HANGİ PRİZE BAĞLI?

YAZAR : M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

İnsanlık harmanında yok yok.

Müsbet-menfî / olumlu-olumsuz her şey var. Savaşlar, barışlar. Zulümler, adaletler. Gaddarlıklar, merhametler. Bin bir zıtlık, bir arada. Onun için şaşırtıcı hâdiseler, haddinden fazla. Normal gidişâtın içinde hiç beklenmedik menfîlikler veya müsbetler de olabilmekte, ummadık tıkanmalar veya açılımlar da. Bunların çeşidi kadar haykırışlar da çeşitli:

‒Yahu ilimden cehalet doğar mı?

‒Doğar tabiî. Görmüyor musun, bir düğmeyle binlerce insanı yok eden âletler ilmin eseri değil mi?

‒Peki şifâ yüklü bir ilâcın mikrop gibi iş görmesi olacak şey mi?

‒Niye olmasın? Kullanma süresi geçmişse, onun da mikroptan farkı yok.

‒Ya şu kötürüm işten doğan hayra ne dersin?

‒Onun kaynağında demek ki kötürümlük yok.

‒Şu çapsızın dehâsına ne diyeceksin?

‒Dehâ dediğin zenginlik gibi Allah’tan bir meziyet. Nasip eden Allah olduktan sonra dehâ kelimesi bile kifâyetsiz kalır.

‒Ya şu zekâ küpünün içindeki rezalete ne demeli?

‒Kendini yanlış çeşmenin altına koymuş, olacağı bu!

‒Her şey ne kadar karışık!

‒Değil, gören gözler için tamamen berrak.

‒Nasıl olur? Güzellik beklenen onca şeyden kir akıyor. Çamurun içinden ise tertemiz sular fışkırıyor. Nerde ne olacağı belli değil. Neyin nasıl olduğu meçhul.

‒Bilâkis her şey malûm. Sadece yansımalardaki sayısız çeşitlilik, aklı âciz bırakıyor. Özü itibarıyla her şey iki kaynaktan ortaya çıkmakta. Net iki kaynak. Hayır ve şer. Bu kaynaktan hangisi neyin içine dâhilse, onu kendi rengine ve mâhiyetine dönüştürüp neticelendiriyor.

‒Kafam iyice karıştı!

Söz, bu minvalde bir hasbihal üzere uzayıp gidecekti ki, üstlerinde dolaşan eğitim bülbülü uygun bir yere kondu. Konuşanları bir müddet terânelerle selâmladı. Bir müddet sükût ile seyretti. Daha sonra onların merakının iyice perçinleştiğini görünce de tane tane şakımaya başladı:

“Ey akıl ve gönül sahipleri!

Bir müddet konaklayıp da geride bırakacağımız şu dünya, iki kapılı bir han.

O iki kapıdan dolayı, içindeki her şey ikili.

Her odasında da sizin ifadelerinize göre iki tane de priz var.

Enerji prizleri.

Maddî ve mânevî.

Eline ihtiyaç duyduğu âletleri alanlar, hemen o prizlere koşuyor. Birinde dengeli, yerinde ve faydalı bir enerji. Diğerinde ise dengesiz, yersiz voltajlı ve faydasız bir enerji. İkinci priz, nice kıymetli cihazları kömür gibi etmekte. Cepler, dengesiz ve yanlış priz kazaları yüzünden hayli zarara uğramakta.

Asıl garâbet ise;

Hatalı priz hangisi bir türlü tam tespit edilip de ona göre her yönüyle dört başı mâmur bir tedbir ve çarenin üretilememesi. Tecrübelere rağmen toyluk yapan bilgiler, akılları oldukça yanıltıyor. Elektrik kabloları da suçu devamlı kendi üzerlerinden cihazlara aktarıyor. Kontrol kalemleri de, yaşanan kısa devrelerin tamamen cihazlardan kaynaklı olduğuna ikna ediyor. Zaman zaman da haklı çıkıyor. Fakat ortadaki problem, yine çözümsüz kalıyor. Yine enerji ile cihazlar arasında iki arada bir derede tıkanmalar devam edip gidiyor.

Öyle veya böyle, bu oluyor. Fakat;

Yerinde bir eğitimle maddî mânâdaki aksaklıklar yine de telâfi edilebiliyor.

Ama;

Mânevî mânâdaki aksamalar ise, son derecede girift.

Çünkü insanın bütün özelliklerine dair de, iki farklı priz var. Her özellik o prizlerden aldığı enerji ile hareket hâlinde veya donuk. Tıpkı bir bilgisayar gibi. Doğru bir elektrik bağlantısı ile içinde kütüphaneler dolusu bilgiler, programlar, çalışmalar, ustalıklar ve maharetlerin tamamı devrede. Kullananın tecrübesine göre müthiş işler çıkarmakta. Fakat elektrik bağlantısı bozulduğu veya tamamen koptuğu an, tüm özellikler sıfır. Hiçbir şey yok gibi. Sadece kuru bir kütle. Hareketsiz, cansız, hakikatsiz, faydasız. Bilgi itibarıyla da, duygu itibarıyla da. Dünya itibarıyla da âhiret itibarıyla da.

