DÎVAN EHLİNDEN CEHÂLETİN BABALARI VE OĞULLARINA

YAZAR : İlyas KAYAOKAY okaykaya_1991@mynet.com

Nâdânlar eder sohbet-i nâdanla telezzüz,
Dîvânelerin hemdemi dîvâne gerekdir. (Ziya Paşa)

Şiirimiz, her bakımdan yüksek bir medeniyetin meyvesidir. Edebiyatımız, ilim ve irfan ile yoğrulmuş bir kültürün mahsulüdür. Bu sebeple, şairlerimizin baş düşmanları cehâlet ve cahillerdir.

İnsanlık tarihi Hazret-i Âdem ile vücut bulmuştur

Yüce Allah, Hazret-i Âdem’e bütün eşyanın isimlerini öğretmişti.

«Küntü kenzen…» diyen, yani; “Ben bir gizli hazine idim. Bilinmeye muhabbet duydum.” buyuran Yaratıcı’nın, kullarına Kur’ân-ı Kerim’deki ilk emri de;

“Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku!” âyeti olmaktadır.

Demek ki her şeyin başı, okuyup bilmektir. Lâkin bu «okumak» ve «bilmek» kavramının pusulası tek bir yönü gösterir ki Yûnus bunu şöyle ifşâ eder:

Okumaktan murad ne,
Kişi Hakk’ı bilmektir…
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir…

“Her şey zıddıyla kâimdir.” anlayışı doğrultusunda, ilim ve bilmenin karşısında da «cehâlet» vardır. Kābil’in tohumluğunu üstlendiği bu cehâlet, her dönemde lânetlenmiştir. Cehâletin atası mahiyetindeki Kābil, hırsına ve nefsine yenik düşüp insanlık tarihinde cahilliğin atası olmuştur.

Kābil’den bu yana Âdem oğullarından cehâlete düşenler hep var olmuştur. Seyyid Nesîmî, bu tehlikenin, ihtiraslı nefse uymaktan kaynaklandığını dile getirerek bizlere şöyle seslenir:

Nefs-i harîse uymak nâdânların işidir,
İşin nedir gör âhir fikr eyle olma nâdân.

İnsanlık tarihi boyunca kimi Kābil gibi cehâleti, cinayeti, azgınlığı seçmiştir. Kimi Hâbil gibi; ilmi, hilmi, adâleti, mazlumluğu… Bu seçimde kişinin çevresinin rolüne dikkat çeker şairlerimiz. Fasîhî, cennet ve cehenneme açılan kapının kilidinin şifresini şu beyitte gizlemiştir:

Firdevs’e gider gûyâ irfân ile cem olan,
Dûzahda yer etmektir nâdâna karîn olmak.

“İrfan ehlinin etrafında toplanan insanlar âdeta cennete gitmektedir. Fakat cahillere yakın durmak cehennemde kendisine yer edinmek demektir.”

16. yüzyılın mutasavvıf şairi Usûlî, feleği ejderhâya teşbih ettiği bir beytinde;

“Cahil insanlarla oturma, birlikte olma ki bu feleğin ejderhâsı ağzını açıp seni yutmasın.” der ve kişinin gaflet ehliyle meşgul olurken, yapması gerekenleri ihmal ederek ecele yakalanacağını söyler, böylece insanlık görevini yapar ve insanoğlunu uyarır.

Gafil oturma cehl ile kim yutmağa seni,
Ağız açıp durur yine bu ejdehâ-yı çarh.

Âsaf, cahillerle aynı ortamda birlikte olmuş olacak ki yaşamış olduğu bu tecrübeyi şöyle nazmeder:

Nâdân ile sohbette telezzüz yoktur,
Nâdân olanın sohbeti çiğ et gibidir.

“Cahiller ile yapılan sohbette lezzet ve keyif yoktur. Bilgisiz insanlarla olan sohbet çiğ et gibidir. (Onların sözleri gönül ateşinde pişmemiş, ham, ihlâssız, samimiyetsiz lâkırdılardır.)”

Cahillerle oturup gezenler elbette cahil olacaktır. Çünkü meşhurdur ki; “Üzüm üzüme baka baka kararır.”

Kābil’in cehâletin atası rolünü alışı gibi, tarih boyunca bir de; cehâletin, câhiliyyenin, kötülüğün, zulmün sembolü olmuş kişiler vardır. Bunlar hidâyet nûrunu göremeyen ve Allâh’a ulaşmak adına söylenenleri anlamak istemeyen kişilerdir.

Tarihin bu tür sîmâlarından birisi Nemrud’tur.

Hazret-i İbrahim döneminde yaşamış ve ona karşı çıkarak Allâh’a şirk koşan bir kraldır.

