İnsanı Hayata Hazırlayan En Büyük İhtiyaç EĞİTİM

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Koca bir yaz tatili daha bitti; okullarımız açıldı.

Hayat bir imtihan olması hasebiyle, daima bir muhasebe içinde bulunmak lâzım.

Tatil; talebelerimiz ve onların mes’ûliyetlerini yüklenen ebeveynler için ne mânâ ifade ediyordu, nasıl geçti? Tatilin gelmesi iple çekilip, hemen eğlence beldelerine koşuldu da, o altın değerindeki zamanlar boşa mı harcandı; yoksa zihnî olgunluk ve insanî değerler açısından irtifâ mı kaydedildi?

İlk ve orta öğretimde on altı milyon, yüksek öğretimde de dört milyon olmak üzere toplam yirmi milyon talebe ders başı yapıyor. Eğitimden plânlanan, beklenen verim alınabiliyor mu; geleceği devralacak bu çocuklarımız, gençlerimiz tahsil hayatından ne ölçüde faydalanabiliyorlar?..

Okullar, parklar-bahçeler, sahiller, toplu taşıma vasıtaları… gibi başkalarıyla olan münasebetler çerçevesinde müşâhede edilen talebe manzaraları, insanı dilhûn ediyor. Çevreyi umursamadan sergilenen zamansız cinsî alâkalar; argo ve müstehcen konuşmalar; uyuşturucu sohbetleri; karşı cinsle arkadaşlıklardan kaynaklanan kavga ve cinayetler… Bütün bunlar ülkemiz adına elem veriyor. Büyüklerini itip kakarak otobüslere, tramvaylara doluşan; «Hastalara, yaşlılara, çocuklu kadınlara yer veriniz.» levhası altında, onlara inat, umursamadan oturan; internete düştüğü şekilde, öğretmenin de bulunduğu sınıfta içki partisi düzenleyen; daha o yaşlarda çeteler kurarak disiplin kaidelerini hiçe sayan, korku salan; okuyup adam olmak varken, çetelerin ve terör odaklarının emrine girip etrafı kasıp-kavuran; konferanslarda, söyleyecek bir sözü olmayıp, aydınları konuşturmayan… gençler nasıl yetişti? Bu bencillik, cehâlet, vahşet, serkeşlik, hayâsızlık… gibi müptezellikler neden? Müsamaha, fedâkârlık, güzel ahlâk, hasbîlik, sevgi-saygı… gibi insanı yücelten fazîletlere ne oldu? «Çoğunluk böyle değil.» denebilir; ancak, bir kişi dahî olsa çoktur. Bir inci tanesinin bile kanala düşüp kaybolmasına, hangi gönül râzı olabilir?..

Talim ve terbiye çerçevesi olarak; insan için yüz karası olan her türlü fiilin irtikâb edildiği bir cemiyetten, her biri gökteki yıldızlar mertebesine yükselen ashâb-ı kiram hazerâtını çıkararak, tarihe altın bir sayfa açan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in eğitim hususiyetleri ve müfredatı, en güzel örnek olarak ortadadır. O Varlık Nûru’nun rahle-i tedrîsinden geçen her yaştan ve her içtimâî mevkîden gelen ve çeşitli hasletlere sahip kadın-erkek yüz yirmi bine ulaşan bir topluluğun katettiği rûhî irtifâ; bu keyfiyetin ispatıdır. Câhiliyye devrini, «asr-ı saâdet»e çeviren bu inkılâb; tarihin çok iyi incelenmesi ve örnek alınması gereken bir dönüm noktasıdır.

İnsan gibi her biri farklı bir dünya mesâbesinde olan muğlâk bir kitleye hitap eden eğitim; neticeleri itibarıyla, uzun vâdeli ve fevkalâde zor bir faaliyettir.

“Bir seneyi düşünürsen buğday ek; on seneyi düşünürsen ağaç dik; yüz seneyi düşünürsen adam yetiştir.” diyen Çin atasözü de bu mânâyı ifade ediyor. Yine Çinlilere ait şu atasözü de eğitimin muhtevasına şöyle atıfta bulunuyor:

“Bir kişiye balık verirsen onu bir defa doyurursun. Fakat balık tutmayı öğretirsen, ömür boyu doyurursun.” Eğitim; mevzuu insan olduğu için, istenildiği gibi şekil verilebilen bir maddeden farklı olarak, usûl değişikliği ve geri dönüşü pek kolay olmayan, fevkalâde itinalı bir plânlama gerektirir. Hazret-i Ali -kerramallâhu vechehû- bununla ilgili ufku şöyle ifade buyurur:

“Çocuklarınızı kendi yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacağı zamana göre eğitiniz.” İstikbâlini düşünen büyük devletler, en büyük yatırımı bu sahaya yaparlar. Şanlı medeniyetimizin temsilcileri, asırlarca bu zihniyetin gereğini yerine getirmişler; ilimde ve sanatta da, zirvelere yerleşmişlerdir.

