YENİ DÜNYALARIN KEŞFİ -2-

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

PORTEKİZLİLERİN HİNDİSTAN’A ULAŞMASI (1498)

Batılılar, açık denizlere dayanıklı gemilerin yapımını ve geliştirilmesini belli bir süreç içerisinde gerçekleştirdiler. Bu alanda ilk büyük ilerlemeler, Atlas Okyanusu kıyısındaki İspanya ve Portekiz tarafından sağlandı. Coğrafî konumları gereği, Atlas Okyanusu kıyısındaki bu iki ülkenin balıkçılıkla başlayan deniz faaliyetleri; zamanla Asor, Kanarya, Cabo Verde, Madeira ve Sao Tome adalarında sömürgeler oluşturma şeklinde devam etti. Bu adalarda, müslümanlardan öğrenilen şeker kamışından şeker üretme işi yapılmaktaydı.1

Portekizli kaptanlar; zamanla ülkelerinden hayli uzak bölgelere, Afrika’nın batı sahillerine sefer düzenlediler. Açık denizlere daha dayanıklı gemilerle; Afrika’nın güneyine doğru sarkarak, bu bölgelerde balıkçılık yapmaya başladılar. Altın ve köle sağlamak için Mali ve Kongo krallarıyla ilişkiye girdiler. Bu maceralı ve tehlikeli deniz seferleriyle; veba yüzünden azalan iş gücünü köle ticaretiyle aşmaya çalışan Portekizliler ve İspanyollar, ayrıca kurutulmuş ve tuzlanmış morina balığından büyük gelir elde ediyorlardı. Zamanla karavela ismi verilen, açık denizlere daha dayanıklı yelkenli gemiler yaparak denizcilik birikimlerini geliştirdiler. Artık İslâm dünyasından öğrendikleri usturlâpla gök cisimlerinin yükseltisini hesaplamakta, pusula ile nisbeten daha güvenli yolculuk yapmaktaydılar.

Portekizliler; Hindistan’a doğrudan ulaşıp Arap ve Osmanlıları devre dışı bırakarak, baharatı doğrudan satın almalarını sağlayacak bir deniz yolunu bulmaya çalışıyorlardı. Gerçekten de Portekizli gemicilerin İslâm dünyasından elde ettikleri coğrafî bilgiler, bu keşiflerin başarısında son derece etkili olmuştur.

Büyük bilim tarihi uzmanlarından Fuat SEZGİN şu tarihi tespiti yapmaktadır:

“On beşinci yüzyıldan itibaren İslâm coğrafyacılarının çizdikleri haritalar, Portekizlilerin eline geçmişti. Portekizliler esasında hiçbir şey keşfetmediler; dolayısıyla Portekizliler modern denizcilik biliminin kurucusu değildir. Müslümanlar, Afrika’nın güneyindeki yolu kullanarak 9. yüzyılda, Çin ile ticaret yapıyorlardı. Hint Okyanusu, 15. asırda müslümanların elinde bir İslâm gölü gibiydi. Portekizliler Arapça haritalara dayanarak, ilk Avrupalılar olarak Hindistan’a deniz yoluyla ulaşmışlardır.”2

