SOKULLU MEHMED PAŞA’NIN AVRUPA SİYASETİ -2-
Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com
İNEBAHTI BOZGUNU (1571) VE DONANMANIN SÜRATLE YENİLENİŞİ
İnebahtı; Kıbrıs zaferinden sonra meydana gelen ve Osmanlı deniz tarihinde yenilgiyle sonuçlanarak, donanma kaybedilen ilk büyük savaştır.1
İnebahtı, Yunanistan’da Korint körfezinin kuzey sahilinde ve Patras şehrinin karşısında yer alır. Kıbrıs’ın Osmanlı hâkimiyetine girmesi; başta Venedik olmak üzere bütün Avrupa’da büyük şaşkınlık, heyecan ve endişe meydana getirmişti. Papa V. Pius tarafından oluşturulan haçlı ittifakı; Venedik ve İspanya’nın liderliğinde, Kıbrıs adasını geri almak için harekete geçmişti. Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti’ni muhtemel bir deniz savaşı için gerekli hazırlığı yapmaya sevk etti. Bu harp için gerekli olan kürekçi ve askerlerin tedarikini bildirir emirler çeşitli kadılıklara gönderildi. Hattâ kadılıklara gönderilen fermanlarda, gerekli asker bulunamaz ise bu askerlerin gayrimüslimlerden tamamlanması talep ediliyordu.2
Hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı donanması, Venedik ve haçlı kuvvetlerine karşı gözdağı vermek amacıyla Adriyatik kıyılarına açıldı ve bazı önemli kaleleri zaptetti. Venedik’te paniğe yol açan bu sefer ve kuzeye ilerleyiş, kışın yaklaşması sebebiyle durduruldu. Donanma geri dönmek zorunda kaldı. Bu geri dönüş esnasında İnebahtı’ya gelen Osmanlı donanması, Ekim 1571’de Kutsal İttifak donanmasının taarruzuna uğrayarak büyük bir bozguna uğradı. Savaşta her ne kadar iki taraftan önemli kayıplar verilmişse de, Osmanlı donanmasının bu baskında yok edilmesi şok edici bir mağlûbiyetti. Haçlılar içinse, İnebahtı Savaşı büyük bir zafer olarak tarihte yerini almıştır. Nitekim Fernand Braudel, «Akdeniz ve Akdeniz Dünyası» isimli kitabında Preveze Deniz Savaşı’nı birkaç satırda geçerken İnebahtı Deniz Savaşı’na otuz sayfa yer ayırarak hıristiyanlar açısından bu zaferin önemini vurgulamıştır.
Donanmanın fecî bir baskına uğraması ve ağır darbelerle büyük kayıplar vermesine rağmen Uluç Ali Paşa; donanmanın sağ cenahından Malta Şövalyelerine ait gemilere karşı yarma hareketinde bulunarak, düşman gemilerine büyük zararlar vermişti. Böylece filosunu bölgeden çıkarmayı başaran Uluç Ali Paşa, Padişah tarafından ismi Kılıç’a dönüştürülerek kaptan-ı derya makamına getirilmiştir.
Büyük donanmaların karşılaştığı bu son deniz savaşı; hıristiyanlar açısından büyük bir zafer olmasına rağmen, kalıcı bir niteliğe dönüşememiş, Akdeniz’de Osmanlı deniz hâkimiyetini sarsması ve geriletmesine rağmen ortadan kaldıramamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden biri Osmanlı Devleti’nin, donanmasını süratle yenilemesi olmuştur. Nitekim 4 ay gibi kısa bir süre içerisinde 134 parça kadırga hazırlanarak denize indirilmiş ve İnebahtı yenilgisinin izleri silinmek istenmiştir.5
Bu beklenmedik gelişme, hıristiyan dünyasında şaşkınlık uyandırmış ve Venedik Devleti bu gelişmenin ardından Osmanlı Devleti’yle yeni bir anlaşmayı imzalayarak Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti’ne ait olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu anlaşmaya göre Venedik, Kıbrıs Seferi’nin tazminatı olarak 300 bin düka altınını üç senede ödemeyi taahhüt ediyor, ayrıca elinde tuttuğu Zanta Adası için 1500 düka altın vergi vermeyi ve Sopata Kalesi’ni terk etmeyi kabul ediyordu.3
Buna karşılık Osmanlı Devleti de Kanunî devrinde yapılan anlaşmaları tekrar onaylayarak Venediklilere Akdeniz ve Karadeniz’de hareket imkânı sağlıyordu. Tarihçi Hammer’e;
“İnebahtı’da kazanan Türkler oldu.” dedirtecek kadar önemli bu barış antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti, Batı Akdeniz’de daha rahat hareket edebilme fırsatı yakalamıştı.
