YENİ DÜNYALARIN KEŞFİ -1-

YAZAR : Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

Batı uygarlığı, İslâm medeniyetinin çocuğudur. (Fuat SEZGİN)

COĞRAFÎ KEŞİFLER ÖNCESİ AVRUPA

Coğrafî keşifler deyince, ilk akla gelen ülkeler; İspanya ve Portekiz’dir. Gerçekten de İspanya ve Portekiz; başta Amerika olmak üzere yeni kıtaların keşfi, İnka ve Maya gibi eski medeniyetlerin ortadan kaldırılması, sömürgecilik faaliyetlerinin hız kazanması ve köle ticaretinin yaygınlaşması gibi muazzam gelişmelerde ve dünya çapındaki köklü değişimlerde başrol oynayarak tarihin seyrini doğrudan etkileyen ülkeler olmuştur.

Acaba hangi gelişmeler on beşinci yüzyılın son çeyreğinde kıta Avrupa’sını ayağa kaldırdı?

İspanya ve Portekiz önderliğinde Avrupalıları yeni dünyalara yönelten bu büyük değişimi neler tetiklemiştir?

Bu gelişmeye yol açan siyasî, ekonomik, sosyal ve dînî âmiller nelerdir?

Doğrusu bu soruları cevaplamak ve Batı Avrupa’nın bu büyük hamlesini anlayabilmek için biraz gerilere gitmek gerekmektedir.

Fakir batı dünyasının doğuyu tanıması Haçlı Seferleriyle başlamaktadır. Gerçekten de aralıklarla yaklaşık iki yüz yıl süren bu seferler sayesinde; batılılar, doğunun hayat standartları açısından kendilerine göre daha gelişmiş ve müreffeh, kültürel açıdan da oldukça ileri olduğunu öğrenmişlerdi.

On üçüncü yüzyılda Marko Polo’nun, İslâm dünyasını da içine alan Çin seyahatini anlatan gezi notları «Seyahatler» ismiyle yayınlanmış, doğunun büyük zenginliğinin abartılı ayrıntılarını da ihtiva eden bu eser, Avrupa’da büyük ilgi uyandırmıştı.

Avrupa gerçekten de yoksuldu.

Sanayi öncesi toplumların ana geçim kaynağı olan topraklar, büyük ölçüde kilise denetimindeydi. Halk, derebeylerin baskısı ve kilisenin müeyyideleri arasında bocalamaktaydı. 1400’lerin Avrupa toplumu, kendi içine kapalı ve kuşatma altında bir toplum görünümündeydi. Keşifler ve yayılma çağına önderlik edecek tüm parametrelerden uzaktı. 1348-1349 yıllarında veba salgını (kara ölüm) Avrupa’yı bir baştan bir başa kasıp kavurarak nüfusun üçte birinin ölümüne yol açmış, yoksulluk ve sefaleti dayanılmaz boyutlara ulaştırmıştı.

Öte yandan İslâm dünyasının lideri konumundaki Osmanlı Devleti; Bizans İmparatorluğu’na kesin olarak son vermiş, İstanbul’u almış, Anadolu yarımadasında hıristiyan hâkimiyeti bırakmamıştı. Osmanlı akıncıları; devletin yüzünü batıya döndürmüş, Balkanlar’da gerçekleştirdiği birkaç askerî hamlede sınırlarını Tuna Nehri’ne kadar genişletmeyi başarmıştı. Böylece Osmanlılar, Orta Avrupa’da söz sahibi olurken batıyı da tehdit eden bir konuma gelmişti.

