatkın bir histir. Hadîs-i şerifte, kötülüğe karşı daha aşırı bir mukabelede bulunmak münafıklık alâmetleri arasında sayılırken (Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17; Müslim, Îmân 106), âyet-i kerîmede, öfkenin yerini temkin ve itidale bırakması sağlanmaya çalışılır:

“Ceza verecek olursanız, size yapılan muamelenin misliyle cezalandırın. Ama eğer bu hususta sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır.” (en-Nahl, 126)

Çünkü, kötülükleri iyiliğe tebdil edecek şey, kötülüğe misliyle değil, iyilikle mukabelede bulunmaktır. (Fussılet, 34) Buna da ancak büyük bir olgunluk ve sabır ile ulaşılabilir. (Fussılet, 35)

Hendek Harbi’nde, Medine’yi işgal etmek maksadıyla gelen kâfir ordularının, zafer ve ganîmet gibi muratlarına erişemeden, kan dökmek, intikam almak gibi öfkelerini yatıştıracak emellerine ulaşamadan, ilâhî bir rüzgâr ile sökülüp atılmaları ve geri çevrilmeleri âyet-i kerîmede vurgulanmıştır:

“Allah, o inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfke ve kinleri ile geri çevirdi. Savaşta Allâh(ın yardımı) mü’minlere kâfî geldi. Allah güçlüdür, mutlak galiptir.” (el-Ahzâb, 25)

Bu âyet-i kerîmede, «öfkeleri ile» ifadesine, «öfkeleri sebebiyle» mânâsını vermek de mümkündür. Kalpte galeyâna gelmiş, kontrolsüz bir öfke, sadece yakıp-yıkmaya yarar. Fayda elde etmeye, bir projeyi başarmaya, bir neticeye ulaşmaya yaramaz.

Müslümanlara kin güdenlere karşı âyet-i kerîmede yer alan; “De ki: Kininizden (kahrolup) ölün!” (Âl-i İmrân, 119) ifadesinde de, kinin insanı kudurtan, maddî-mânevî felç eden, saf dışı bırakan özelliğine işaret vardır.

Hazret-i Musa’nın, peygamberliğinden önce, yetiştiği firavun sarayının bir ferdi olarak, toplumda gördüğü haksızlıklara fiilen ve şiddetle müdahale etmesi, kazarâ bir kişinin ölümüne sebebiyet vermesiyle aleyhine neticelenmişti. (el-Kasas, 14-19)

Gazap girerse gönül mâsivâya torba olur!..
Niyet-garez karışır, sirke balla çorba olur!..
Kasas’ta Hazret-i Mûsâ’yı can gözüyle oku;
Sabırla pişmeyen, ıslah peşinde zorba olur!.. (Tâlî)

Hazret-i Ali, savaşta haklamak üzere olduğu bir kişiyi, mübârek veçhine tükürdüğü için bırakmıştı. Çünkü nefsi adına öfkenin, Hak nâmına adaleti icrâ faaliyetine karışmasını istemiyordu.

KARDEŞLER ARASINDA YERİ YOK!

Buraya kadar haklı öfkelerin dahî, ciddiyet tavrından öteye geçecek bir şiddete dönüşmesinin dînimizce makbul görülmediğini serdetmiş olduk. Haksız yere öfkelenmek ve hiddeti şiddete dönüştürmek ise, fâciaların fitilidir.

Kardeşler arasında -Hak nâmına ölçülü hiddetler hâriç- kibir ve şiddet değil, alçakgönüllülük ve merhamet esastır. (el-Mâide, 54; el-Fetih, 29)

Hazret-i Mevlânâ, bu açıdan öfke ateşini, cehennem ateşinin ta kendisi olarak tasvir eder:

“Sen hiddete kapılıp, gönüller kırmış, onlara ateş düşürmüş isen, o ateş senin için cehennem ateşinin mayası olur. Senin öfke ateşin bu dünyada bile seni yakar, yani zillete düşürür. Ondan doğan cehennem ateşi ise bu zilletin neticesi olarak seni âhirette de ebedî olarak yakar.”

Sarhoş iken sarf edilen sözler daha sonra çoğu kez hatırlanmaz. Öfkeli anlarda sarf edilen sözlerin de çoğunlukla hatırlanmaması, «öfkeyle ağzımdan böyle bir söz çıkmış olabilir.» tarzı yaygın savunmalarla sâbittir.

Sadece söz değil elbette. Öfke sarhoşu; kavga eder, adam boğazlar, kendine veya başkasına zarar verir. Üçüncü sayfa haberlerinin meşhur ifadesiyle bu hâlin adı cinnettir…

Bu yazıyı hazırlarken, 15 yaşında bir sekizinci sınıf öğrencisinin, geç kaldığı için kendisini idareye gönderen öğretmenini bıçaklayarak öldürdüğü haberini işittim. Altı yıl önce de aynı yaşlarda bir çocuk, arkadaşlarını bıçaklamıştı. Bunun teessürüyle şu mısraların yer aldığı bir şiir doğmuştu:

Küçücük kalbini nefretle mi doldurdun oğul?
Şu bahar vakti yazık, sen gülü soldurdun oğul!