Nemrud’un cahilliği öyle büyüktür ki Hazret-i İbrahim’in duâ ederken ellerini göğe doğru açtığını görünce; «benden başka tanrı varmış.» deyip kızarak bir kule yaptırır ve o kuleye çıkarak göğe bir ok atarak Allâh’ı sözde vurmaya çalışır. Rivâyete göre Allah, bunun üzerine bir balığı okun ucuna yerleştirir. Okun ucunun kanlı olduğunu gören Nemrud, Allâh’ı öldürdüğünü söyleyerek sevinir.

Ali Emîrî, Bâğ-ı İrem’in meşhur zalimi Şeddat’ı ve Nemrud gibi cehâlet babalarının, iki özelliğine dikkat çeker:

Şuursuzluk ve hayâsızlık:

İnsanlarıñ olur kimi Şeddâd-ı bî-şuûr,
Nâdanlarıñ olur kimi Nemrûd-ı bî-hayâ…

Cehâlet deyince unutmamamız gereken bir zalim daha vardır ki bu kişi cahillerin pîri Ebû Cehil’den başkası değildir. Tarihin ve insanlığın lânetlediği bu mel‘un, İslâm’ın en büyük düşmanıydı elbet. Şairler her fırsatta onu bu cahilliğiyle yâd etmişlerdir. Câfer Çelebi, Ebû Cehil’in, Peygamber Efendimiz’e karşı yaptığı alçakça hakaretlerin intikamını almak istercesine şöyle der:

Bû Cehli it gibi tepelerdim kapında ger,
Tonuz yarasa Kâbe’de kurbâna Mustafâ.

“Ey Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kurban için Kâbe’de hınzır kesilebilseydi, Ebû Cehl’i it gibi tepeleyerek kapında öldürürdüm.” Anlıyoruz ki onun nazarında Ebû Cehl’in hınzırdan farkı yoktur.

Ebû Cehil, şiirimizde kötülüğün sembolü olarak, şairlerin bir teşbih ve mukayese unsuru da olmuştur. Âsaf; devletin malını soyan, kalbinde Allah korkusu olmayan devlet adamlarının, yapmış oldukları bu cahilliğinin Ebû Cehl’e meydan okuduğunu söyler:

Bunun cehâleti meydân okur Ebû Cehl’e,
Soyar hazîneyi bilmez o Hak Te‘âlâ’yı.

Hazret-i Mevlânâ;

“Firavun’u da Musa’yı da içinde, nefsinin ve kalbinin kavgasında ara!” der. Ebû Cehil; insandaki cehâleti, Peygamber’e ve hayrı söyleyen vârislerine karşı itirazı, kibirlenmeyi temsil eder. Ebû Cehil’in soyunun kesilmesine de atıfta bulunan Kāimî’ye göre insandan bu cehâleti giderecek tek şey Ahmed-i Muhtar -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in aşkıdır. O olmasaydı Ebû Cehil’in ırkı / insandaki cehâlet damarı hiç kesilmeyecekti:

Aşka, münkir, atma ta‘ne taşını;
Ahmed aşkıdır Bû Cehl ırkın kesen!

Hayretî de öğüt verirken şöyle bir darb-ı mesel inşa eder:

Olamaz erbâb-ı fakra, ehl-i dünyâ hem-nişîn,
Mustafâ’ya oldu mu Bû-Cehl-i câhil yâr-ı gār.

“Dünya düşkünleri, mânâ talibi olan fakr ehliyle oturup kalkmaz. Nitekim Muhammed Mustafâ’ya; cahil Ebû Cehil mağara arkadaşı olmadı; (malını Hak yolunda, fakir ve esir müslümanların âzad edilmesine harcayan, hakikat ve mârifet aşığı Hazret-i Ebûbekir, Sevr Mağarası’nda Efendimiz’in arkadaşı oldu.)”

Biz de cennette Efendimiz’e yâr ve komşu olmak istiyorsak, Ebûbekirlerin yolundan gitmeliyiz… Ebû Cehillerin değil…

Seyrî’nin dediği gibi, câhiliyyeyi isteyen zalimler helâk olacak, son gülenler daima mazlumlar olacaktır…

Güç, kuvvet, her şey yalnız yüce kudretin fendi,
Nemrûd’u görmedin mi, topal bir sinek yendi.

Bir asânın sırrında kaç ejderhâ kayboldu,
Yarıldı Kızıldeniz, Firavunlar ne oldu?!.

Îman, târihe gömdü Bedir’de Ebû Cehl’i,
Ebû Leheb ağlıyor; ders alsın küfür ehli…

Ey Seyrî, tutunamaz kubbemde siyah bulut,
Sabret; zâlimden değil mazlumdan yana umut!