Oynanan Kavramlar İçinde GELENEK VE MODERN NEDİR?
H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com
Modern nedir?
Kıyâmet alâmetleri hakkındaki hadîs-i şeriflerde, âhirzamanda zuhur edeceği haber verilen bir varlıktan bahsedilir:
Deccal.
Deccal’in mahiyeti nedir, tam olarak bilemiyoruz ama hususiyetlerinden anlıyoruz ki o îman ehli için büyük bir imtihandır. Bir büyük deccal yanında kırk sayısıyla ifade edilen çoklukta deccallerin, yani şerre hizmet eden varlıkların zuhur edeceği de zikredilmiştir.
İsminin etimolojisinden anlaşılacağı üzere deccal çok hilekâr demek. Âlimler onun bâtılı, hak ile karıştırıp sûret-i haktan göstereceğini bildirmekte. Günümüzde de yaşadığımız tam olarak bu.
Günümüzde savaşların belki de en büyüğü; kültür dünyasında, kavramlar üzerinden yapılmakta. Hem de en hilekârca bir tarzda… en başta da modernizm kavramıyla…
Tuhaf bir kavramdır modernizm. Günlük hayattaki kullanımı çoğu zaman dînî ve kaynağını dinden alan değer ve normları (kıstasları) önemsememe, bir yana koyma ve insan aklını rehber edinmeyi çağrıştırır. Özellikle bazı kesimler, modernizmi; dînin yerine geçen bir değer koyucu, bir rehber olarak görebilmekte ve hattâ bu anlayışı inançlı insanlara da dayatabilmektedirler. Dahası yaptıkları bu dayatmayı bir ilericilik olarak sunarken, kendilerine kurtarıcı rolü de biçebilmektedirler. Zihniyetleri sebebiyle meseleye bu şekilde bakınca, modernizmin menfî yönlerini de göz önünde bulundurup temkinli olmayı tercih eden müslümanları aydınlanmaya ve ilerlemeye karşı olan, değişime direnen sâbit fikirliler ve gericiler olarak yaftalamaktadırlar.
Hâlbuki iyi düşünülecek olursa, insanları tabiat nesnelerine tapmaktan kurtaranlar peygamberlerdir. Nitekim zihinlerden büyücülerin korkuya dayalı saltanatını silip, müsbet ilimlerin temelini atanlar da daima peygamberlere îmân eden âlim ve hakîmlerdir. İlk ilmî çalışmaların serbestçe çalışma imkânı bulup neşvünemâ ettiği ilim merkezlerinin İslâm medeniyetinin himayesi altında filizlenmesi de bunun en açık ispatıdır.
Bilhassa Peygamber Efendimiz’in getirdiği hak din; insanları, kâhinlere, rahiplere ve onların desteğiyle sorgulanamaz yetkiler kullanan aristokratlara kulluktan kurtarmış, bugün modernizme mal edilen ferdin hürriyeti ve fırsat eşitliği gibi değerleri ortaya koymuştur. Bu anlayışın tarihteki kökeni ve ilk örneği, peygamberlerin insanlara armağan ettiği hukuk ve ahlâk anlayışıdır.
Peygamber Efendimiz hem kula kulluk anlayışının sembolü ve dayanağı olan kurumları kökten sarsmış hem de fiilî olarak insan hakları ve hürriyetlerinin önünü açmıştır. Onun katı kabîlecilik ve törecilik anlayışını kaldırıp ilâhî kanunun önünde herkesin eşit olduğu, üstün hukuk nizamını getirmesi, günümüz toplumlarının bile henüz erişemediği yüksek bir medeniyet seviyesidir.
Hem Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sadece teorik olarak değil, pratik olarak törelerle savaşmıştır. Başta kan dâvâsı gütme, kızları öldürme, zayıf kabîleleri yağmalama ve köleleştirme, yoksulu fâizli muamelelerle ezme gibi birçok çirkin töre ve âdeti yasaklamıştır. Kadın, çocuk ve kölelerin kabîle ileri gelenlerinin malı gibi görüldüğü anlayışı kaldırıp bunların kendi inançlarını ve dünya görüşlerini seçme haklarını tanımıştır. Kadınlardan biat almak, kölelerin hürriyete kavuşturulmasını teşvik etmek, farklı statülerdeki kişileri İslâm kardeşliği ile kardeşleştirmek; borçlulara ve kendi hayatını kazanacak sermayesi olmayanlara büyük bağışlarda bulunmakla en büyük sosyal değişimi Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yapmıştır.
