OKU HÂFIZ, YAŞA HÂFIZ!..

Sami GÖKSÜN

Yüce Allah beşeriyyetle konuşmak diledi,
Ne kitaplar bize lutfetti katından, kendi.
Yüz suhuf göndererek çekti ilâhî tuğrâ,
Ve nihâyet bize üç tâne kitaptan sonra
Etti Kur’ân’ı müyesser, yüce bir rehberle,
Dinle Peygamber’i, Kur’ân’ı güzel ezberle!
Yüce Hakk’ın dili Kur’an, yücedir her şeyden,
Kulu bir başka yüceltir, okumak, ezberden…
Oku; Allah sözü, cânın özüdür; ey hâfız!
Oku; Mevlâ donatır kalbini yıldız yıldız…
Oku; Peygamberim’in şan ve şeref övgüsü var,
Buyurur: «Ümmetimin eşrefidir hâfızlar!..» (Seyrî)

Kur’ân-ı Kerîm’in başından sonuna kadar ezberlenmesi ve zihinde muhafaza edilmesi olarak izah edilen hâfızlık; asr-ı saâdetten günümüze kadar gelen, kıymeti ölçülemez bir ameliyedir.

Gerçekten Kur’ân; nakşedildiği zihne, değerlerin en güzelini katarak; hâfız olan insanı, seçkin ve saygın bir seviyeye getirir.

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“Benim ümmetimin en şereflileri, Kur’ân hâfızları ve gece ibâdetiyle meşgul olanlardır.” (Taberânî, Beyhakî) buyurarak hâfızların mümtaz mevkiini beyan etmiştir.

Bu kıymetli faaliyette, Kur’ân’a hizmet edenler zincirinde küçük de olsa bir halka olabilmek ne güzeldir.

Cenâb-ı Hak, indirdiği Kur’ân’ı koruyacağını bildiriyor. Kur’ân’ın yirmi üç yılda tamamlanmış olması, âyetlerin peyderpey gelmesi, kolay ezberlenmesine vesile olmuştur. Böylece Kur’ân ezberlenmek sûretiyle, daha kolay muhafaza edilebilmiştir.

Hiç kimsenin ve hiçbir gücün Kur’ân’ı tahrif edemeyeceğini, onun bir harfinin bile değiştirilemeyeceğini yüce Rabbimiz Kur’ân’ında şöyle beyan ediyor:

“Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik. Onu koruyacak olan da Biz’iz.” (el-Hicr, 9)

“Bir de o kâfirler dediler ki: «Bu Kur’ân ona toptan, bir defada indirilmeli değil miydi?» Hâlbuki Biz vahiyle Sen’in kalbini pekiştirmek için böyle ara ara indirdik ve onu parça parça okuduk.” (el-Furkān, 32)

Bu âyet-i celîleler de bize gösteriyor ki; Cenâb-ı Hak bizlere; Kur’ân’ı bizler içinden seçtiği kullar, yani hâfızlar vesilesiyle koruyacağını beyan etmektedir.

“Sonra Biz, Kitab’ı seçtiğimiz kullara miras verdik.” (Fâtır, 32)

Mirasın takdim edildiği seçilmiş kullar, yani hâfızlar; taşıyacakları bu ağır yükün farkında olmalıdırlar.

Toplumda hâfızlık yapanlara bile; «Hâfızım!» diye hitap edilmesi bu faaliyetin ne kadar çok sevildiğinin bir işaretidir. Çünkü bu güzel yola çıkanlar, çalışarak yolun sonuna gelip hâfız olduklarında, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ümmetimin şereflileri taltifine mazhar olacaklardır. Ayrıca hâfızlık tâcını giyenler Allah -celle celâlühû-’nün ehli ve yakınıdırlar. Çünkü Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, gerçek anlamda Kur’ân okuyan ve onu ezberleyeni; ezberlediği Kur’ân’ın gereğini yerine getirenleri övmüş ve bunu başaranlara Allâh’ın vermeyi va‘dettiği sevap ve yüksek derecelerden sık sık bahsetmiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–İnsanlardan bir kısmı Allah ehlidir.” buyurunca, sahâbe-i kiram sordu:

“–Ey Allâh’ın elçisi bunlar kimlerdir?”

