ON BİR AYIN SULTANI

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

Çocukluk günlerimin ağzı duâlı komşu teyzelerini hatırlıyorum:

“On bir ayın sultanı Ramazan geliyor. Biz rahmet ve merhamet pınarından kana kana bir ay boyunca içeceğiz. Kalplerimiz yumuşayacak, duâlarımızla Cenâb-ı Allâh’a yönelirken, bağışlanmamızı dileyeceğiz…” derlerken gözlerinden yaşlar boşanırdı. Affedilmeme korkusuyla, içlerindeki yangını, daha çok ibâdet yaparak dindireceklerine inanırlardı. Onun için Ramazan yaklaşırken; perdeler yıkanır, halılar, camlar silinir, dolaplar temizlenir, evdeki işler bitirilmeye çalışılırdı. Ramazân’ı lâyıkıyla yaşayabilmek için, günlük işler azalmalıydı. Ramazan alışverişine ayrı bir özen gösterilirdi.

Yıl 2012, bugünün çocukları; aynı heyecanı yaşayan komşu teyzeleri görebiliyor mu? Biz büyükler onlara unutulmayacak Ramazanlar yaşatabiliyor muyuz? Yüzlerce kişinin sokaklarda ve çadırlarda yaptığı iftarla; Ramazan eğlencelerine yetişebilmek için acele kılınan namazlar, sonra uzak semtlerden yorgun eve dönüş. Sahura bile kalkmadan tutulan oruçlar, dinlenmeden ertesi gün yine aynı hayata devam…

Ailenin beraberce iftar yaptığı akşamlar azaldı. İftara misafir davet etmek geleneği, gün geçtikçe azalıyor. Akrabalarımızla, komşularımızla beraber olamıyoruz. Dış mekânlarda beraber olmak tercih edilmeye başlandı.

«Bu akşam çorbayı bizde içelim.» yerine; gözde mekânlara davet edilir olduk. Bizim neslin alışkın olmadığı Ramazanları yaşıyoruz. Direnmeye çalışıyorum:

«Bu akşam çorbayı bizde içelim.» veya «Dış mekânlara değil, evinize davet ediyorsanız» «Evet!» diyorum.

«Ramazân-ı şerifte hakkıyla oruç tutmaya ve hakkıyla namaz kılmaya gayret ediyoruz.» diyebilir miyiz? Gün boyunca haramlardan sakınırken, helâl olan yiyecekleri de yiyemiyoruz. Bir yudum su ve bir lokma ekmeğe muhtaç olduğumuzu hissettiğimiz anlar; ümidimiz var, sabırla iftar zamanını bekliyoruz. Oysa, hayatları boyunca aç kalmamak, ailesini geçindirmek için çırpınanların acısını içimizde hissedebiliyor muyuz?

Maddî durumu iyi olanlar ve belediyeler dağıtmak için erzak paketleri hazırlatıyor. Paketin içinde olanları kontrol etmeden alıyor veya aldırıyoruz. Kalitesinin ne olduğu bilinmeyen yiyecekler, paketlere yerleştiriliyor. Kendi evimize alırken, en iyi markayı, özenle seçiyoruz.

Oysa âyet-i kerîmede;

“Sevdiklerinizden vermedikçe hayrın kemâline ulaşamazsınız.” (Âl-i İmrân, 92) buyurulmaktadır.

Market sahibine bakalım: Kimse görmüyor diye bayat olan bütün malzemeleri elinden çıkarıyor. Alan da satan da Ramazân-ı şerîfin mânevî havasından uzak, koşarak namaza gidecektir.

Sevdiklerimizden vermek için kendimizi eğitmeliyiz. Allah için cömertçe verenlerle beraber olmak, eksiklerimizi gidermekte bir vesiledir. Çok sevdiğim bir doktor kardeşimizin evinde yemek yerken, benim ve arkadaşımın elbisesine aynı anda meyve suyu döküldü. Bir eski bluz istedik. Dolabını açtı;

“Beğendiğinizi alın, benim size hâtıram olsun.” dedi.

İkimiz de bilmeden yeni aldığı, giymediği giysileri beğenmiştik. Unutamadığım bir hâtıradır. Severek aldığım ilk giydiğim bir giysiyi; «Ne güzel!» diyene vermeyi; benden genç bir kardeşimden öğrenmiştim.

