Dünya Tarlasından Bol Mahsul Almak, Berhudârlık İşareti Değil! SOMUNCU BABA

YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Şeyh Hamîd-i Velî Hazretleri 1331 yılında Kayseri’nin Akçakaya Köyü’nde dünyaya geldi. Babası Şeyh Şemseddin Musa el-Kayserî adıyla bilinir… Ataları, Mâverâünnehir bölgesinden Anadolu’ya hicret etmiş Yesevî dervişlerindendi; bu toprakları mânen fetheden alperenlerdendi. Soyu İmam Musa Kâzım’a dayanıyordu, yani seyyid idi…

Hamîd-i Velî, ilk tahsilini ve tarîkat neşvesini babası Şemseddin Musa’dan almıştı. Babasının tavsiyesiyle Sühreverdiyye’nin Ebheriyye1 koluna intisab ettikten sonra Kayseri’nin tanınmış müderrislerinden tahsil görüp icâzet almış, hattâ meşhur âlimlerden Molla Fenârî’nin hocası Dâvûd-i Kayserî’den de tahsil görmüştü. İlmini geliştirmek için Şam’a giden ve orada nakşî şeyhi Şâdi-i Rûmî’ye intisab eden Somuncu Baba, döndükten sonra, uzun yıllar Kayseri ve Darende medreselerindeki müderrislik hizmetinin ardından, bir dostunun tavsiyesiyle Erdebil’e, Şeyh Sadreddin Musa Erdebilî Hazretleri’ni ziyarete gitmişti.

KORKULACAK BİR ŞEY YOK!

Erdebilî Hazretleri, Şeyh Hamîd’in kendisini ziyarete geldiği günlerde çok hasta idi… İrşad emânetini teslim için münasip bir aday arıyordu. Hâlis bir niyetle kendisini ziyarete gelen ve alnında muhabbet nûru parlayan Hamîdüddîn-i Aksarayî’nin, bu emânete ehil biri olduğuna kanaat getirmişti. Şeyh Efendi, misafiriyle tanışıp uzunca bir süre sohbet ettikten sonra, müridlerin toplanmasını emir buyurdu. Zikir ve ibâdet halkası üç gün devam etti. Zikir sona erince, müridler, şeyhin ellerini öperek, dergâhtan ayrılmaya başladılar. Erdebilî Hazretleri, cemaatin dağıldığını görünce;

“–Kimse kalmadı mı?” diye sordu. Çevre arandı ve Şeyh Hamid bir köşede kendinden geçmiş bir vaziyette bulundu. Efendi Hazretleri, onun Diyâr-ı Rûm’a yani Anadolu’ya gitmesini, irşad vazifesine orada devam etmesini emir buyurdular.

Somuncu Baba yola çıktığında, Hoca Ali isimli bir derviş;

“–İran’ın sırlarını Anadolu’ya götürüyor.” şeklinde tezvire başladı. Bunun üzerine Şeyh Sâdeddin Musa Hazretleri;

“–Gözden kayboluncaya kadar kendisini takip edin. Eğer arkasına dönüp bakarsa bizdendir, korkulacak bir şey yoktur!” buyurdular. Şeyh Hamid, yola çıktığında iki defa arkasına bakınca, dervişlerin şüpheleri son buldu.

Şeyh Erdebilî, bu ayrılıştan kısa bir süre sonra fânî dünyaya vedâ etti.

MÜ’MİNLER, SOMUNLAR!

Şeyh Hamîd-i Velî, zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki terakkîsini tamamladıktan sonra, Osmanlı Devleti’nin idarî merkezi olan Bursa’ya geldi. Buradaki ilk yılları hem Halvetiye tarîkatının âdâbına, hem de sahip bulunduğu melâmet meşrebine2 uygun düşüyordu. Zira öteden beri icrâ ettiği müderrislik mesleğini devam ettirmemiş, ancak bir işle meşgul olmaktan da kaçınmamıştı. Geçimini ekmekçilik yaparak sürdürmeye karar vermişti…

Somuncu Baba, -gizlenmek ve görünmemek için- sahibi olduğu merkebiyle dağdan odun getirir, geceleri hamur yoğurur ve ertesi sabah da kendi fırınında pişirdiği ekmekleri halka satardı. Pişirdiği ekmekleri, çarşı-pazar gezdirip satarken;

“Mü’minler, somunlar!” diye bağırırdı. Ekmeklerini, sadece mü’minlere arz etmesinin sebebi, mü’minlerin güzel şeylere lâyık olduğu, dolayısıyla somunlarının onlara nasip olmasını istemesi sırrıyla idi. Maddî-mânevî lezzetli olan ekmeği, Bursa halkı ve esnafı tarafından âdeta kapışılır olmuştu. Hâlbuki Somuncu Baba’nın fırıncılıktan maksadı para kazanmak değil, mânevî makamını gizleyerek ahâliye yaklaşmak, örnek davranışlarıyla onları mânen terbiye etmekti.3

NEDEN BİZİ FÂŞ ETTİN?

Yıldırım Bâyezid, Niğbolu zaferine (1396) bir şükür nişânesi olmak üzere, Bursa’da büyük bir cami inşasına başlamıştı. Ulu Cami adı verilen bu mabedin yapımı 1399’da tamamlandı, Ehl-i İslâm âdetine göre, açılış merasiminin Cuma günü yapılmasına karar verildi.