Rasûl-i Ekrem Efendimiz;

“–Onlar, Kur’ân’ı ezberleyen ve gereğince de amel eden hâfızlardır. Bu kimseler Allâh’ın ehli ve yakınıdırlar.” karşılığını verdi. (İbn-i Mâce)

Hâfızlara verilen ikramlar kendilerine bahşedilenlerle kalmayacak, onların anne-babalarına da âhirette çeşitli ikramlar verilecektir. Akrabalarına da mânevî bağışlarda bulunulacaktır.

Kur’ân’ı ezberleyip hâfız olan ve onunla amel edenlerin, kıyâmet gününde anne-babalarına bir taç giydirileceği müjdesini de yine Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vermiştir:

“Her kim Kur’ân’ı ezberler ve onunla amel ederse, kıyâmet gününde anne-babasına bir taç giydirilecektir ki; güneş evlerinizde olsaydı o taç, güneşten daha ışıklı olurdu. Yani o tâcın ışığı, güneşin ışığından daha güzeldir. Ya o Kur’ân’la amel eden kişinin hakkında ne zannedersiniz.” (Ebû Dâvûd)

“Kim Kur’ân’ı ezberler ve onu muhafaza ederse Allah -celle celâlühû- o kişiyi cennete koyar ve ailesinden cehennemlik olan on kişiye de şefâatçi kılar.”

Bütün bunlar mânevî bağışlardır ve âhiret mükâfatlarıdır, bir de dünyadayken karşılaşacakları ihsanlar vardır ki; onlar da şöyledir:

Cenâb-ı Hak, onları korumasına alır.

Toplum tarafından sevilir ve sayılırlar.

Cenâb-ı Hak onları Kur’ân’ın nûruyla nurlandırır. Seyrî bu konuda ne güzel söylemiş:

Böyle Allah sözünün hâfızı olmak ne güzel,
Feyz-i Kur’ân ile deryâ gibi dolmak ne güzel!
Özleyen kimse bugün Rabbini, Kur’ân okusun,
Âyet âyet süzülüp nûra bürünsün bu derûn!

Bir hâfızın Kur’ân nûruna nasıl büründüğü ve Rabbimiz’in böyle bir kuluna en zor zamanında nasıl muamelede bulunduğuna dair Diyanet İşleri Başkanlığı Din Eğitimi Dairesi Başkanlarından Şükrü ÖZTÜRK Hocam’dan dinlediğim şu kıssa çok mânidardır.

Eskişehir ilimizde doksanlı yıllarda, hâfız olan yavrularımızın icâzet merasimi düzenlenmektedir. İcâzet merasimine bir Eskişehirli olan Şükrü ÖZTÜRK Hocam da davet edilir. Program başlamıştır.

Programın onur konuğu ise, ömrünü hâfız yetiştirmeye adamış Sarıca Hocaefendidir. Ömrünü; hâfız olduktan sonra, kendisi gibi hâfız yetiştirmeye adamış bir hocaefendidir. Yetiştirdiği hâfızların sayısı bilinmemektedir…

Program resmî ve özel yönleriyle baştan sona duygulu ve coşkulu bir şekilde geçer. Mezun olan hâfızlarımız icâzetlerini Sarıca Hoca üstâdın huzurunda alırlar.

