BEDENİME BEDEL OLSUN YÂ RABBÎ!..

İrfan ÖZTÜRK

Avrupa seyahatlerimden birinde idi. Bir kardeşimizi ziyaret maksadıyla yolda giderken, çok samimî başka bir kardeşimizle karşılaştım. Selâmdan sonra ayaküstü sohbete başladık. Kardeşimizin moralinin çok bozuk olduğunu, âdeta konuşmak bile istemediğini hissettim. Kendisine sıkıntısının sebebini sorduğumda şunları anlattı:

“Hocam, moralim çok bozuk, eğer bu hâl ve davranışlarımla sizi üzdümse özür dilerim. Mü’min, mü’minin yüzüne tebessüm etmeli ve mü’min kardeşini rahatlatmalıdır. Beşûş bir çehre ile kardeşinin karşısına çıkmalı; ama bugün gönlümde ne tebessüm etmek ve ne de kimse ile görüşüp konuşmak var. Âdeta kalbim ve gönlüm kilitlendi. Size karşı olan sevgimi biliyorsunuz, ama bugün o muhabbet bile tesir etmez oldu. Ne yaptığımı ve ne yapacağımı bilemez hâldeyim.

Sebebine gelince;

Bu sene eşimle beraber hacca gittik. Allah kabul eylesin inşâallah, haccı edâ edip geldik. Döndükten sonra, eşim rahatsızlandı. Doktora başvurduk. Kanser teşhisiyle bölgenin en büyük hastahânesine havale etti. Eşimi hastahâneye yatırdım. Tedaviye başlandı. Bugünle beraber on gündür tedavi görüyor. Şimdi yanından geliyorum. Doktorların gereken müdahaleleri yaptıklarını söyleyen eşim, bana hitâben;

«Efendi, senelerdir Avrupa’da geceli-gündüzlü çalıştık. Dişimizi, tırnağımıza katarak bir şeylere sahip olalım, kimseye muhtaç olmayalım, diye. Öyle de oldu. Allâh’a hamd olsun. Her şeyimiz var, her şeye sahip olduk. Ancak; ‘Hakkını helâl et!’ dememin zamanı gelmiş. Bugün hastahânenin onkoloji profesörü son tetkik ve muayenemi yaptı. 15 günlük ömrümün kaldığını, bütün hayatî fonksiyonlarımın durdurulamaz şekilde eksiye gittiğini, bu gidişle 15 gün sonra hayatî fonksiyonlarımın biteceğini ve öleceğimi söyledi. Hakkını helâl et efendi!..» diyerek ağladı ve ağlamaya da devam ediyor.

Böylece eşimin yanından ayrıldım, kalbimden vurulmuş bir hâldeyim. Moralimin bozukluğunun sebebi bu… Yüzümün gülmeyişinin; «Hocam!» deyip size sarılamayışımın sebebi bu. Beni affedin hocam!..”

Bu dertli sözler üzerine sordum:

“–Kardeş, arabanız yanınızda mı, sizinle hastahâneye gidip hastayı görebilir miyim?”

Bir anda yüzüne tebessüm ve neşe geldi. Derhâl arabayı getirdi ve hastahâneye gittik.

Hastahâne çok katlı büyük bir bina idi. Hastası, en üst katlardan birinde yatıyordu. Bizim hastayı görmeye gidişimiz, «şifâ amaçlı bir şeyler yapabilir miyiz?» diye idi. Fakat hastahâne ortamında bizim ilâhî şifâya yönelik yapabileceğimiz şeyleri yapmak mümkün değildi. Bunun için müsaade ederlerse hastayı arabaya indirmesini söyledim. Müsaadeyi alıp, hastayı arabaya indirdiler…

Hasta, gerçekten çok perişan bir durumda, her şeyden ümidini kesmiş, sararıp solmuş bir hâlde idi. Orada benim yapabileceğim bir şey varsa o da şifâsı için duâ etmekti. Duâ ettim, okuyup üzerine şifâ niyetiyle üfledim. Bir şişe suya şifâsıyla ilgili duâlârı okuyup, hastaya içirilmesini söyledim. Hastaya da Allâh’ın izniyle iyileşeceğini ve Türkiye’ye sıhhatli bir şekilde gelip beni ziyaret edeceğini söyledim. Bunu söylerken bütün güvencem Allah Teâlâ Hazretleri idi.