“Ağaç yaş iken eğilir.” diyor atalarımız. Geçmişte, eğitimin bu hususiyetini, kendi süflî emelleri için kullanmak isteyen diktatörlüklerin; o tertemiz, günahsız çocukları, insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir tarzda çiftliklerde toplayarak, kendi zalim rejimlerine uşak olarak yetiştirmek istediklerine de şahit olunmuştur. Yine idarede bulunan belli zihniyetteki zümrelerin; nesilleri, saplandıkları tabular (dogma) istikametinde yönlendirebilmek için de eğitimi kullandıkları görülmüştür. Ülkemizde de; muhtevası sarahatle ortaya konamayan birkaç asırlık «batılılaşma» sevdasına uygun olarak, «çağdaş, modern (?)» nesiller yetiştirme takıntısı, eğitim sistemimize hâkim kılınmıştır. Son yıllardaki müsbet gelişmelere rağmen, bu marazî hâlin tesirinin tamamen yok edildiği söylenemez.

Dünya, bencil ve zalim rejimlerin dûçâr kıldığı bir âkıbet olarak; içtimâî bir cinnet hâlini yaşıyor. Fikr-i sâbit bir muhteris, bir gençlik kampını basıp seksen kişiyi kurşuna dizebiliyor; böyle bir vampir tabiat, cemiyette destek bulabiliyor; şiddet filmlerindeki bir cânî rolüne giren bir başka sapık, on iki masum insanı katledebiliyor… Köklerinden kopuk, alabildiğine dünyevî (seküler) cereyanlara açık bir eğitim sistemine sahip olan ülkemiz de bundan âzâde değil. Sekiz kişiyi öldüren katil, bu işi zevk için yaptığını söylüyor; adeta, sadece öldürmeye ve tahrip etmeye programlanmış terör elemanları, insanların toplu bulundukları mekânları seçerek, bombalıyor, yakıyor, yıkıyor; asıl vahimi de, bir kesim bunlara arka çıkabiliyor; insanı iliklerine kadar ürpertecek, en vahşî cinayet haberleri artık kanıksanıyor; önemli noktalara kadar yükselmiş, en yüksek eğitimlerden geçmiş, ilim adamı pâyesini kazanmış birçok şahıs, organize suç çetesi mensubu olmakla itham ediliyor…

Bu hengâmede; israf, kumar, içki, trafik kazaları, suç işleme nisbetleri… gibi menfîliklerde, dünya listesinde üst sıralarda yer alındı. Ancak; ilimde, sanatta, fende, edebiyatta, kısmî başarılar dışında sporda, dünya ölçeğinde dereceler kazanılamadı. Aydınlarımızın gücü; yükselmeyi, gelişmeyi sağlayacak bir seviyeye ulaşamadı. Bu hususla ilgili olarak; Profesör Şerif MARDİN;

“Türkiye’de entelektüel yok; yalnızca literati (okumuş-yazmış) var.” diyor. Bu ezbere konuşan, bilmediklerini yok sayan, aklıyla değil hisleriyle hareket eden aydınlarımız; değil meseleleri halletmek, kendileri bir mesele hâline gelmişlerdir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Faydasız ilimden Allâh’a sığınırım.” buyuruyor. Sakallı Celâl, cahillikte ileri gidenler için;

“Bu kadar cehâlet, ancak tahsille elde edilebilir.” diyor. Ne kendilerine, ne de memlekete faydası olan böyle aydınlarımız için; faydasız ilim tahsil ettiklerini söylemek haksızlık mı olur?

Okullarla ilgili dizi filmler var; tamamen ciddiyetsiz münasebetler, lâubâlîlikler, serkeşlikler, cinsî yakınlıklar… üzerine kurulu. Bu, mevcut durumun bir tespiti midir; yoksa çağdaşlık adına tahayyül edilenin aksettirilmesi midir? Herhâlde ikisi de denebilir… Bu istikbâli devralacak nesillerin, vatan-millet-devlet-din-bayrak gibi mukaddeslerimizle ilgili bir dertleri, tefekkürleri, davranışları, sözleri olmamalı mıdır? Çağdaş hayat tarzı adına; bu millete asırlardır hayat veren yüce dînin en küçük bir tesirine tahammül edememek, çocuklarımızı, gençlerimizi nereye götürecek?..

Batının «Tanrı» ile ilişkisini kestiğini belirten Alman filozof Friedrich Nitzsche, şöyle bir durum muhakemesi yapıyor:

“İslâm’ın önünde diz çökmeliydik. Eğer İslâm, Hıristiyanlığı küçük ve hakir görüyor idiyse, böyle görmekte bin kere haklıydı. Çünkü İslâm, insanı yüceltir; ama putlaştırmaz.”* Merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle «ruh kökü»nden kopmuş bir kişiden hiçbir şey olmaz; ne çağdaş, ne modern… Akıntıya kapılan başıboş bir kütük gibi, başını taştan-taşa vura vura sürüklenir durur. Bu bakımdan ebeveynler öncelikle;

“Büyüyünce doğruyu kendisi seçsin.” mes’ûliyetsizliğinden sıyrılarak, çocuklarını «ruh kökü»ne bağlama vazifesini ihmal etmemelidirler. Okullar da, vazifeleri mûcibince, kendilerine emânet edilen nesilleri; en güzel örnek olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek şahsında tecessüm eden güzel ahlâkla ahlâklanmış; rehberleri, o Varlık Nûru’nu rehber edinen güzel insanlar olan; İlâhî Değerler Manzûmesi’nin aydınlığında bir muhakeme ölçüsü kazanan «bizim insanımız» olarak yetiştirmeli ve çağın gerektirdiği ilim ve irfanla donatmalıdır.
_______________________

* Yusuf KAPLAN: Yeni Şafak Gazetesi, 21.12.2007