İnsanın bütün hayatına yansıyan müsbet veya menfî, olumlu veya olumsuz her şeyin sebebi bu.

Çok güzel mükemmelliklerin bile bazen bozuk ve zararlı üretim yapması, bu yüzden. Ya da zâhiren noksan olunduğu hâlde gayet muazzam semereler meydana gelmesi de bu vesileyle.

Yani doğru veya yanlış prizlere göre.

Aklın ve ilmin, kalbin ve hissiyâtın enerjileri o prizlerden. Her davranışın enerjisi de onlardan.

Enerji prizlerinden hangisi devrede ise, tesir ve tecellî o çerçevede.

Çünkü prizlerdeki enerji kaynakları birbirinden farklı. Her ikisinin de birbirinden ayrı iki trafosu var. Her iki trafonun enerji türü de, kendi yapılarına göre çalıştırmaya yönelik.

Bu itibarla;

Kalp veya akıl, yaptığı işlerin doğruluğu kadar beslendiği enerji prizi ve trafosunun da doğruluğuna dikkat etmek mecburiyetinde. Çünkü beslenilen enerji, A trafosundan ise, insandaki yansımalar, A’nın özelliklerini taşıyor. B trafosundan ise, B’nin özelliklerini yansıtıyor. Çünkü bu enerji trafoları, aynı zamanda özellik trafoları.

Bu trafolardan biri; hayr, iyilik, rahmet, doğruluk ve hakikat trafosu. Kaynağı da Rahmânî.

Diğer trafo ise; şer, belâ, azap, eğrilik ve yalan trafosu. Şeytânî ve nefsânî.

Bunlardan;

Rahmânî trafonun prizi; teslîmiyet, huzur, hüsn-i zan, rûhâniyet, diğergâmlık, fedâkârlık, merhamet, bereket, mâneviyat ve melekiyet prizidir.

Şeytânî trafonun prizi ise; vesvese, sû-i zan, nefsâniyet, menfaat, bencillik/egoizm, gaddarlık ve ifritlik prizidir.

Kişiler;

İlimleri, ifadeleri, yaptıkları ve vitrinleri nasıl olursa olsun; kalplerini bunlardan hangisine bağlarlarsa, şahsiyetleri ondan ibarettir. Elde ettikleri neticeler de ona göredir.

Bu bakımdan;

İbâdet hâlinde olsa bile bir kimse kalbini, şayet olumsuzluk trafosuna ait prize bağlamışsa, hiçbir sevap ummasın. Çünkü yaptığı ibâdetin enerjisi vesvese ve gaflet prizinden geldiği için ancak şeytanın üflediği özellikleri sergiler ki, bu da ibâdet değildir. Ya gösteriştir, ya dünyevî menfaattir, ya insanları kandırmadır, ya şudur, ya da budur. Ama Rahmânî değildir.

Hayatın her meselesinde bu gerçeği görmek mümkün.

Eğitimde, ilimde, ailede, toplumda, ticarette, hizmette, her şeyde…

İnsanın, hayat merkezi olan kalbini ve aklını olumlu ve doğru prize bağlaması hâlinde aldığı Rahmânî enerji, onu en doğru özelliklerle donatmakta ve ulaştırdığı neticeler de; daima hayırlı, bereketli ve huzur verici olmaktadır. Eninde sonunda böyle olmaktadır. Diğer prizden alınan enerji ise, insanı en yanlış özelliklerle doldurmakta ve ulaştırdığı neticeler de; daima hayırsız, bereketsiz ve huzursuzluk verici olmakta. Yapı itibarıyla doğru olan işler bile netice itibarıyla eğrilikle dolu bir hâl almakta. Çünkü gönül prizi eğriliğe bağlı olunca, ondaki mevcut doğruluğun da bir hükmü kalmamakta. İşte bu gerçek sebebiyle namaz gibi yüce bir ibâdet hususunda bile Cenâb-ı Hak;

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki;

Onlar namazlarını ciddiye almıyorlar. Gösteriş yapıyorlar. Hayra da mânî oluyorlar…” (el-Mâûn, 4-7) buyurmakta.

Yani namaz kılan kimse, gönlünü riyâ ve gösteriş prizine bağlamış ise, yaptığı ibâdet hususunda; «Âferin» yerine Allah’tan lânet alıyor!

Demek ki;

İbâdetlerden önce dikkat etmeli:

Gönlümüz hangi prize bağlı?

İbâdetin dışında da dikkat etmeli:

Kalbimiz, diğer meselelerde nasıl? Her mevzuda doğru prizden mi enerji alıyor, yoksa bazı meselelerde nefsâniyete kapılarak eğri prize de bağlanıyor mu?

Aklımız hangi prize bağlı?

İlmimiz, irfanımız hangi prize bağlı?

Edep ve ahlâkımız hangi prize bağlı?

Ya vicdanımız hangi prize bağlı?

Cevapların vaziyeti mühim.