Nereden rûha bulaşmış bu cinâyet virüsü?
Daha bir süt kuzusuyken, kana saldırdın oğul!

Nice îkazlara aldırmadı şiddet oyunu,
Hangi tahriklere, iğfallere aldırdın oğul?

Sana kātilleri seyrettiren ekranlara yuh!
Körpe vicdânını sattın ya da çaldırdın oğul!

TEDBİRLER

Bu bilgiler ışığında mü’min kardeşler arasında meydana gelen öfke ile ilgili olarak yapılabileceklerin iki türlü olabileceğini anlayabiliriz:

Öfke galeyânı meydana geldikten sonra, zarara dönüşmesini engellemek adına yapılabilecekler.

Genel olarak öfkelenmeye karşı alınabilecek tedbirler.

Yazımıza girişteki, şeytandan Allâh’a sığınma tavsiyesi, o sarhoşluk ânında, bir an durup, durulup öfkenin ve temelindeki nefretin servis sağlayıcısını düşünmeye davettir. Şeytan, insanlar arasına öfke ve düşmanlık atmak ister. (el-Mâide, 91) Bu sebeple, şeytandan bir kışkırtma, bir dürtme, tahrik geldiğinde, hemen Allâh’a sığınılmalıdır. (el-A‘râf, 200; Fussılet, 36)

Bu sığınmanın lisan ve zikir yolu, eûzu besmele çekmek, fiilî yolu da, Allâh’ı, âhireti, hesabı hatırlayarak, söz ve davranışları kontrol altına almaktır. Öfke, benliğin azametinden cesaret alır; Cenâb-ı Hakk’ı düşünmek, kulun âcizliğini, hiçliğini idrâk etmesidir ki, öfkeyi dindirir. Allâh’a karşı kusurlu ve mahcup olmayan kul yoktur. O’nun affına muhtaç olmayan kimse yoktur. Öfkelenen kişi, Cenâb-ı Hak’tan af beklediğini, Allâh’ın da affedenleri sevdiğini hatırlayınca, sükûnete erecektir.

Davranışı kontrol altına almanın bir yolu, hareketi kısıtlamaktır. Ayakta olanın oturması, oturanın uzanması zarar verici hareketleri kısıtladığı gibi, kalbin normal ritmine dönmesine de yardımcı olabilecektir. Çünkü hararet ile hareket arasında irtibat vardır. Öfkenin zararı genellikle insanı aceleye sevk etmesindedir. Teennî, durup düşünmek, ihtiyat ise hareketi ertelemeyi emreder.

Öfkeyi, kalpte meydana gelen bir ateş, bir hararet olarak tarif eden Cenâb-ı Peygamber, o ateşi; dokunulacak toprakla ve abdest alarak suyla teskin etmeyi de tavsiye etmiştir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 4)

Bu anlık çözümlerin dışında, umumî olarak da öfkeyle mücadelenin yolları gösterilmiştir.

Efendimiz, «Öfkelenmeme»yi prensip hâline getirmeyi, cennete götürecek bir davranış olarak ifade etmiştir. (Buhârî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73) Kur’ân-ı Kerim, öfkelerine hâkim olanları methetmiştir:

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân, 134)

Öfkelerini yutanlar şeklinde tercüme edilen âyetteki ifadenin fiil kökü, nefesi tutmak, sükût etmek, kendini tutmak gibi mânâlara gelir. Dili konuşmaktan, âzâları da hareketten menetmek.

Âyette bunu perçinleyecek iki madde daha vardır: 1. Affetmek. 2. İyilik yapmak.

Bu tavsiyeleri yerine getirerek öfkeyi yenebilmenin zorluğunu şu hadîs-i şerif dile getirir:

“Yiğit dediğin, güreşte rakîbini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman öfkesini yenen kişidir.” (Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107, 108)

Tasavvuf erbabının şu tavsiyesi, öfkenin temeli olan nefret tohumlarını kalpten uzak tutmakla ilgilidir:

“Sana yapılan kötülükleri unut ki, kalbinde kin ve öfke tomurcuklanmasın.”

Öfke sarhoşluğunun şarabı, kalbe doldurulan nefrettir. Bu kötü alışkanlık terk edilirse; rızâ, tevekkül, huzur duygularıyla bu sarhoşluktan kurtulmak mümkün olacaktır.

Muhabbet iklimi olsun, gönülde koyma kini,
Ne mümkün insan için gizlemek gönüldekini…
Öbür tarafta boy atmakta gül veyâ zakkum;
Gönülde ektiğimizdir, öbür cihân ekini… (Tâlî)

___________________

* Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri -12-