“Mal Allâh’ındır, kul emânetçidir.” emrinin ışığında, son günlerde yaşananları değerlendirelim. Yaşanan sel felâketinde yıkılan köprüler, dere yatağına yapılan evlerin sular altında kalması, ölenler, hayatta kalanların eşyalarının kullanılamaz hâle gelmesi.

Köprülerin, binaların yapılmasını kontrol etmeyenler, inşaata izin verenler, ihmali olanlar da; «Elhamdülillâh, ben müslümanım.» diyorlardı. Namaz kılıyor ve oruç tutuyorlardı. Depremde yıkılan evleri de sayabiliriz… Bugüne kadar;

“Ben suçluyum.” diyen bir belediye başkanı, bir mimar, bir mühendis, bir yetkili görmedik. Bugüne kadar onlar kendini suçlu görmedi. Henüz basına yansıyan kanun karşısındaki suçluları da göremedik. Uzayan dâvâlar…

Tarihî şehirlerimizin mimarî özellikleri bozuluyor. Bu konuda duyarsız yetkililer Ramazan içinde kendilerini hesaba çekebilecek mi?

Aileyi Koruma Derneği «AKODER» ile bir haftalık İspanya gezimiz oldu. Gezi boyunca dolaştığımız dört şehirde gördüklerim ister istemez beni bir iç hesaplaşmaya götürdü. Tarihî şehirlere dokunmamışlar. Yeni yapılan binalar, eskileriyle uyum içinde. Bir kat bile yüksek yapmamışlar. Dış cephe boyaları hemen hemen aynı renk (kahve, bej ve tonları)… Konulan tenteler bile aynı binada aynı renk. Bir şehirden diğer şehre giderken uçsuz bucaksız zeytinlikleri görüyoruz. Ağaçları söküp, yazlık yapmamışlar. Küçük köylerde yapılan evler de bir düzen içinde. Yüksek bina görmek mümkün değil. Zeytinyağı çok ucuz. Arkadaşlar kolilerle yağ aldılar. Biz de zeytin ülkesiydik. Yağı on beş liraya yiyoruz. İspanya’da üç lira…

Sınırsız verilen izinlerle bozulan şehirlerimizi, bu hâle kimler getiriyor? Onlar da namaz kılıp, oruç tutuyor. Bu Ramazan, hep beraber kendimizi hesaba çekelim. Şehirlerimizle rûhumuz gidiyor. Bir daha o rûhu yakalamak mümkün değil. Çamlıca’ya en büyük caminin yapılması için projeler yarışacak. Yetkililere seslenmek, seslerimizi duymalarını istemek hakkımız:

“Sultanahmet Camii’nin silûetini bozan binalar, karar alındığı hâlde yıkılmadı. Tarihî şehirlerimizi bize bırakan ecdat bizden hesap sorar.”

Oruçluyken gün boyunca bir şey yemiyoruz. Aynı hassâsiyeti, düşünürken gösterebiliyor muyuz?

Ramazan, bizim için bir fırsat. Yanlışlarımızı korkmadan söyleyelim, beraberce çareler arayalım. Düşüncelerimiz, çarelerimiz hayatımız boyunca devam etmeli. Sohbet edenlere, konuşanlara, yazanlara büyük sorumluluklar yükleniyor. Bugüne kadar anlattık, neden faydalı olamadık? Söylediklerimizi önce kendimiz yaşayabiliyor muyuz? Kendimiz, yaşamaya çalıştıktan sonra örneklerimizi cesurca verelim. Âyetleri açıklamakla, Peygamber Efendimiz’in hayatını anlatmakla yetinmeyelim. “Biz ne yapıyoruz?” kısmında canlı örnekleri çekinmeden verelim. Dinleyenlerin, sorularla; sohbeti daha faydalı hâle getireceğine inanıyorum.

On bir ayın sultanı dediğimiz Ramazân’ın; bizim merhametimizi artıran, acıma duygularımızı yükselten, nefsimizi öldüren, şükürlerimizi artıran, aczimizin farkına vardıran, fazîletlerimizi doruk noktasına çıkaran, ibâdetlerimizi eksiksiz yerine getiren bir ay olarak geçmesi duâlarıyla…