Tunus hâkimiyeti yüzünden İspanyollarla yapılan mücadele, Osmanlıların lehine dönüşmüş ve Tunus, Sokullu Mehmed Paşa zamanında Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.
MÜSLÜMAN TOPLULUKLARA YARDIM TEŞEBBÜSLERİNİN AKÎM KALMASI
Sokullu Mehmed Paşa’nın etkili olduğu II. Selim döneminde Sumatra Adası ve Malaka Yarımadası’nın bulunduğu bölgede hüküm süren Açe Sultanlığı, Portekizlilere karşı Osmanlılardan yardım istedi. Ancak yardım talebine olumlu cevaplar verilmesine, bölgedeki Osmanlı kuvvetlerine yardım için talimat gönderilmesine rağmen; çıkan Yemen isyanı, hazırlanan filonun yola çıkmasını engelledi.
Öte yandan 1492 yılından beri İspanya’da kalan müslümanların durumları her geçen gün daha da kötüye gitmekte, zorla hıristiyanlaştırma faaliyetleri artarak devam etmekteydi. Ancak her şeye rağmen bölgede var olma mücadelesi veren Endülüs müslümanları, hıristiyanların kendi aralarındaki çelişkilerinden istifade ederek yeni ve büyük bir kıyâmı başlattılar. 1569 yılındaki Endülüs direnişini, Melik Muhammed Mansur yönetiyordu. Cezayir Beylerbeyi Uluç Ali Paşa da askerî yardım mahiyetinde bir miktar top, tüfek, barut gibi malzemelerle birlikte birkaç yüz gönüllü Türk asker desteği de vermişti. Hattâ bir aralık müslümanlar, Gırnata şehrini ele geçirmeyi de başardılar. Ancak Mansur’un bir türlü sona erdirilemeyen iç çekişmeler yüzünden öldürülmesi ve İspanyolların büyük kuvvetlerle saldırması üzerine, müslümanlar yenilerek dağlara çekilmek zorunda kaldılar. Osmanlı’dan yardım istedilerse de Kıbrıs Seferi sebebiyle zamanında yardım yapılamadı. Yardıma karar verildiğinde de direniş iyiden iyiye zayıflamıştı. Böylece İstanbul’a ulaşan Açe ve Endülüs müslümanlarına ait mersiyelerle, sadece acıların birlikteliği taze tutulmuştu.
