Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri -11-

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

AKLI, SARHOŞLUKTAN KORUMAK… -3-

KORKU, UYKU VE ÖLÜM

Kıyâmetten müthiş bir sahneyi anlatarak başlayan Hac Sûresi’nin ikinci âyetinde, o âfet ânının dehşetinden dolayı sağa, sola savrulan, çılgına dönmüş, fakat yapacak bir şey de bulamayan insanların hâli, sarhoşlara benzetilmiştir:

“Onları, sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş vaziyette görürsün.” (el-Hac, 2)

Burada, korku ve dehşetin insan kimyasını bozup, onu akıllı, kontrollü davranıştan çıkarması anlatılmıştır.

KORKU SARHOŞLUĞU

İnsan bünyesine, hayâtiyetini korumak, kıymetlerine sahip çıkmak üzere korku kuvvesi verilmiştir. Tehlikeden uzaklaştıran bu duygunun ileri hâli, uhrevî ateşten uzaklaştıracak Rahmânî bir korkudur. Takvâ, mehâfetullah, haşyet adlarıyla anılan bu korku, ümit / recâ ile dengelidir.

Bazı hâllerde, ölümden koruyan tabiî korku ile, cehennemden koruyan uhrevî korku karşı karşıya gelir. Meselâ cihadda…

Âhiret inancı sağlam bir kişi, derhâl tercihini ikinciden yana yapar ve ölüm korkusunu üzerinden atar, şehâdete koşar. Fakat âhiret inancı zayıf olursa; can tatlı gelir, ölümün korkusu insanın bütün benliğini kaplar. Göz; tıpkı sarhoşta olduğu gibi yerinden kayar, ölmeden ölüm sarhoşluğuna dûçâr olur! Şu âyet-i kerîmede bu çirkin sarhoşluk anlatılmıştır:

“Îmân edenler; «Keşke savaş hakkında bir sûre indirilseydi?» diyorlar. Fakat net ve kesin bir sûre indirilip de içinde savaşma emri zikredilince; kalplerinde hastalık bulunanların, ölüm sekerâtına giren kimsenin bakışı gibi boş gözlerle Sana baktıklarını görürsün…” (Muhammed, 20)

Bu korku galeyânı, çok büyük günahlara sevk eder:

Cepheden firar…

Hakkı söyleyememe…

Zalime tabasbus…

Zulme rızâ…

Zillet…

Bir müslümanın sahip olması gereken hasletlerden biri de cesaret ve şecaattir. Cenâb-ı Hak, korkunun gerçek adresi olarak, Allâh’ın kahrı ve gazabı, kıyâmet ve mahşer yerinin dehşetlerini arz eder. (en-Nahl, 50; el-İsrâ, 57; en-Nûr, 37; ez-Zâriyât, 37; el-İnsân, 7) Ölümü, işkenceyi hiçe sayan mü’minleri metheder. (el-Ahzâb, 23; el-Burûc, 4-11) Kâfirlerin kıyâmet ve mahşerden korkmamalarını kınar. (el-Müddessir, 53)

Korku üzerindeki bu büyük vurguya rağmen, “Allah’tan korkulmaz, Allah sevilir.” türü, hıristiyan eğitim ve ilâhiyat sisteminden kaynaklanan, İslâmiyet’te temeli olmayan itirazlar zaman zaman dile getirilmektedir. Bu konuda îmâl-i fikir etmiş bulunan Necip Fazıl’ın yazı ve şiirleriyle daha evvel bir makale hazırlamıştık.*

UYKU SARHOŞLUĞU

Uykunun da sarhoşluğu olur. Rüyaları, kâbusları olur. Onların da Rahmânîsi olur, şeytânîsi olur, nefsânîsi olur…

Müttakî kullar; uykunun çokluğu, katılığı ve gafletine karşı da çare ararlar. Uykunun sarhoşu olmamaya çalışırlar. Uyku ihtiyacının, gıda ile irtibatını yakalar, fazla yemenin fazla uyumakla neticeleneceğini idrak ederek, kontrollü bir şekilde yiyip içerler.

Yatsıdan sonra erken yatıp, gecenin son diliminden gün ağarıncaya kadar olan vakti, uyanık geçirme gayretinde olurlar. Geceleri az uyur ve seher vaktinde istiğfâr ederler. (ez-Zâriyât, 17-18)

Günümüz dünyasında ise, anlayış tersinedir. Prime-time denilen, en kıymetli vakitlere; en cazip maçlar, filmler, diziler getirilerek, insanların evlerinde geçirebildikleri saatlerin ilk dilimi işgal edilmekte, beden ve zihinlerin seher ve fecir vakitlerinde yığılıp kalması sağlanmaktadır.

Uyku düzeni, insanın hükmedebileceği bir sahadır. Yeter ki azmetsin.

Müftülükte çalıştığım yıllarda nöbetçi olarak baktığımız fetvâ hattını sık sık arayan bir kadıncağız, vücudunun uyku saatini bozmuş, sabah namazı vaktinde uyanık kalamayacağına kendini inandırmıştı. Fetvâ hattından sürekli, sabah namazını kuşluk vaktinde kılmasının uygun olup olmadığına dair, nefsine uygun görüş istiyordu.

