EĞİTİM VE ÖĞRETMEN

YAZAR : Mehmet Ali VAR varoglu5@gmail.com

Eğitim, öğretim kelimesinden daha şümullü bir kelime. Öğretimde sırf bilgi yükleme varken; eğitimde, bilginin yanında uygulama ve fiiliyat esastır. Ancak bu iki kelime, et-tırnak misali birbirinden ayrılamaz.

«Kişilere istenen davranışları kazandırma» şeklinde genel tarifi yapılan eğitim, günümüz eğitim-öğretim sisteminde istenilen şekilde başarılabilmekte mi? Millî Eğitim Temel Kanunu’nda belirtildiği üzere çocukların iyi insan, iyi vatandaş ve iyi meslek sahibi olmaları beklenmekte. Ancak okullarımızda eğitimden ziyade öğretim yapıldığı için; gençlerimizde eğitim, davranış hâline dönüşememektedir.

Sırf imtihan mantığı ile yetişen öğrenciler; kendini geliştirecek kitaplar okumadığı gibi, edep, saygı, sevgi, diğergâmlık gibi insanî hasletlerden de bîhaber kalmakta. Büyüdüklerinde değerlerimize soğuk, garip bir nesil olmakta. Sonunda şehvet ve şiddet sarmalına yakalanmaktadır.

İnanç ve ahlâk mefhumlarından mahrum, zorluk çekmeyen, maddî kaygısı bulunmayan, hep daha fazlasını arzulayan, kontrolsüz, aileler tarafından el bebek-gül bebek yetiştirilen nesilden feragat beklemek, sağlam bir gelecek ummak hayal olsa gerek. Mâneviyat eksikliği gün yüzü kadar âşikâr.

Şiirin diliyle söylemek gerekirse:

Yetişen gençliği tanımak ne zor,
Millî değerlere bakar sanki hor,
İçimize düşmüş yakıcı bir kor,
Millete yabancı türüyor gençlik… (Varoğlu)

Son zamanlarda bu boşluk anlaşılmış olmalı ki okullarda değerler eğitimi adı altında projeler, hattâ dersler konulmaktadır. Bunun yanında ortaokullarda ve liselerde Kur’ân’ı Kerim ve Peygamberimiz’in hayatı gibi derslerin yer alması da eğitim açısından olumlu adımlar. Yine İmam-Hatip Lisesi öğrencilerine ortaokuldan itibaren bir eğitim-öğretim yılıyla sınırlandırılmakla beraber hâfızlık hakkı verilmesi de müsbet bir durum. Dileriz, bu adımlar; yeterli sayıda ve yeterli liyakatte öğretmen ile, «eğitim» noktası da göz önünde bulundurularak hayata geçirilir.

Eğitim sistemimizde modernleşmek adına plânlanan tablet uygulaması da okuma, yazma ve neslin iyi yetişmesi adına iyi yönetilmesi gereken bir projedir. Bu projenin; az okuyup, çok konuşan ve gösterişe meyyal bir neslin ekran tutkusunu daha da güçlendirmesine, dolayısıyla eğitim açısından negatif bir durum oluşturmasına müsaade edilmemelidir.

Dengeyi sağlayıcı gerekli tedbirler alınmazsa;

Cenâb-ı Allâh’ın Peygamberimiz’e gönderdiği;

“Oku! O, sonsuz kerem sahibi Rabbin kalem ile (yazmayı) öğretendir.” (el-Alak, 3-4) âyetlerinde buyurulan «kalem ile yazma» yeteneği zayıflayabilir, zaten her yerde ön plânda olan âtıl «seyretme, tıklama» fiilleri öne çıkarak, bir anlamda eğitimin alt kademesi olan öğretimdeki okuma-yazma becerisi zarar görebilir.

Eğitimde öğretmen, işin olmazsa olmazı.

Çünkü onun sihirli eli bu işe değmezse, yetişen meyveler acı olmaktadır. Günümüzde bilgiye ulaşmak kitapla, internetle, ekranla bir şekilde mümkün ama eğitim; yetişmiş, ehil, model olan kişilerle olabilir. Ebû Ali Dekkak Hazretleri’nin dediği gibi:

“Bir eğitimcinin yetiştirmediği kimse, çölde kendi kendine yetişen meyvesiz bir ağaç gibidir. Bu ağaç meyve verse dahî lezzeti olmaz.”

Eğitimi başarılı kılabilmek için öğretmenimize gereken değer verilmelidir. İtibarı zayıflatılmış, maddî sıkıntılara dûçar, moralsiz eğitim ordusu ile istenen vasıfta nesil yetiştirilemez. Mesai mefhumu düşünmeden çalışan eğitimcinin gayreti küçümsenmemelidir. Şu kadar saate şu kadar ücret lâfları, onun saf vicdanını yaralar. Öğretmenin yerini, ne akıllı tahtalar ne tabletler ne de başka modern cihazlar doldurabilir.

“Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; yetişmiş bir insanı, bir beldenin fethine denk görürdü. Hayber’in fethi esnasında Habeşistan’dan dönen Câfer-i Tayyâr’a hitâben;

«Hangisiyle sevineyim? Câfer’in gelişiyle mi? Hayber’in fethiyle mi?» (İbn-i Hişâm, III, 414) buyurarak yetişmiş insanın önemini dile getirmiştir.”*

Unutmayalım ki, Rabbimiz de kitabını direk, elle tutulur bir kitabın yapraklarına değil, “Ben muallim olarak gönderildim.” buyuran bir elçinin kalbine indirdi.

Öğretmenlerimiz istenen evsafta değilse, o başka bir konu.

Onun eğitimi veya meslek içinde yetiştirilmesi farklı şekilde değerlendirilmeli, buradaki problemler de giderilmelidir. Okullarda öğretmenden eğitim öğretim istenmeli; ödenek meselesi çözülerek, okul idareleri ve öğretmenin kafasından ihtiyaçlar hengâmesi çıkarılmalıdır. Kırtasiyecilik işlerinden el çektirilerek gerçekten eğitime yönelmesi sağlanmalı, öğretmenin eğitim dışında yaptığı 176 çeşit vazife (25 Mayıs 2012 Cuma, Kamudanhaber) eğitim ve başarı açısından tekrar gözden geçirilmelidir.

Bunun yanında vatansever ve vefâ duygusuna sahip, ukbâyı düşünen her eğitimcinin; birtakım imkânsızlıkları bahane ederek hizmetten kaçma veya gevşekliğe taviz vermeye hakkı yok. Çünkü ona teslim edilen emânet, dünyanın en kıymetli varlığı ve bu ülkenin geleceğidir. Adı akademisyen, hoca, öğretmen olan herkes bu şuurda olmalıdır.

Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Nerede azgınları yola getirmeye uğraşan, onları terbiye etmeye çalışan biri varsa, o; çok sıkıntılar çekecek, tekmeler yiyecektir, başka çare yok!”

Dolayısıyla kendini eğitime adamış herkes fedâkârlık duygusuyla dolmalıdır.

Bugün istenen «altın nesil»leri yetiştirmek için; birçok icat ve keşifle batıya örnek olmuş ecdat gibi, eğitime derinlik kazandırmalı, dâvâ adamı öğretmenlere ve geniş ufuklu ailelere sahip olmalıyız. Mâlâyânî şeyleri bırakarak, kahve köşelerinde, televizyon karşılarında vakit öldürmek yerine, kütüphanelerde, lâboratuvarlarda aklımızı; kâmil insanların eğitiminde de gönlümüzü aydınlatmalıyız.
__________________

* Osman Nûri TOPBAŞ, Yüzakı, sa. 87, s. 34.