SOKULLU MEHMED PAŞA’NIN AVRUPA SİYASETİ

Ahmet MERAL ahmetmeral61@gmail.com

Bu Devlet-i Aliyye’nin kuvvet ve kudreti ol mertebededir ki; cümle donanmanın lengerlerini gümüşten, resenlerini ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmek ferman olunsa müyesserdir. Her kangı geminün mühimmatı yetişmez ise bu minval üzre benden al. (Sokullu Mehmed Paşa)1

SOKULLU’NUN SADRAZAMLIĞI

Sokullu Mehmed Paşa; Kanunî’den sonra meydana gelen siyasî boşluğu doldurarak, devleti, başta batı dünyası olmak üzere her zeminde başarıyla temsil eden, Osmanlı Devleti’nin en büyük veziriydi. Gerçekten de Bosna’nın Sokoliç kasabasında dünyaya gelen Bayo’nun; devrin en büyük devletinin en tanınmış ve muktedir sadrazamı olacağı, rüyaların konusu arasında bile yer almayacak bir hâdiseydi.

Sokullu Mehmed Paşa, Bosna kökenli bir hıristiyan çocuğu iken; devşirme yoluyla Osmanlı sarayına getirilmiş, Enderun saray okulunda parlak zekâsıyla eğitimini başarıyla tamamlayarak devlet kademelerinde yükselmiş çok önemli bir şahsiyettir. Başta Kanunî’nin son iki yılı, ardından tahta çıkan II. Selim ve III. Murad devrinde sadrazamlık vazifesini üstlenmiş ve dünya gündemini belirleyen siyaseti, ileri görüşlülüğü ve projeleriyle adından söz ettirmişti.

Devrin kuralları gereği; devşirme yoluyla İstanbul’a getirilen hıristiyan çocukları, ciddî bir İslâm terbiyesinden geçirilip, kabiliyetlerine göre saray hizmetlerinde, Yeniçeri Ocağı’nda veya seçkin yöneticilerin çıktığı Enderun saray okulunda yetiştirilirdi. Küçük Mehmed de bir süre Edirne sarayında kaldıktan sonra İstanbul’a getirilir. Sarayda yaptığı hizmetlerde tebârüz eden Mehmed (Sokullu) Padişah’tan da takdir görür. Silâhtarlık ve Sancakbeyliği unvânıyla devlet kademelerinde yükselişini sürdürür. Barbaros’un vefatı üzerine Kaptan-ı Deryalığa getirilen Mehmed Paşa, Kanunî’nin güvenini kazanarak üçüncü vezir olur ve Dîvân’a dâhil olur. Rumeli Beylerbeyi iken, fetihlerde önemli katkıları olur. Kanunî’nin oğulları Şehzade Selim ve Şehzade Bâyezid arasındaki çatışmada, Selim’in mücadeleyi kazanmasında aktif rol oynar. Ve nihayet Sadrazam Semiz Ali Paşa’nın Haziran 1565 yılında vefatıyla, yaklaşık 15 yıl boyunca imparatorluğun en etkili kişisi olacağı sadrazamlık makamına getirilir.

Sokullu Mehmed Paşa; ilk olarak Padişah’ın son seferine, Zigetvar’ın fethine iştirak eder. Padişah’ın vefatını, üç hafta boyunca saklayarak ordunun moralinin bozulmasını önler. Öte yandan aldığı önlemlerle II. Selim’in tahta çıkışına kadar oluşabilecek karmaşanın önüne geçer. Böylece daima büyük sancılar oluşturmuş olan taht değişikliğini suhûletle gerçekleştirmesi, II. Selim’in güvenine yol açar ve sadrazamlık görevine devam eder.

II. Selim; zirveden dönüşün ilk işaretlerini veren padişah olarak, saraya çekilmiş; gölgede kalmayı tercih ederek, devlet idaresini Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Şeyhülislâm Ebussuud ve Nişancı Celâlzâde Mustafa olmak üzere devlet adamlarına bırakmıştır. Böylece siyasetin dizginleri fiilen Sokullu Mehmed Paşa’nın eline geçmiş oldu.

Sokullu Mehmed Paşa; devlet yönetiminde dengeli ve barış yanlısı politikalar takip ederek Kanunî döneminde yorulan Osmanlı ordusunu dinlendirmek istemiş, ancak zamanı geldiğinde de askerî hareketlerden çekinmemiştir. Nitekim Zigetvar Seferi’nden sonra Avusturya’ya yönelik askerî hareketlilik durmamış, birçok kalenin Osmanlılar tarafından elde edilmesi üzerine Avusturya Kralı bir kere daha Türklerle barış tazelemek zorunda kalmıştı. Sokullu; iki devlet arasında yapılan barış müzakerelerinde etkili olmuş, isteklerini büyük ölçüde kabul ettirmişti. Tazelenen antlaşmaya göre; Avusturya eskiden olduğu gibi yıllık 30.000 Macar altını verecek ve mevcut sınırlara riâyet edecekti. Ayrıca suçlular, iki ülke arasında karşılıklı iade edilecek; Avusturya İstanbul’da daimî elçi bulundurabilecekti.