Ancak Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, haksız ve çirkin töreleri kaldırırken; komşuya, akrabaya iyilik, anne babaya vefâ, eşine sadâkat gibi toplumu ayakta tutan bağları koruyan örf ve âdetleri muhafaza etmiş, hattâ bunları dînî birer vecîbe hâline getirmiştir. Günümüzde ise ferdiyetçilik anlayışındaki aşırılık ve hürriyetin, daha çok nefsânî başıboşluk olarak anlaşılması; hem fertlere hem toplum yapısına büyük zararlar vermiştir.
Modernizmin önemli bir hususiyeti de değişim kavramına yüklediği abartılı değerdir. Değişimi körü körüne iyi veya kaçınılmaz olarak görmek, muhafaza edilecek hiçbir değer tanımamak modernizmin bizzat kendisini de hızla yıpratmıştır. Ne gariptir ki çağımızda bizzat modernizmin kendisi de hızla eskimiştir ve artık haberciler, bilim adamları, düşünürler, bu kelimeyi daha çok «modern hayat tarzının getirdiği hastalıklar», «modern toplum yapısının getirdiği psikolojik problemler» gibi cümlelerde, menfî mânâda kullanır olmuşlardır.
Evet, artık geçtiğimiz asırda olduğu gibi «modern» denildiğinde «geleneklerin ve kuralların çizdiği sınırlardan kurtulmuş, kendi seçimlerini yapabilen ve ferdî gelişimini gerçekleştirebilen insan» anlaşılmıyor. Artık modern insan denildiğinde «hayatını kazanabilmek için ekonomi müesseselerinin talepleri doğrultusunda en yüksek verimle değer üretmek zorunda olan insan» anlaşılıyor.
Evet, insan modernleşirken; anne-babasına, konu komşu, akraba ve cemiyetine karşı geleneklerin yüklediği görevlerinden sıyrılmıştır. Ne de olsa akrabalarıyla, komşularıyla sıkı bir dayanışma içinde olmak zorunda değildir. Artık gençliğini, zekâ ve şahsî yeteneklerini kullanarak bol kazanç elde edip arzu ettiği gibi yaşayabilecektir. Ama buna karşılık, yaşlılığında emekli maaşı alabilmek için uzun yıllar sosyal güvenlik şemsiyesi altında çalışmak mecburiyetindedir. Çünkü o anne-babasına bakmadığı gibi onun çocukları da ona bakmayacaktır.
Faturalarını ve sosyal güvenlik primini ödeyebilmek için; gençlik çağını zorlu bir yarışın hüküm sürdüğü eğitim maratonunda; orta yaşını ise ondan daha acımasız bir rekabetin bulunduğu iş dünyasında geçirmek; modern insanın uymak zorunda olduğu yeni toplum kuralı (norm) gibi görünüyor. Ne yazık ki bu, yeni zamanın acımasız «töre»sidir.
Evet, işin doğrusu modernizm de bir nevi gelenektir ve üstelik bu yeni töreler eski gelenekler gibi toplum nizamını esas alan kurallar değil, paranın gücünü esas alan ekonomi kurallarıdır ve bazen çok acımasız olabilmektedir. Bir başka deyişle, modern insan gelenek bağlarından kurtulurken, onun sağladığı dayanışmadan da mahrum olmuş; gaddar ekonomi kurumlarının karşısında yapayalnız kalmıştır.
