ZEVKLERİ VE FİKİRLERİ OLMAYAN MI VAR?

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Muhteşem bir yemek daveti sırasında önünüze getirilen eti yerken birden onun domuz eti olduğunu öğrenseniz ya da çayınızı yudumlarken yanında yediğiniz kekin içinde birazcık likör olduğunu öğrenseniz ne tepki verirsiniz? Uzak Doğuluların afiyetle yedikleri bol proteinli çıtır hamamböceği kızartmasına!?. Yengeç haşlamasına, canlı kalamara?!. Bir başkasına leziz görünenler bize iğrenç görünebilir!..

Sarışın, esmer, kumral; uzun, kısa; zayıf, balık etli, şişman ya da renkli gözlü… Gençler evlenecekleri zaman; ahlâkî boyutun yanında, tercihlerini belirleyen başka şeyleri de düşünürler!

Ülkemizde satılan saç boyalarında en çok tercih edilen renk, sarıdır. Pek çok kadın uzun boylu olmak için bel ağrısı pahasına da olsa, yüksek topuk giyer. Çünkü medyada güzel olarak sunulan kadın tipleri, sarışın ve uzun boyludur. Böyle olduklarında daha güzel olacaklarını düşünürler.

İnsanın güzellik, karşı cins ve yemek konusunda bile tercihleri varsa ve bu tercihler yetiştiriliş, çevre ve öğrenme tarzından etkileniyorsa, o yaşına kadar öğrendiği ve edindiği idealleri ve inançları konusunda da tercihlerinin olması çok tabiîdir. Ve her insan, sahip olduğu ideali ve dîni yaşayıp hayatına yansıtacaktır.

Denizde haşema giyen biri, bikinili hakkında ne düşünür? Çarşaflı biri şortlu biri hakkında, boynunda ay yıldızlı kolye taşıyan haç taşıyan ya da kurukafa kolye taşıyan biri hakkında? Bir sağcı bir solcu hakkında, bir Avrupalı bir Asyalı hakkında ne düşünür? Ya da bunların tam tersi! İnsanlar inançlarını, ideallerini, bakış açılarını hayatlarına yansıtırlar. Ve herkes kendi hayat görüşünün doğruluğunu pekiştirmek adına kendisinden farklı olanlara eleştiriyle yaklaşır; bu çok tabiî bir temâyüldür.

Sağcı-solcu, muhafazakâr-lâik, radikal-liberal… olmadan insan olunabilir mi? İnsanları hayvanlardan ayıran en büyük özellik aklı ise; elbette bu aklın benimsediği, savunduğu bir düşünce tarzı, bir hayat tarzı olacaktır. İçinde yetiştiğimiz aile, arkadaş, okul, mahalle, şehir, vatan ortamı insan olarak bizlerin düşünce ve hayata bakış açısını şekillendiren sebeplerden bazılarıdır. Bu böyle olmak da zorundadır. Hiçbir fikri benimsemeyen, zihni doğduğundaki gibi şekillenmeden kalan insan tahayyülü, insan olma fıtratına aykırıdır. Psikolojide «öğrenme psikolojisi» adıyla insanın nasıl öğrendiğini inceleyen bir yan dal bile oluşturulmuştur.

Bir ateistin, bir radikalin, bir liberalin, bir demokratın düşünceleri nasıl ki sinemasına, tiyatrosuna, yazısına, fotoğrafına, fırçasına, okuluna, evinin duvarına yansıyorsa; bir muhafazakârın da düşünceleri uğraştığı, içinde yaşadığı her şeye yansıyacaktır! Mademki demokratik olma gibi bir «fikri» var günümüz dünyası insanının, o hâlde demokrasi herkes için olmalıdır.

Başı kapalı olan, çarşaf giyen kadınlar, sakallı, cübbe şalvar giyen erkekler bir siyasî görüşün, bir dînin propagandasını yapıyor da(?); başı açık olan, şort giyen, elinde kadeh tutan, kadınlı erkekli sarmaş dolaş etrafta dolananlar, hiçbir siyasî görüşün, hiçbir dînin propagandasını yapmıyorlar, öyle mi?!.

Azınlık okullarında okuyanlar hiçbir amacı, siyasî görüşü olmayan nötr insanlar ama imam-hatiplerde okuyanlar tehlikeli insanlar! Yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir ülkenin okullarında din dersinin, Kur’ân eğitiminin olmaması hiçbir görüşü, hiçbir siyasî tutumu göstermiyor, öyle mi?!. Vatandaş;

“–Ben; çocuğum dînini iyi öğrensin, başını örtebilsin, Cumasını, namazını kılsın istiyorum.” derken;

“–Şşşt, okullara dîni karıştırmayın, biz lâik bir ülkeyiz.” demek bir fikirsizliğin göstergesi öyle mi?

Hiçbir insan beyni boş değildir. Anne-babalarımızın bizi yetiştirme tutumları; öğretmenlerimizin bize öğrettikleri; medyada muhatap olduklarımız; yaşadığımız tecrübeler; okuduklarımız; düşünme tarzımızın ve inançlarımızın şekillenmesinde çok etkilidirler. Her beyin; düşünür, düşündüklerini yaşamak ister. Mademki demokrasi savaşları (!) verilen bir çağda yaşıyoruz, o hâlde «herkes kendi demokrasi savaşını kazansın.» istiyoruz. Muhafazakâr olmanın, dindar olmanın, sağcı olmanın, başı örtmenin, başı örtülü olarak okumanın ve devlet kurumlarında çalışmanın, Cuma namazına gitmenin kanunlar önünde; bara gitmek, şort giymek, yılbaşı tatili yapmak kadar normal görülmesini istiyoruz.

Basit devletler, halklarının canını ve malını korumak için kanunlar çıkarırlar. Tabiî ki insanoğlunun sadece canı ve malı yoktur bu dünyada sahip olması gerektiği. Her insan aklını (düşünce yapısını), dînini ve neslini de korumak ister. Yüce devletler bunları korumak, güvence altına almak için de gerekli kanunları çıkaran devletlerdir.

Bu zamana kadar alışılagelmiş bir düşünce yapısının ürünü olan kanunlar belli bir kesimi memnun etmekte fakat halkın geneline hitap edememektedir. Gerek dinlerin gerekse devletlerin koymuş olduğu kanunlar dînin ya da devletin bizzat kendisi için değil insanın ve toplumun huzuru içindir. Nasıl kapalı alanlarda sigara içme yasağı ülke genelinde sigara içme oranlarını düşürdüyse; kürtaj, hadım, tecavüz gibi yasaların da bazı kötü alışkanlıkları azaltacağı öngörülebilen bir gerçektir. Özgürlük adına bu tür yasaların çıkarılmasına karşı çıkanlar ise kendi menfaatleriyle birlikte sahip oldukları ideolojileri ayakta tutmanın çabasını vermektedirler. Elbette ki herkesin sahip olduğu inancı ve ideolojiyi savunma özgürlüğü de vardır. Demokrasilerde çoğulculuk anlayışı hâkimse çoğunluğun isteğinin kabul edilmesi normaldir. Beğenilmeyen inanç ve ideolojilerin sahibi yönetimlerin, seçimlerle değiştirilme imkânı da mevcuttur.

Her insan doğduktan sonra bir gelişim süreci yaşar; yavaş yavaş bedenen büyüyüp değiştiği, geliştiği gibi zihnen ve fikren de değişir, gelişir. Zihnen ve kalben sahip olduğu değerleri yaşamak ve yaşatmak ister. Bu sebeple onları hayatındaki her alana yansıtır, bu ekmek su kadar normal bir ihtiyaçtır.