Sultan Bâyezid, Cuma’daki hitâbet ve imâmetle, namazdan sonraki vaazın, damadı Emir Sultan tarafından yapılmasını istemişti. Huzura çağrılan Emir Sultan, padişahın bu talebine karşı;

“–Bursa’da benden âlim kimseler vardır. Kutb-i zaman burada iken, açılış vaazı etmek bana düşmez. Bu şeref, halkın «Somuncu Baba» dedikleri Şeyh Hamîd’e aittir!” diye cevap verdi. Sultan şaşırdı, aynı teklifin hemen Şeyh Hamîd’e iletilmesini istedi. Padişahın buyruğu üzerine sırrının fâş olduğunu anlayan Somuncu Baba, duygularını şu kelimelerle ifade etti:

“–Hay Emir hay! Neden bizi fâş ettin?”

BİR KISMINI ANLAYABİLDİM!

Ulu Cami’nin açılış günü, çevre illerden gelen büyük ulemâ ve meşâyıhın da bulunduğu kalabalık bir cemaate imamlık yapıp hutbe veren Somuncu Baba, namazdan sonra yapacağı vaazı Fâtiha Sûresi’nin tefsirine ayırmıştı. Fâtiha’yı yedi ayrı açıdan tefsir ederken, bir ara durmuş;

“Bu konuda bazı ulemâmızın da müşkülleri var.” diyerek, Bursa Müftüsü Molla Fenârî’nin gerçekten var olan müşküllerini çözmüştü. Etkili konuşması hem ulemâ, hem meşâyıh, hem de avâm-ı nas arasında hayret ve takdire sebep olmuştu. Hutbe bittiğinde cemaat, Somuncu Baba’nın büyük velî olduğuna iyice kanaat getirmiş, elini öpebilmek için kapılara hücum etmişti. Halkın teveccühü karşısında caminin üç kapısından da çıktığı rivâyet edilir. O, bundan sonra çilehanesine çekilmiş ve bir daha ekmek yapmamıştı.

Onun, Fâtiha tefsirini hem zâhir, hem bâtın ilimlerine vâkıf bir âlim olarak yedi ayrı makamda yapması, bilhassa Bursa müftüsü Molla Fenârî’yi hayrete düşürmüştü. Vaazını dinledikten sonra şeyhe intisab eden Fenârî Hazretleri kendisini tutamamış, cemaate dönerek hayretini şu sözlerle ifade etmişti:

“–Somuncu Baba, burada bizlere hikmetler saçarak büyüklüğünü gösterdi. Fâtiha’yı yedi vecih üzere tefsir eyledi. Birinci tefsiri herkes anladı, ama ikincisini cemaatten bazıları anlayabildi. Üçüncüsünün bir kısmını idrak ettiysem de, bir kısmını idrak edemedim. Ondan sonraki vecihler ise, idrakimizin üstünde kaldı!”

Halkın aşırı hürmet ve ikramından son derece rahatsız olan Şeyh Hamid Hazretleri, kısa süre sonra Bursa’yı terk etmiş, Kayseri’ye doğru yola çıkıvermişti.

ÂHİRETİN BÂKÎ MEYVELERİ

Darende’de bulunduğu sırada dost ve müridlerinden bir derviş, iki parça tarlasından birini Şeyh Hamid hesabına, diğerini kendi adına ekmişti. Şeyhi için ektiği tarladan bir tek tane çıkmamış, kaderin hükmü ile tarlanın mahsûlü telef olmuştu. Fakat kendi için ektiği tarlanın ürünü fevkalâde idi. Somuncu Baba, bir gün ekili tarlalara giderek;

“–Bunların hangisi bizim?” diye sordu. Derviş, şeyhine ayırdığı tarladaki durumdan utanarak, kendisine ait tarlayı;

“–İşte sizinki bu!” diyerek ona göstermişti. Somuncu Baba bu hâle üzülerek, şöyle söyledi:

“–Dünya tarlasından verimli mahsul almak, berhudârlık işareti değil, günah tohumunun yeşermesidir!”

O, âhiretin bâkî meyvelerini dünyada yemek istemiyordu…
***
Yıllar içinde Anadolu’nun birçok bölgesi Somuncu Baba’yı kendinden kabul etmişti. Kayseri, babası Şemseddin Musa’ya; Aksaray, oğlu Yusuf Hakikî’ye (Baba Yusuf); Bursa, evi, çilehanesi ve fırınına; Darende ise cami, tevhidhane ve türbesine sahip çıkmıştır.

___________________

1 Halvetiye’nin bir kolu sayılır.
2 Melâmet; Hakk’a yakınlığını hâl ve kıyafetiyle teşhir etmeyi düşünmeyen, ubûdiyet vazifesini sessiz sedasız yerine getiren, görünürde halk, gönülde Hak’la beraber olan «ehlullâh»ın meşrebidir.
3 Bursa’da Molla Fenârî Mahallesi’ndeki evi, çilehanesi, zikir odası ve iki küçük fırını varlığını hâlâ korumakta, halk tarafından büyük bir ilgiyle ziyaret edilmektedir.