Modern toplum; ferdi hem yalnızlaştırmakta, hem de para, teknik imkân, medya gücünün karşısında tamamen güçsüzleştirmektedir. Artık fertler medyanın reklâm ettiği ürünleri ihtiyaç olarak görmek, propaganda ettiği fikirleri benimsemek ve telkin edilen davranışları sergilemek konusunda tamamen şuursuzca uyup taklit eden bir sürü gibidir. Elbette medyaya hâkim olan güç de kitleleri gütme imkânını siyasî ve ekonomik nüfuzunu daha da artıracak şekilde kullanmaktadır. Böylece paranın kontrol ettiği medya ve siyaset gücü, yine parayı kontrol edenlerin çıkarına hizmet etmekte, halk kitleleri ise güçlüler karşısında iyice güçsüzleşmektedir.
Ne acıdır ki Mevlâ Teâlâ;
«Arzı ve üzerindeki bütün canlıları, insana hizmet ettirmek» üzere yaratmışken, şimdi insan kendi eliyle inşa ettiği kurumların mahkûmu olmuştur. İnsanoğlunun temel ihtiyaç maddelerini zaten bitkiler ve hayvanlar ona hazır sunmaktadır. İnsana düşen, sadece bu nimetleri hakça paylaşmak için düzenleme yapmaktan ibarettir. Ancak insanlar, dünya düşkünlüğü ile ihtiyaçları çoğalttıkça çoğaltmış, sonra da kurdukları sanayi/ticaret kurumlarının kölesi hâline gelmişlerdir. Üstelik insanların çoğu, kendini bu gidişâta öylesine kaptırmıştır ki modernizmin eleştirisi yapılırken bile hatalardan geriye dönmekten ziyade, daha yeni çareler aramak, daha da ileri gitmek yolu araştırılmaktadır.
Elbette müslümanlar modernizmin eleştirisini yaparken bile âdil ve hakşinas bir tutumu benimsemelidirler. Bizim gayemiz, modernizmi körü körüne kötülemek ve yeni olan her şeyi reddetmek değildir. Aksine, insanların yeni imkânlar geliştirmesi ve böylece bazı eski zorluklardan kurtulması da yine Rabbimizin ihsanlarındandır.
Müslümanlar; modernizmin sağladığı teknolojik nimetlerden yararlandıkları gibi bu gelişimin altında yatan akılcılık, ilerlemecilik ve meselelere yeni yöntemlerle çözüm bulma anlayışını da eleştirmezler. Aksine, bugün modern imkânları zayıfa ve mazluma hizmet anlayışıyla kullanan nice güzel insanımız, bize örnek olarak önümüzde durmaktadır.
Aslında biraz düşünülecek olursa, günümüz insanının en büyük problemi; modernizmin getirdiği imkânlar değil, modernizmi din yerine ikāme etmenin götürdüğü mânevi yoksulluktur. Bugün insanoğlunun en büyük mahrumiyeti; yüksek ideallere, samimî hislere sahip olmadığı için kolayca behîmî arzular peşinde sürüklenmesidir. İşte, hem fert hem de toplum olarak insanı bu durumdan kurtaracak olan ise yüksek duygularını harekete geçirecek olan mâneviyat aşısıdır.
Bu mânevî dinamizme sahip olanlar; modern hayatın sunduğu kolaylıkları, nefsânî arzuları için değil mânevî sorumlulukları için kullanmaktadırlar. Meselâ bugün ulaşım ve iletişim imkânları sayesinde dünyanın dört bir yanına tebliğ, hizmet ve infak için koşanlar bunun bir misalidir. Elbette uzaklara koşarken yakınları da ihmal etmemelidir.
Evinin konforunu sohbetler tertiplemek için değerlendiren, arabasıyla hayır işlerine koşan, işleri kolaylaştıran makineler sayesinde ilme, irfana, hizmete daha geniş zaman ayıran hanımlar da toplumumuza şefkat kanatlarını germektedirler. Yeter ki hizmet, infak ve benzeri niyetler, hâlis olsun, dünyaya dalmanın, dünyevîleşmenin, lüks ve debdebenin bir kılıfı ve kamuflâjı hâline gelmesin…
Demek ki modern hayat, mânevî bir hayat yaşamaya mânî değil, belki tam aksine, sağladığı kolaylıklarla yardımcı olabilir. Yeter ki imkânlarla şımarıp gaflete dalmayalım, hesap gününü hiçbir zaman unutmayalım…