Rabbimiz’in, beş vakit namazı mevsimlere göre değişen aralıklarla günün çeşitli dilimlerine yayılır tarzda, mevkut / vakitli bir şekilde farz kılması; insana, vücut saatini de ayarlamasını öğretmek hikmetine mebnî olmalıdır. (en-Nisâ, 103)

Geceleri oturup, gündüzleri uykuyla geçirmek, insan için Cenâb-ı Hakk’ın takdir ettiği nizamı (el-Furkān, 47, 62; en-Nebe’ 9-10) bozmak demektir. Gecenin mühim bir kısmını ibâdete ayırmaya davet eden (el-Müzzemmil, 2-4) ve gecenin konsantrasyon gerektiren işler için uygun bir zaman dilimi olduğunu ifade eden (el-Müzzemmil, 6) Müzzemmil Sûresi’ndeki âyetlerin devamında, gündüzlerin de, hizmet, tebliğ, maişet ve benzeri meşgalelerle geçeceğine işaret edilmiştir. (el-Müzzemmil, 7) Gündüzü ve gündüze ait içtimâî vazifeleri uykuya teslim ederek, geceyi ihyâ etmek bir fazîlet değildir.

Belirli bir zamanı mescidde geçirmek üzere, ibâdete hasretmek demek olan îtikâfta da uykuyu az tutmak fazîletlidir.

Sünnet-i seniyyede uyku için uygun olduğu bildirilen vakitler (en-Nûr, 58), vücudun ve zihnin ihtiyaç duyduğu istirahati en güzel şekilde temin eden zamanlardır.

1. Yatsı sonrası (Asıl, ihtiyaç duyulan uyku)

2. Öğle sonrası (Kaylûle / destek)

3. Sabah namazı öncesi (kısa bir süre)

Uyunmaması tavsiye edilen seher, gün doğumu ve gün batımı gibi vakitlerde uyuyan insan ise; maddî-mânevî mahrumiyetler ve rahatsızlıklar yaşar.

Yatma seherde, uğrarsın derde…

Yeri gelmişken ifade edelim ki, uyku hâlinde insanın mâzur olduğunu ifade eden hadîs-i şerifleri yanlış yorumlamamak gerekir. Sorumluluklarını bile bile uyku düzenine ehemmiyet vermemek, namaz vaktinde uyumak Hakk’a karşı, hele nöbet yerinde uyumak ayrıca vatana karşı, mesai saatinde uyumak da hak sahiplerine karşı bir cinayettir.

Uykuyu kontrolü altına almak, onun sarhoşluğundan idrâkini korumak; bir mü’minin vazifesidir. Daha yüksek ruhlar, Efendimiz’in, gözleri uyusa da, kalbi uyumaz hâlinden hisse almaya çalışırlar.

Peygamber Efendimiz, gece namazı bahsinde; «Ne söylediğini bilmez vaziyette (âdeta uyku sarhoşu olarak) namaz kılınmamasını» ihtar buyurmuştur. Ehl-i irşad; geceleri uyku sarhoşluğundan kurtarmak için, gündüzleri şehvet, gazap ve benlik sarhoşluklarından kurtarmaya davet etmişlerdir.

Seher, günün sonudur. Ecel de ömrün sonu. Günün sonunda uyku sarhoşluğuna mağlûp olmayanlar; kuvvetle umulur ki; ölümün sarhoşluğunda da âhiretlerini mest edici şahâdet kelimesini dilleri dolanmadan getirir, ukbâ âlemine adım atarlar.

Uykunun kardeşi olan ve insanın büyük bir dehşetle kaçtığı ölüm ânındaki korku dolu hâlete de, sekerât denir.

ÖLÜM SARHOŞLUĞU

Kalbin hançereye dayandığı, (el-Vâkıa, 83) bakışların döndüğü ve boşlaştığı an (el-Vâkıa, 84), belki de kulun Azrâil’le göz göze geldiği andır. Azrâil, ölüm, kabir, berzah âleminin bütün durakları, öbür âlem yolcusunun kalbî kıvamına, ömür kayıtlarının değerine nisbetle şekillenir. Cennet gibi veya cehennem gibi… Gül yüzlü bir melek gibi veya korkunç bir zebânî gibi…

Dolayısıyla ölümün sarhoşluğu; kiminde, şeb-i arûs gibi tatlı bir mestânelik, kiminde korkunç bir perişanlık olacaktır.

Mesele, o sarhoşluk ânında, şahâdet kelimesini dili dolaşmadan söyleyebilmektir. Bunun için de şuur kadar, şuur altına da şahâdet ettirilmesi zarureti vardır:

«Hû!» deyip ölmek dilersen her nefes temrin gerek… (Tâlî)
___________________

* Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, «Sevgi Korkulu Şey…» Mayıs, 2010, sa: 63, s. 10-12.