II. SELİM’İN VEFATI
II. Selim 1574 yılının Aralık ayında hiç beklenmedik bir biçimde vefat etti. İstanbul’da vefat eden ilk padişah olan Sarı Selim; hiç sefere çıkmamıştı. Buna rağmen, sekiz yıllık saltanatı sırasında batıda ve denizlerde birçok seferler yapılmış, Osmanlı Devleti; güçlü sadrazamın mârifetiyle de olsa, zirvedeki yerini korumuştu. Avlanmayı seven ve saray eğlencelerine düşkün olan II. Selim mûsıkîşinas ve şair kimliği de olan bir hükümdardı. Selîmî mahlâsıyla yazdığı mısralarında hayat felsefesinden de kesitler taşımaktaydı:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız,
Âteş kesilür geçse sabâ, gülşenimizden… (II. Selim)
Mimar Sinan’ın ustalık dönemi şâheserlerinden olan Edirne’deki Selimiye Camii onun döneminde inşa edilmiş, ölümünden kısa bir süre önce ibâdete açılmıştı. Ayrıca Lefkoşa’da adını taşıyan Selimiye Camii’ni kiliseden dönüştürmek sûretiyle yaptırmıştır.4
SOKULLU MEHMED PAŞA’NIN PROJELERİ
Sokullu’nun ileri görüşlü kişiliğe sahip oluşunu gösteren hâdiselerden biri de, Don ile Volga nehirleri arasında bir kanal açmak sûretiyle Orta Asya’ya denizden donanma ve asker sevk etmek hususundaki teşebbüsüdür. On kilometrelik kazı için amele ve asker gönderilerek işe başlandığı hâlde, öteki vezirlerin işin ehemmiyetini takdir edememeleri, Kırım Hanı’nın orduda isyan çıkarması ve Rusya’nın saldırıları yüzünden bu son derece önemli teşebbüs hedefine ulaşamamıştı. Oysa bugün iki nehrin birbirine en çok yaklaştığı yerden, kanallar kazılarak birbirlerine bağlanması gerçekleştirilmekte, böylelikle Karadeniz’den bu yol kullanılarak, Hazar Denizi’ne ulaşım sağlanabilmektedir.
Moskova Prensliği’nin, Altınordu Devleti’nin parçalanmasından sonra bölgede varlığını devam ettirmek isteyen müslüman hanlıkları birer birer ele geçirip tehlikeli bir biçimde büyümesini sürdürmemesi için önlem alınmalıydı. Bu kanalın açılması mümkün olabilseydi; donanmayla Karadeniz’den Hazar’a, Kafkaslara kolayca kuvvet sevk edilebilecekti. İpek Yolu ticareti canlandırılabilecekti.
Sokullu, Süveyş Kanalını da açtırmayı o zamanlar düşünmüş ve Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki faaliyetlerini önlemek ve Akdeniz ticaretini canlandırmak istemiştir. Ancak bu proje de benzer ihmallerle ertelendi ve başarılamadı.
SOKULLU MEHMED PAŞA’NIN VEFATI
II. Selim’in ardından tahta çıkan oğlu III. Murad döneminde; Sokullu Mehmed Paşa yıpranmış, giderek gözden düşmeye başlamıştı. Silik ve zevkine düşkün padişahlardan biri olan III. Murad; devlet işlerinde babası II. Selim gibi davranmış, saraya çekilmeyi tercih etmişti. Yüzün üzerinde çocuğu olan bu hükümdar döneminde de sadrazamlık görevini devam ettiren Sokullu, artık devletin dizginlerini tutmakta zorlanmaktaydı. Devlet içerisinde de kendisine hasım gruplar oluşmuştu.
Diplomatik kabiliyetiyle; Lehistan’a bir Osmanlı dostunu, Fransa’nın yardımıyla hükümdar yapmıştı. Bu büyük Osmanlı paşası, daima barışı savaşa tercih etmekteydi. Oysa bazı devlet adamları sınır problemleri yüzünden İran üzerine sefer düzenlenmesini savunuyor, bu yönde III. Murad’ı kışkırtıyordu. Perde arkasında iktidar mücadelesi bulunuyordu. Nihayet 12 Ekim 1579 tarihli dîvan toplantısında, yanına sokulan bir meczup tarafından şehid edildi. Onun ölümüyle zirve yılları artık geride kalmış, Osmanlı Devleti’nin duraklama yıllarına adım atılmıştı.
_________________________
1 İdris BOSTAN, İnebahtı Deniz Savaşı, s. 287.
2 İbrahim Ethem ÇAKIR, İnebahtı Savaşı ve Osmanlı Donanmasının Yeniden İnşaatı Üzerine Bazı Bilgiler, s. 516-517.
3 Peçevi Tarihi-1, Ankara, 1992, s. 252-253.
4 Hammer, Osmanlı Tarihi, c. 6, s. 1894-95.
5 Hammer, Osmanlı Tarihi, c. 12, s. 127.