Portekizliler; gemi teknolojisindeki ilerlemeler ve tarihî değişikliklere imza atan cesur gemicilerinin yetişmesi sayesinde, Afrika’nın batı kıyılarından başlayarak önce Ümit Burnu’nu aştılar ardından da Hindistan’ın Kalküta limanına ulaşmayı başardılar. 1488 yılında Bartolomeu Dias (ö. 1500) Afrika’nın güney burnunu dolaştı, ama yorgun tayfaları onu Portekiz’e geri dönmeye zorladılar. 1497 yılında Portekiz Kralı I. Manuel, Vasco da Gama (1469-1524) komutasında dört gemilik bir filo kurdu. Bu filo, en yeni ve en iyi teknolojiyle ve Prens Henrique’nin bilim adamları tarafından çıkarılmış yıldız haritalarıyla donatılmıştı. Da Gama’nın gemileri Afrika’yı dolaşıp kıtanın doğu sahilinden yukarı doğru çıktı ve Hint Okyanusu’nu tanıyan denizcilerin bulunduğu şehirlere ulaştı. Da Gama rehber olarak bir Hintli müslüman gemi kaptanı tuttu ve Umman Denizi’ni boydan boya geçerek Hindistan’ın batı sahilindeki Kalküta’ya vardı. Vasco Da Gama, 1498 yılında doğu Afrika’nın Malindi limanından Hindistan’ın güney batı kıyısındaki Kalküta’ya gidişini, batı Hint Okyanusu’nun muson rüzgârlarını iyi bilen müslüman bir Hintlinin yardımına borçluydu.3

Da Gama, Hintli ve Arap tüccarlarıyla giriştiği kısa bir mücadelenin ardından umulandan az bir baharatla Portekiz’e döndü. Yine de Portekiz Kralı tarafından «Hint Okyanusu Amirali» unvânıyla taltif edildi. Üç yıl sonra Da Gama yirmi savaş gemisi eşliğinde bir kez daha Kalküta limanına gitmeyi ve kendilerinin sömürgeci emellerine mânî olmak isteyen Hint filosunu saf dışı bırakmayı başardı. Çok geçmeden tarihî liman şehri, Portekizlilerin eline geçti. Zaman içerisinde, bölgede bulunan müslüman emirliklerin çelişkilerinden ve güçsüzlüğünden de yararlanarak Portekiz adına kalıcı ve güçlü sömürge oluşturdular ve on yıl içerisinde Hint Okyanusu’nu bir iç deniz hâline getirdiler.

HADIM SÜLEYMAN PAŞA’NIN HİNT SEFERİ (1538)

Hint Okyanusu’ndaki bu gelişmeler, bölgeye en yakın ve güçlü İslâm devleti Memlûkluları endişeye sevk etmişti. Portekizliler, sömürge alanlarını Kızıldeniz istikameti yönünde geliştirmek arzusunu taşımaktaydı. Memlûklular için karşı önlem almak her bakımdan hayatî önem arz etmekteydi. Zaten Portekizlilerin doğrudan Hindistan’a ulaşmaları sonucunda baharat yollarının önemi azalmış ve Kahire limanlarının ticarî faaliyetleri bütünüyle baltalanmış ve zayıflamıştı. Bu durum Portekizlilerle denizde çatışmayı gerekli kılıyordu. Ancak Memlûkluların, Portekizlilerin üstün nitelikteki top bataryalarıyla donatılmış yüksek bordalı gemilerden oluşan donanmasıyla başa çıkmaları mümkün gözükmüyordu. Bu yüzden Osmanlılardan yardım istemek zorunda kaldılar. Nihayet Osmanlıların da yardımıyla oluşturulan Emir Hüseyin komutasında on iki gemilik Memlûk donanması, Portekizlilerle mücadele etmek amacıyla Süveyş’ten demir aldı. Emir Hüseyin; Portekiz’in elliyi aşkın karaveli, karakası ve kalyonlarından oluşan donanması karşısında, Diu’da ağır bir yenilgiye uğradı. (1509) Böylece Portekiz tahkimatının bölgede ne denli köklü olduğu anlaşıldı.

1517 yılında Memlûklu topraklarını ele geçirmesinden sonra Kızıldeniz üzerinde Portekizlilerle mücadele etme görevini, Osmanlılar tevârüs etmişti. Portekiz sömürgecileriyle çatışma kaçınılmazdı. Tüm müslümanların hâmîsi ve İslâm dünyasının liderliği vasıflarını taşıyan Osmanlı Devleti; müslüman tâcirlerin gemilerini batıran, hacca giden savunmasız insanları öldüren ve en önemlisi Kızıldeniz’e girerek Haremeyn’i tehdit eden Portekiz saldırganlığına karşı harekete geçmek zorundaydı. Böylece iki ülke; anavatanlarından çok uzaklarda, Hint Okyanusu’nda savaşacaklardı.