Artık program bitmek üzeredir. Program sunucusu son bir jest yaparak salonda bulunan dinleyenlere hitâben;

“–Sevgili kardeşlerim, ne dersiniz Sarıca Hocamız’dan kısa bir aşr-ı şerif dinleyelim mi?” diye sorunca, ânında salondan bir alkış tufanı kopar. Sunucu mikrofonu, üstad makamında oturan Sarıca Hocamız’a uzatır. Üstad çok yaşlanmıştır. Mikrofon, sehpasına yerleştirilir ve üstâdın fem-i muhsinine yaklaştırılır. Üstad o pîr-i fânî hâliyle eûzü besmeleyi çeker ve Haşr Sûresi’nin son üç âyetini okumaya başlar. Kısık sesiyle;

“–Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû.” der.

Dinleyenler heyecanla devamını beklemektedirler, ancak bir türlü âyetin devamı gelmemektedir. İki, üç dakika geçmiştir. Sunucu üstâda doğru yaklaşır;

“–Üstâdım, buyurun devam edin!” der. Tekrar ses gelmeyince yanına iyice yaklaşır şöyle bir dokunur ve;

“–Üstâdım!” diye bir çığlık atar.

Evet… Bu Kur’ân üstâdına emr-i Hak bu güzel zaman ve mekânda gelmiştir. Üstad Sarıca Hoca ömrünü verdiği hâfızlığıyla ve bir hâfızlık icazet merasiminde; «Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû» diyerek vuslata nâil olmuştur.

Salonda bulunanların hepsi mânevî bir derinlik içerisinde, hâfız olmuş ve hâfız kalabilmiş bir hak yolcusunun vuslat tecellîsine şahit olmuşlardır. Bu güzel, huzur dolu teslîm-i ruh sahnesine gıpta ile bakıp kalmışlardır.

“Nasıl yaşarsanız öylece ölürsünüz.” hadîs-i şerîfinin ne güzel bir tecellîsi…

Hâfızlık tâcını giymiş kardeşlerimizin Rableri katında güzel karşılanmak için çok dikkatli olmaları gerekir. Kur’ân’a lâyık olmak için onu çok okumalı ve onun ahkâmıyla yaşamalıdır. Yaşamalıdır ki; hem Hak tarafından sevilsin, hem halk tarafından hürmet edilsin…

Bu güzel insanları lâyık oldukları yere koymak, onların kıymetini bilmek toplum huzuru için gerekli bir görevdir.

Peygamberimiz de böyle istiyor ve buyuruyor ki:

“Yaşlanmış bir müslümana, aşırı gitmeyen ve Kur’ân’ın ahkâmıyla amel etmekten geri durmayan hâfıza ve âdil hükümdara saygı göstermek, Allâh’a duyulan saygı ve tâzimden neş’et eder.” (Ebû Dâvûd)

Çünkü ezberlediği ahkâm ile âmil, ahlâk ile kâmil bir hâfız, hadîs-i şerifte de buyurulduğu gibi, canlı bir Kur’ândır. Etiyle, kanıyla da bir mânâda Kur’ân’ın gördüğü hürmete lâyıktır. Öyle ki, böyle hâfızlara vefatlarından sonra emânet edildikleri kabirde toprağın bile hürmet ettiği ve bu mübârek tenleri çürütmediği nice şahidiyle malûmdur.

Seyrî de ne güzel ifade ediyor:

Çekerek besmele Kur’ân’a, eğer bir kimse,
Genç iken aşk ile her sûreyi ezberlerse,
Eti Kur’an, kanı Kur’an, canı Kur’an kesilir,
Ona mahşerde düşen hisse, sekiz cennettir!
Böyle hâfız, nice mânâyı da âmilse hele,
Bir de Kur’andaki hikmet ile kâmilse hele…
Rûhu, hattâ teni kabrinde de aslā çürümez,
Sönse gökler, onu âlemde karanlık bürümez.

Cenâb-ı Hak, evlâtlarımıza hâfız olabilmeyi, son nefese kadar da hâfız kalabilmeyi nasip eylesin. Olamayanlara da Kur’ân ahkâmıyla yaşamayı ihsan eylesin. Âmîn…