Hastanın ümidi kesikti. Yüzüne karşı; «On beş gün sonra öleceksin!» denilmişti. Onun için her şey bitmiş, ölümü bekliyordu. Eşine dönerek;

“Kardeş iyi dinle, tavsiye edeceğim şeyleri, usûlüne uygun şekilde ve tam bir itikat üzere yerine getirirsen hastanda hiçbir şey kalmaz. Allâh’ın izniyle iyileşir. Ben böyle olacağını Allâh’ın izniyle size müjde veriyorum.” dedim.

ÇARESİZ DERTLERE KURBAN

Tavsiye edeceğim kurbanı tarif edeceğim şekilde kesmesini istedim…

“1. Büyükçe bir koç alacaksın.

2. Kurbanı kendin keseceksen birazdan söyleyeceğim niyetle keseceksin. Eğer vekâlet vererek kestireceksen, sâlih bir kişiye şöyle vekâlet vereceksin:

«Yâ Rabbî! İçinde bulunduğum kötü durumdan ve hastalıktan kurtulmam ve sıhhate kavuşmam için; canı canıma, kanı kanıma, bedeni bedenime, rûhu rûhuma, eti etime, kemiği kemiğime bedel olmak üzere bu kurbanı Allah rızâsı için kesmeye seni vekil ettim.» deyip bıçağı, hayvanı kesecek olan vekiline vereceksin.

Vekâleti alan kişi, kurbanı keseceği zaman şöyle tekrar edecek:

«Hastanın annesinin ismiyle meselâ Fatma oğlu Ahmed’in içinde bulunduğu kötü durumdan ve hastalıktan kurtulması için;

Canı canına, kanı kanına, bedeni bedenine, rûhu rûhuna, eti etine, kemiği kemiğine bedel olmak üzere bu kurbanı Allah rızâsı için kesiyorum. ‘Bismillâhi Allâhu ekber!’» deyip kurbanı usûlüne uygun bir şekilde kesecek.

3. Kurban 61 parçaya bölünecek, her bir parçası bir poşete konulacak.

4. Kurbanın başı, sakatatları, varsa kuyruğu parçalara dâhil edilecek.

5. Önceden mutlak fakir oldukları tesbit edilen ailelere nüfusları adedince poşet verilecek. Kaç nüfus ise, üç ise üç, beş ise beş poşet verilecek. 61 parça böylece dağıtılacak.

6. Derisi ya bir fakire pösteki olarak verilecek veya satılıp parası fakire verilecek.

7. Rasûlullah Efendimiz; «Hastaları, sadaka ile tedavi edin.» buyuruyor. Onun için, hastanın şifâsı için, mâlî durumun müsait ise fakirlere 61 fitre miktarınca para dağıtacaksın.

Kardeş, ben elimden geleni yaptım. Gereken tavsiyemi de yaptım. Gerisi Allâh’a ait.

Arınınki vız vız etmek, balı yapan Allah’tır.

Ben yarın Türkiye’ye dönüyorum. Allah, hastanıza âcil şifâ versin. Sizleri Pamukova’da eşinizle ziyaretime bekliyorum. Allâh’a emânet olun!” diyerek dostumdan ve hasta eşinden ayrıldım.

Pamukova’ya döndüm, işimin başında idim. Sıcak bir Temmuz ayı geçiriyorduk. Eve gelmiştim, istirahatım esnasında saat tamiri ile meşgulken, kapının zili çaldı. Kapıya çıktığımızda bir de ne görelim. Dostumuz eşi ile birlikte, ziyaretimize gelmişler. Hastamızda kötü hastalıktan eser kalmamış. İyileşip kendi eliyle ördüğü bir süveteri hediye olarak getirmişti. O gün, bugün 15 küsur senedir sıhhat ve afiyetle hayatını devam ettiriyor. Allah, ömrünü uzun, amellerini sâlih eylesin.

Kader-i ilâhîye bakın ki, eşinin hastalığına üzülüp, ölecek diye ne yapacağını şaşıran hastamızın eşi, hanımından önce vefat eyledi. Allah ganî ganî rahmet eylesin. Rûhu için Fâtiha…

İsmail nebî gibi kurban sundum Zâtına,
Şifâ vermek yakışır yüce Zât-ı bahtına. (Gülzâr-ı İrfan)