Hak Bildiği Yolda Yalnız Gidecek Kadar Cesur Şeyhülislâm MUSTAFA SABRİ EFENDİ

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Birinci Cihan Harbi bitmiş, memleketi batıranlar sonunda kaçıp gitmişlerdi. Meclis kurulduğunda Sultan Vahîdeddin, padişah, ben de şeyhülislâmdım. Padişah, mebuslara hitaben;

“Adaletten ayrılmayın, düşmanlıkları silin ve memleketin imarına çalışın!” tarzında bir konuşma yapmışlardı. Bir müddet sonra mebusların çoğu ayrılmış, birkaç arkadaş kalmıştık.

Padişah şöyle dedi:

“–Harp bitti, bir deve kurban etmeli!”

Ben de söz aldım ve fikrimi şu cümlelerle ifade ettim:

“–Efendi Hazretleri, bu durumda deve değil, insan kurban etmeli. Eğer akan kanların ve bu cinayetlerin fâilleri sorgulanmazsa adaletten söz edilemez. Şayet bu tahakkuk etmezse, cinayet basit bir iş hâline gelir. Bu felâketzede memlekette, hakikî bir adalet icrâ edilmeyecek olursa, sonumuz tehlikeli olabilir.”

***

1869’da Tokat’ta dünyaya gelen Mustafa Sabri Efendi, Harb-i Umûmî sonrasının o karanlık günlerinde, düşüncelerini yukarıdaki şekilde beyan etmekte, hakikî adaletin teessüs etmediği ülkelerin sonunun felâket olacağını söylemektedir.

M. Sabri Efendi, tahsil hayatına memleketi olan Tokat’ta başlamış, on yaşında hâfızlığı bitirmiş, daha sonra devam ettiği medresede Zülbiyezâde Ahmet Efendi’den icâzet almıştı. Sonraki yıllarda İstanbul’a gidip başta Şeyhülislâm Ahmed Âsım Efendi olmak üzere, devrin önemli âlimlerinden ders almış, genç yaşta (21) ruûs imtihanını kazanarak Fatih Camii müderrisliğine tayin edilmişti.

***

Müderris olduğu medreseye bir gün babası Kadı Ahmed Efendi gelmişti. Ders anlatırken oğlunu ayakta dinlemiş, sonra da; “Çok çabuk hoca olmuş, bir müddet daha talebelik yapmasını isterdim.” demişti. Mustafa Sabri Efendi, ara sıra babasının bu sözünü hatırlayarak, kendisini rahmetle anarmış…

MÜBTELÂ-YI GAMA SOR!

27 yaşında Yıldız Âsâriye Camii imamlığını kazanan Mustafa Sabri Efendi; bir buçuk yıl sonra, Sultan Abdülhamid’in de katıldığı Huzur Dersleri’ne en genç üye kabul edildi. Bu hizmete, 1913 yılına kadar on beş yıl aralıksız devam etti. M. Sabri Hoca, 1900 yılında Yıldız Sarayı Kütüphanesi Hâfız-ı Kütübü oldu. Meşrûtiyet’in ilânından sonra Tokat mebusu sıfatıyla meclise girdi. Fakat bir müddet sonra İttihatçıların yanlışlarını görerek, karşılarına geçti.

Mustafa Sabri Efendi, başından hayli sıkıntılar geçmesine rağmen, hak bildiği yolda yalnız gidecek kadar cesurdu. İttihatçılarla arasının açık olduğu günlerde evlerini basacaklarına dair emareler hissetmişti. Düşündüğü gibi de oldu. Polisler, bir gün yatsıdan sonra evine geliverdiler. Kapıya küçük kızı çıktı. Onlar soruştururken; hoca, evi damdan terk etti.

***

M. Sabri Efendi, bu hâtırasını şöyle anlatır:

“Evimizin bitişiğinde bir kereste deposu vardı. Bizim damın kiremitleri üzerinden sürünerek yan komşunun damına geçtim, çatı kapağını açarak kendimi bekçinin odasına sarkıttım. İçeri atlayınca büyük bir gürültü çıktı. Odada kalan bekçi, beni birden karşısında görünce korktu, heyecanla dışarıya çıkmamı söyledi. Kendisinden, kerestelerin altında gecelememe müsaade etmesini istedim, kabul ettiler…”

***

Ertesi sabah alelacele Romanya’ya giden bir gemi ile yurdu terk eden Mustafa Sabri Efendi, bir müddet Bükreş’te kaldıktan sonra yakalanıp cezaevine atılmış, Harb-i Umûmî’de Osmanlı ordularının Romanya’ya girmesi üzerine oradan alınıp İstanbul’a getirilerek, Bilecik’te ikamete mecbur edilmiş, birkaç yıl sonra da affedilmişti.

VATANDAŞLIKTAN KOVULDU!

1918’de Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye üyeliğine getirilen Mustafa Sabri Efendi, Şûrâ-yı Devlet reisliğine de vekâlet etti. 1919’da Tokat mebusu seçildi. İki ay sonra Ferit Paşa hükûmetinin şeyhülislâmı olarak tayin edildi. Bu arada Medrese-i Mütehassısîn ve Süleymaniye Medresesi’nde hadis müderrisliğini de sürdürüyordu.