Hint Okyanusu, müslümanlar için her zaman önemli bir merkezdi. Asırlardır müslüman denizciler, Hint Okyanusu’ndan doğuda Çin’e kadar oldukça geniş bir alanda seyr ü sefer içinde bulunmakta Çin ve Endonezya’dan aldıkları ticarî emtiayı batıya taşımakta, Hindistan ve Afrika kıyılarına uzanan bölgelerde ticarî faaliyetlerde bulunmaktaydılar. Nitekim sekizinci asırdan itibaren bölgede ticaret yapmakta olan Arap ve İranlı müslümanlar, bugünkü Malezya’ya, Endonezya’ya ve Çin’e yaptıkları ticarî seferler sırasında İslâmiyet’i yaymışlardı. Arap, Türk ve İranlı tüccarlar, örnek tavırlarıyla Malayların tamamına ve Çinlilerin önemli bir kısmına, inançlarını kolayca benimsetmeyi başarmışlardı. Hattâ Çin’de Ming Hanedanı zamanında Çinli müslümanlar, deniz ticaretinde oldukça etkiliydi. Çin İmparatoru Ming Yongle zamanında müslüman bir amiral olan Cıng Hi (1371-1433) Çin’den Hint Okyanusu’na ve Basra Körfezi’ne yedi büyük deniz seferi gerçekleştirmişti.4 Kısacası asırlardır Arap, İranlı ve Türk denizci tüccarları, Çin’den Batı Afrika sahillerine kadar geniş bir alanda ticareti ellerinde bulunduruyordu.

Osmanlı Devleti, Hint Okyanusu’na Hadım Süleyman Paşa komutasında müdahaleyi gerçekleştirdiği sırada (1538 yılında) enteresan bir tesadüf olarak Barbaros, Preveze’de zafer için Akdeniz’e açılmakta, Kanunî de çok güçlü bir kara ordusuyla Macaristan ve Boğdan üzerine seferde bulunmaktaydı.

Süleyman Paşa’ya donanma hazırlığı için gönderilen emirnamede «Mekke’ye giden hac kervanlarına ve müslümanların ticaretine zarar veren Portekizlileri denizlerden kovmak» ibaresi yer alıyordu. Bazı yabancı yazarların iddiasının aksine Hint Seferi’nde amaç; Hindistan’ı fethetmek değil Portekizlileri Hint Okyanusu’ndan uzaklaştırmaktı.5

Nihayet hazırlıklarını tamamlayan Mısır Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa, Süveyş’ten 80 parçalık bir donanmayla yola çıkmış, gemilere ise 2.000’i yeniçeri 9.000 asker yerleştirilmişti. Gemici, topçu ve yardımcı personelle birlikte donanma; kürekçi ve forsalar hariç 20.000 kişiden oluşmaktaydı. Osmanlıların Portekiz’e karşı tabiî müttefiki olan Venedikliler de, Padişah’ın danışmanı Gian Francesco komutasında 800 askerle bu sefere katkı yapmışlardı. Donanmanın asıl gücünü, Portekizlilerin basilisco (badaluşka) ismini verdiği kale muhasarasında oldukça etkili büyük çaplı toplar oluşturmaktaydı.6

Donanma, Cidde’de bir süre dinlendikten sonra Hindistan güzergâhında bulunan Tâhirî sülâlesinden Âmir bin Dâvud tarafından yönetilen Aden’e yöneldi. Portekiz himayesine girmeye hazırlanan Aden; stratejik konumda, yüksek surlarla çevrili ve mükemmel bir limana sahip şirin bir ülkeydi. Süleyman Paşa; Aden’e girişinin ardından, güven duymadığı Aden Emiri’ni veziri ve üç önemli adamıyla birlikte, fitne çıkarması ihtimalini göz önünde bulundurarak idam etti. Süleyman Paşa; Aden’i Osmanlı hâkimiyetine kattıktan sonra, camilerinde Padişah adına hutbe okuttu. Şehrin idaresini, Mısır ümerâsından Behram Bey’e bıraktı. Bu olay, seferin gidişâtını son derece olumsuz etkiledi, bölgede bulunan İslâm emirliklerini korkuttu ve aynı âkıbetin başlarına geleceği endişesiyle, Osmanlı aleyhinde bir havanın esmesine yol açtı.