Çünkü sahip olduğumuz imkânlar ve meziyetlerimizin ortaya koyacağı işlerden önce onların bağlı olduğu priz ehemmiyetli. Yoksa üç kuruşluk hayırlı bir iş yapıp da onu vesveseye boğan, sû-i zanna kurban eden, ifritçe ziyan eden bir kalbin mükâfatı ne olur ki? Koca bir hiç!

İlmin, amelin, ahlâkın ve vicdanın düzgünlüğü; daima kalbin düzgünlüğüne bağlı değil mi? O da enerji aldığı prizin doğruluğuna ve Rahmânîliğine göre şekillenmiyor mu? Peygamber Efendimiz’in îkazı çok açık:

“Dikkat edin: İnsanda bir et parçası var ki, o düzgün olunca her şey düzgün, o bozuk olunca her şey bozuk olur. Dikkat edin, o, kalptir!” (Buhârî, Îmân, 39)

Yani;

Mutlaka kalbin düzgünlüğü şart.

Onun için de, doğru enerjinin alınacağı Rahmânî priz şart.

Kalbi, hayat boyu bütün davranışlarda bu gerçeğe göre tartıp mutlaka sormalı;

Hangi prize bağlı?

Çünkü kalbini kötülük prizine bağlayan kimse, kendisine yapılan sonsuz iyilikler karşısında bile kötülüğe sarılır da, nankörlüğü seçer. Allah’tan ömür boyu nimetlendiği hâlde bile; bir insanın O’na karşı isyanı, hem de öfkeyle dolu münkirliğinin tek sebebi budur. Hiçbir haklı gerekçesi olmadan Hak’tan kopup şeytanın yolunu seçen gafillerin vaziyeti budur. Kendisine faydalı olmaya kalkan peygamberlere karşı bile tepki gösteren, hattâ öldürmeye yeltenen, sunulan onca ilâhî güzelliklere karşı kavga çıkaran, ölümsüz doğrulara dahî savaş açan ve ebedî kurtuluş kapısına çamur atarak sırt dönen bedbahtların da ahmaklığı budur. İçlerindeki yanlış enerji. Şeytan prizinden gelen enerji.

Her yanlış yapan zavallının da yanıldığı nokta burası. Bir anlık boş bulunup da günaha kapılarak derin uçurumlara yuvarlanan safdillerin de düştükleri hata bu.

Bu hatadan âzâde olabilenler, ancak kalplerini rahmet prizlerine bağlayanlardır. Onlar, berikilerin tam tersine, kötülükler karşısında bile iyiliklerine devam ederler. Yanlışların yoğunluk girdabında bile doğruluklarına halel getirmezler. En sivri dikenliklerin ortasında bile gül olmayı başarırlar.

Öyleyse hepimiz, evvelâ kalbimize bakalım;

Hangi prize bağlı?

Aklımıza bakalım;

Hangi prize bağlı?

Vicdanımıza bakalım;

Hangi prize bağlı?

Bilelim ki;

Bizden, ilâhî rızâya ters öfkeler sâdır eden her davranış; hangi kılıf içinde olursa olsun kötülük prizine bağlılıktır.

Dedikodudan ibaret davranışlar da kezâ.

Haset yüklü adımlar da kezâ.

Fesat kapısının fısıltıları da kezâ.

Fakat bizden;

İlâhî rızâya muvâfık meydana gelen her davranış da; herkes tarafından anlaşılsın veya anlaşılmasın, iyilik prizine bağlılıktır.

Hayr dolu gayretler de kezâ.

Kötülüğü iyilikle bertaraf etmek de kezâ.

Nankörlere bile hizmete devam da kezâ.

Gülün hatırına dikenlere katlanabilmek de kezâ.

Her şeye rağmen affa sarılabilmek de kezâ.

Bütün mahlûkata merhamet ve şefkati, en zor şartlar altında bile sürdürebilmek de kezâ.

İşte;

Ömre yansıyan iki gerçek!

İki büyük hakikat!

İki kapılı dünyada iki farklı gidişat…

Mesele tam anlaşılacak belki;

Fakat herkes, nefsin de telkinleri altında kendisinin doğru prizi kullandığının iddiasında. O iddialar ele alınırsa söz uzar. Hâcet yok. Dileyen, yaptığımızı olduğu gibi bize gösterecek olan son nefesten önce kendi iç dünyasını doğru bir gözle kendisi tetkik etsin:

Hangi prize bağlı?

Bunu tekrar tekrar sormalıyız.

Çünkü;

Kalbin prizi o kadar mühim ki; o değişince, îman da değişmekte, irfan da değişmekte. O değişince edep de değişmekte, ahlâk da değişmekte. Kalbin prizi değişince akıl da değişmekte, fikirler de değişmekte. O priz değişince vicdanlar da değişmekte. Priz değişince hâsılı, her şeyiyle insan değişmekte. Ya olumludan olumsuza doğru, ya da olumsuzdan olumluya doğru.

O hâlde bir daha tetkik edelim:

Gönüllerimiz hangi prize bağlı?

Allah dostlarının bağlı olduğu mâneviyat prizine rabt-ı kalb edenlere ne mutlu!”