İSPANYA’NIN COĞRAFÎ KEŞİFLER ÖNCESİNDE MÜSLÜMANLARA REVÂ GÖRDÜĞÜ ZULÜMLER

Avrupa’nın doğusunda bu önemli gelişmeler olurken; İspanya, İber Yarımadası’ndaki 800 yıllık İslâm varlığına 1492 yılında son vermiş, Endülüs’te İslâm hâkimiyetine ait tüm izleri silme adına kanlı zulüm operasyonlarını devreye sokmuştu. Kıta Avrupa’sında tam bir soykırıma dönüşen bu dramatik gelişme, esasen Avrupalıların coğrafî keşifler öncesinde İslâm dünyasına vermiş oldukları zararların başlangıcını oluşturmuştu. Kastilya Kraliçesi İsabel ile Aragon Prensi Fernando, zaferlerinin ardından müslümanlara ibâdetlerini yerine getirebilecekleri ve kendilerine haksızlık yapılmayacağına dair teminat ve söz verdiler; ancak bu hoşgörü kısa ömürlü oldu. Şiddetli baskıların sonucunda, zorunlu din değiştirmeler başladı. 1499 yılında baskılar dayanılmaz hâle geldi ve Granada’da müslümanlar isyan etti, ancak isyan kanlı bir biçimde bastırıldı. Granada’da en az 50 bin müslüman toplu olarak vaftiz edilerek zorla hıristiyanlaştırıldı.

Kastilya’da da müslümanlara «ya hıristiyan olmaları ya da gitmeleri» emredildi. İslâmiyet’le ilgili Arapça eserler yakıldı. Birçok müslüman, Sultan’ın kendilerine kucak açtığı Osmanlı topraklarına gitti. Diğerleri dinlerini değiştirdi ve kendilerine dönmeler anlamında «Morisko» denmeye başlandı. Ancak hıristiyanlar, moriskoların din değiştirdiklerinden şüpheliydiler. Bu yüzden moriskolar takip altına alındı. Bu amansız takipte; mukaddes Ramazan ayı boyunca oruç tutan, namaz kılan, müslüman tarzında giyinen, Arapça kitaplar okuyan, ölülerini müslüman âdetlerine göre gömen veya başka şüphe uyandırıcı şeyler yapan kadınlar ve erkekler tutuklanıyor, hapse atılıp sorgulanıyor, halkın önünde küçük düşürücü muameleye tâbî tutuluyor bazen de idam ediliyordu. 1567 yılında moriskolar isyan etti ve isyanın bastırılmasının ardından, bu topluluklardan kalanlar köle yapıldı ve dağıtıldı. Nihayet 1609 yılında Kral III. Felipe, moriskoların İspanya’dan çıkarılmasını ihtiva eden bir ferman yayınladı ve birkaç yıl içerisinde üç yüz binden fazla morisko, İspanya’yı terk etmek zorunda kaldı. Moriskolar sürgüne giderken kendilerine, yedi yaşından küçük çocukları İspanya’da bırakmaları, kilise yetkililerine veya eski hıristiyan ailelerine teslim etmeleri emredildi.1

Granada’nın düşüşü ve ardından müslümanlara revâ görülen zulümler, sadece İspanya’daki İslâm hâkimiyetine son vermemiş, aynı zamanda İslâmiyet’in batı medeniyeti içerisindeki ilerleyişini de acıklı bir biçimde sona erdirmişti.

Papa’nın teşvikiyle Kastilya Kraliçesi İsabel ve Aragon Prensi Fernando’nun evlenmesi, İspanya’nın birliğinin sağlanması yolunda en önemli adımı teşkil etmişti. Artık İspanya, Portekiz’le birlikte hıristiyan dünyasının yükselen yıldızı hâline gelmişti. Dînî kanaatlerinin katılığı, «İslâmiyet’i çökertmek ve dinsizleri îmâna getirmek için ilâhî bir şekilde misyon sahibi kılındıklarına» dair derin inançları; Portekizlileri ve Kastilyalıları denizaşırı maceralara sürükledi. Hiç şüphesiz Papa, bu konuda yöneticileri teşvik etmekte ve cesaretlendirmekteydi. Nitekim Papa VI. Alexander İspanya’dan müslümanları temizlemeleri ve papalık kuvvetlerine yardım sağlamaları sebebiyle Fernando ve İsabel’e «En Katolik Majesteleri» unvânını verdi.2

Coğrafî keşiflerin başlamasında Papa’nın teşviki çok önemli yer tutmaktaydı. Hattâ Papa, Portekizlileri Hindistan yönünde seferlere yönlendirirken, birbirlerine düşmemeleri için Amerika’nın bulunmasından sonra İspanyolları da yeni kıtaya yönelik seferlere çıkma yönünde cesaretlendiriyordu. Bunun yanında Katolik kilisesi, 16. asırda reform hareketleriyle kaybettiği taraftarların yerine, misyoner faaliyetleriyle deniz aşırı topraklarda yeni taraftarlar elde etme arzusunu taşıyordu. Açıkçası coğrafî keşiflere çıkmak için dînî sebepler, ciddî bir bahaneyi oluşturuyordu.