M. Sabri Hoca, Cumhuriyet’in ilânından sonra, oğlu İbrahim Sadri ile birlikte 150’likler listesine alındı. Tevkif edileceği sırada ailesiyle birlikte İskenderiye’ye hareket etti, oradan da Kahire’ye geçti. 1924 yılı Haziran’ında T.C. vatandaşlığından çıkarılan bu büyük âlim, Hicaz Emîri Şerif Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye gitti, 5,5 ay orada ikamet ettikten sonra yeniden Kahire’ye döndü. Bir süre sonra Mısır’dan Yunanistan’ın Gümülcine şehrine göçerek (1927), orada beş yıl kaldı, bu süre içinde «Yarın» isimli bir dergi çıkardı. M. Sabri Hoca yayınladığı dergide batılılaşma hareketini şiddetle eleştirdi, Ankara hükûmetine ağır tenkitlerde bulundu. Sonunda Türk hükûmetinin Yunanistan’a yaptığı baskılar üzerine yayını durdurulup yurt dışı edildi.

ÇAYDANLIKTA PİŞEN FASULYE!

Mustafa Sabri Efendi; bu karar üzerine, bir müslüman ülkesine yerleşmek için Atina’daki bazı elçiliklere başvurdu, fakat her birinden ayrı özür beyanları geldi. Ancak Mısır elçisinin özel gayretleriyle yeniden Mısır’a giriş vizesi alabildi.

Ailesiyle birlikte Kahire’ye yerleşti. Ama orada kendisi ve ailesini ağır bir geçim sıkıntısı bekliyordu. Öyle ki aylarca, çaydanlıkta ısıtılarak pişirilen kuru fasulye ile karınlarını doyurmak zorunda kaldılar! Hâlbuki oğlu İbrahim Sadri; hukuk mezunu, iyi yetişmiş, fevkalâde Fransızca bilen bir gençti.

M. Sabri Efendi’nin evine komşu olan ayakkabı tamircisi bir Ermeni; bu temiz genci boş görüp, kendisine iş teklif edince; aile, kunduracı çırağı olarak işe başlayan İbrahim Sadri sayesinde ölmeyecek kadar bir gelire kavuşabildi. Ne var ki mutlulukları uzun sürmedi. İbrahim Sadri; bir gün kösele keserken bıçağı eline kaçırınca, elinde derin bir yara açıldı. Böylece Hoca’nın imtihanlarına bir yenisi eklendi.

DOST DEDİĞİN BÖYLE OLUR!

Bir şeyhülislâmın düştüğü bu hâlden, Mısır’da hayırlı hizmetleriyle bilinen Abdurrahman Âzam Paşa’nın haberi olmuştu… Vakıflardan sorumluydu ve kanunları iyi biliyordu. M. Sabri Efendi’yi çağırtarak, kendisine bir dilekçe yazdırdı. Kurumdan gelen cevap şöyleydi:

“Beytülmalde hakkınız vardır, size maaş bağlanması gerekir.”

Bir yazının sonunda Hoca’ya yedi Mısır lirası maaş bağlanınca, sıkıntıları biraz olsun hafifledi. Hâl böyle devam ederken, Hoca’nın «el-Kavlu’l-Fasl» isimli eserini basan yayınevi, kitabı veliaht Muhammed Ali Paşa’ya takdim etti. Paşa, eseri çok beğenince M. Sabri Efendi’yle bir mülâkat tertip edildi. Paşa, o âna kadar Şeyhülislâm’ın sıkıntılarından haberi olmadığını ve buna çok üzüldüğünü beyan etti ve geçimlerini nasıl temin ettiklerini araştırdı. Gelirlerinin yetersiz olduğunu görünce de ek gelirler tahsis ettirdi. Hoca’nın geçim derdi bitti. O da, mertçe hareket ederek, dostuna şöyle yardımcı oldu:

“Ben şeyhülislâm iken Zâhid Kevserî Efendi, vekîlim idi; bu haktan onun da payı olsa gerek!”

Gelirinin bir kısmını kader arkadaşıyla paylaştı, geç de olsa aç günleri sona erdi.

SÜRÜNEREK GİTMEK İSTERİM!

Âlim ve şair Ali Ulvî KURUCU, hâtıraları arasında şu nükteyi aktarıyor:

“Şeyhülislâm’dan, ömrünün son günlerini Medîne-i Münevvere’de geçirmek arzusunu dile getiren bir mektup almıştım. Cevabî mektubumda şöyle dedim:

«Sizi dört gözle bekliyoruz, eller ve başlarımızın üzerinde karşılarız!»

Gelen cevap şöyle idi:

«Eğer bu günahkâra Medîne-i Münevvere’ye gelmek nasip olursa, o mübârek beldeye girerken başlar üzerinde değil, yerlerde sürünerek girmeyi tercih ederim!»

Fakat Allâh’ın takdiri, hoca Medine’ye gelemeden rahmetli oldu.”

Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi 12 Mart 1954’te 85 yaşında Kahire’de vefat ederek, Abbâsiye Mezarlığı’na defnedildi.

Makamı cennet olsun…