Nihayet Süleyman Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması, Gucerat Yarımadası’nın güney ucunda yer alan Portekiz işgalindeki liman kenti Diu’ya doğru dümen kırdı ve kenti kısa zamanda şiddetli bir biçimde muhasara altına aldı. Oysa Kanunî’nin talimatı, doğrudan doğruya ana karargâha yönelik bir saldırı stratejisi izlenmesiydi ve stratejik olarak, korunaklı Diu limanına saldırma yerine Portekiz sömürge güçlerinin idarî merkezi Goa’ya yönelik hamle yapılmalıydı.7

Osmanlı donanması, üst üste taktik hatalar yapmıştı. Hava şartlarının olumsuzluğu ve yanlış zamanlamayla gerçekleştirilen saldırılar sebebiyle, donanmasında ciddî zâyiatlar meydana gelmişti. Süleyman Paşa’nın bölgedeki emirlikleri bir türlü harekâta dâhil edememesi yüzünden, Diu limanını ele geçirmek için yaptığı bütün hamleler, Portekizliler tarafından ustaca savuşturulmuştu. Nitekim Kanunî’nin Hindistan’a donanma göndereceği, Portekizliler tarafından öğrenilmiş ve ciddîye alınmıştı. Gerçekten de Portekizliler; Osmanlı saldırısına özel önem vererek, bölgeye sağlam savaş gemileri sevk etmiş, erzak, asker ve mühimmat takviyesinde bulunmuştu.

Sonuçta Süleyman Paşa’nın sevk ve idaredeki basîretsizliği, mahallî müslüman emirliklerin Aden valisinin idamından olumsuz etkilenerek kendisine yeterli yardımı yapmayarak erzak ve mühimmat yardımını kesmeleri, bu önemli kuşatmanın başarısız olmasına yol açtı. Üstelik kuşatma altında tutulan limanın teslimine çok az bir süre kala donanma, geriye çekilme kararı aldı. Bununla beraber Süleyman Paşa’nın başarısız bu Hint Seferi sırasında Aden, Şihr ve Zebit Osmanlı İmparatorluğu’na dâhil oldu. Ancak İpek ve Baharat yollarını önemsiz hâle dönüştüren sömürgeci Portekizliler bölgeden atılamamıştı. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin ekonomik yönden çöküşünde dönüm noktalarından biri olarak kabul edilmektedir.

________________________

1 Coğrafî Keşifler Tarihi, Davit ARNOLD, Alan Yayıncılık, s. 12.
2 İslâm’da Bilim ve Teknik, Prof. Dr. Fuat SEZGİN, İBB Kültür A.Ş. Yayınları, c. 1, s. 174-175.
3 Coğrafî Keşifler Tarihi, Davit ARNOLD, Alan Yayıncılık, 1995, s. 20.
4 Erken Modern Dönemde Avrupa, Merry E. Wiesner-Hanks, İş Bankası Kültür Yayınları, s. 333.
5 Osmanlı İmparatorluğu Tarihi -VI, Zuhuri DANIŞMAN, Yeni Matbaa, İstanbul, 1965, s. 245.
6 Hadım Süleyman Paşa’nın 1538 Yılındaki Hindistan Seferi, Prof. Dr. Ertuğrul ÖNALP, s. 202 Otam., sa. 23, Bahar 2008, Ankara, 2010, makale.
7 age., Prof. Dr. Ertuğrul ÖNALP, s. 213.