DİĞER AVRUPA ÜLKELERİ VE KEŞİF HAREKETLERİ

Fransa ve İngiltere başlangıçta, aralarında devam eden Yüz Yıl Savaşlarının yorgunluğu sebebiyle dışlarındaki dünyaya karşı oldukça ilgisizdi. Ancak 17. asırdan itibaren İngiltere, Fransa ve Hollanda coğrafî keşiflerde çok önemli roller üstlendiler. İngilizler ilgilerini; başta Amerika olmak üzere, Afrika içlerine, Avustralya’ya ve dünyanın her tarafındaki irili ufaklı adalara yöneltmişti. Fransa; Kanada başta olmak üzere, Afrika içlerinde yeni sömürge alanları oluşturdu. İngiltere ve Fransa; Güney Asya’da Hindistan’dan Çin’e kadar uzanan geniş bir alanda etkili oldular. 17. yüzyıldan itibaren küçücük Hollanda, Endonezya’ya yerleşerek yıllar boyu süren, sömürge faaliyetlerine girişecekti.

Avusturya-Alman İmparatorluğu’nu yöneten Hasburglar, Osmanlılarla karada amansız bir mücadeleyi sürdürmekle beraber zorlanmaktaydı. Kısacası bu ülkenin coğrafî keşiflere yönelme lüksü bulunmamaktaydı. Öte yandan Osmanlı ve Avusturya-Alman İmparatorluğu, Akdeniz’de de hilâl ve haç mücadelesini ciddî bir biçimde sürdürmekteydi.

Osmanlı Devleti İpek ve Baharat Yollarını kontrol altında tutmakta, ancak Venedik ve Cenevizli denizciler de Çin ve Hindistan’dan batıya ulaştırılan ticaretten ciddî paylar almaktaydı. Doğudan taşınan ipek; baharat çeşitleri, biber, karanfil, Hindistan cevizi, muskat, kakûle, tarçın ve zencefil; sadece yemekleri tatlandırmak için değil; aynı zamanda parfüm, ağrı kesici ve cenaze yağı yapımında kullanılıyordu. Baharatlar; aynı zamanda yiyeceklerin soğutulamadığı bir dönemde, etlerin bozulmadan saklanmasında ve biraz bozulmuş etin tadını maskelemekte kullanılıyordu. Doğunun zenginlikleri; Kahire ve İstanbul’dan Venedik, Napoli, Ceneviz ve Piza gibi Akdeniz limanlarına oradan da Avrupa’ya ulaştırılmaktaydı. Bu durum; bölge ticaretini denetim altına alan Osmanlı’yı ekonomik yönden güçlendirmekte, zenginliğin bir kısmına da İtalya’daki şehir devletleri ortak olmaktaydı.

Kıta Avrupa’sı, fakirlik ve hastalıklarla boğuşurken; Hindistan ve Çin’den ülkelerine ulaşan mallara yüksek fiyatlar ödemekte, üstelik can düşmanları Osmanlı’lara ticarî yolları denetim altında tuttukları için ekonomik katkı sağlamış olmaktaydı. Kısacası Avrupalılar için Osmanlı ve İtalyan şehir devletlerini devre dışı bırakarak doğunun zenginliklerine ulaşma ve fakirlik problemine kesin çözüm getirme arzusu, coğrafî keşiflerin önemli bir sebebini teşkil etmekteydi.
_______________________

1 Erken Modern Dönemde Avrupa, Merry E. Wiesner-Hanks, İş Bankası Kültür Yayınları, s. 151-153.

2 age, s. 154.