KIBRIS’IN FETHİ (1571)

Kıbrıs’ın alınışı; Sokullu’nun gölgesinde kalmış olan II. Selim döneminin en önemli olayları arasında yer almıştır. Öteden beri Kıbrıs; Doğu Akdeniz’de stratejik konumundan dolayı, bölgede söz sahibi olan Osmanlı’nın ilgi alanında bulunmaktaydı. Mısır ve Suriye’yi yöneten imparatorluğun; deniz ulaşımındaki zorlukları aşması, Doğu Akdeniz’in ticaret yollarını denetim altında tutması, ancak bu adanın alınmasıyla mümkün olacaktı. Üstelik adanın mutlaka fethini gerektiren başka bir sebep de hıristiyan korsanlarının faaliyetleriydi. Başta Venedik korsanları olmak üzere, Sicilya, Malta ve Girit korsanları; Kıbrıs’ta üsleniyor, bölgeden geçmek zorunda kalan müslümanlara ait ticaret gemilerine ve hacıları taşıyan gemilere saldırıyordu. Ancak tüm bu şartlara rağmen, adanın müslümanların eline geçmesinin doğuracağı şartların iyi hesap edilmesi gerekmekteydi. Nitekim bazı devlet adamları; yeni bir haçlı ittifakının oluşmaması için, barışı bozacak maceralara girişilmemesinin, bazıları da ne pahasına olursa olsun fetih siyasetinin sürdürülmesinin doğru olacağını savunuyordu.

Sokullu; bu seferi, hıristiyan dünyasının tepkisinin şiddetli olacağı, haçlıların birleşerek Osmanlı’ya yeni gāileler açacağı endişesiyle gereksiz bulmaktaydı. O, Avusturya ile bir türlü sona erdirilemeyen sınır problemleri, Yemen’de devam eden karışıklıklar yüzünden; adanın fethinin daha uygun bir zamana bırakılmasını savunuyordu. Nihayet Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, Hazret-i Peygamber’in süt teyzesinin şehid olarak orada yatıyor olması ve geçmişte bir İslâm toprağı olması durumunu da gerekçelerin arasına katarak, Kıbrıs’ın alınması için fetvâ verdi.

Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs için hazırlıklarını öğrenen Papa; hıristiyan devletlerinden İspanya, Venedik ve Malta kuvvetlerini birlikte hareket etmeye davet ederek, adanın müslümanların eline geçmesini önlemek istedi. Osmanlılara karşı hazırlanan müttefik donanması, 200 parça gemiden 1300 top ve 16 bin askerden oluşmuştu. Haçlılar, Girit’in Suda limanında birleşerek hareket etme kararı almıştı. Ancak Venedik donanması Suda’ya zamanında gelmesine rağmen, diğer kuvvetler gecikmişti. Müttefiklerin bir araya gelmesi Ağustos ayına kadar sarkınca, Osmanlı kuvvetlerinin Kıbrıs’a çıkarma yapmalarının önünde büyük bir engel kalmadı.

Kıbrıs’ın fethi için Lala Mustafa Paşa görevlendirilmiş, donanma serdarlığına ise Piyale Paşa getirilmişti. Osmanlılar; Nisan ayında başlayan seferin ardından, Temmuz ayında Tuzla bölgesinden adaya asker çıkarmayı başardı. Savaşa iştirak eden Anadolu askerleri, Fenike limanından gemilerle adaya taşındı. Bazı stratejik kalelerin alınmasının ardından, Girne teslim oldu. Lefkoşa’nın alınması ise, oldukça sıkıntılı süreçlerin ardından gerçekleşti. 250 topla savunulan şehir, taş tabyalar ve istihkâmlarla aşılması güç bir konumdaydı. Nihayet şiddetli top atışları, lâğımlar kazılarak kale duvarlarının yıpratılması, etkisini göstermiş; elli gün süren direnişi sona erdirmişti. Direnişini beyhûde bir biçimde sürdürmek isteyen Lefkoşa Valisi de öldürüldü. Şehrin ele geçirilişinin ardından bazı kiliseler, camiye dönüştürüldü. Bu fethin ardından Baf ve Limasol şehirleri de teslim oldu. Ancak askerî bir Venedik karargâhı konumundaki Magosa şehri, şiddetli kuşatmalara rağmen direnişini sürdürmekteydi. Venedikliler bu merkezden, tüm adayı kontrol altında bulunduruyordu. Şehir, sağlam surlarla çevrili olduğu gibi, deniz yoluyla da yardım almaktaydı. Kuşatmanın şiddetlendiği bir sırada Venedikliler kazdıkları lâğımı patlatarak kendi askerleriyle birlikte, üç bin Osmanlı askerini şehid ettiler. Kuşatma uzuyor ve Osmanlı baskısı artıyordu. Nihayet daha fazla direnemeyeceklerini anlayan Venedikliler, vire ile (anlaşarak) Magosa Kalesi’ni teslim ettiler. Böylece Kıbrıs’ın fethi tamamlanmış oldu. Yapılan antlaşmaya göre; kaleyi savunanlar silâh ve eşyalarıyla Girit’e gidecek; Magosa halkından da isteyen, mallarıyla adayı terk edebilecekti.

Fetihten sonra öncelikle Kıbrıs’ta yeni bir yapılanmaya gidilerek Kıbrıs Beylerbeyliği oluşturuldu. Muzaffer Paşa’nın yönetimine verilen Kıbrıs Beylerbeyliğine; Magosa, Girne, Baf dışında Anadolu’dan İçel, Tarsus ve Sis sancakları bağlandı. Sultan II. Selim yayınladığı bir fermanla, Anadolu’dan birçok ailenin adaya tehcirini sağladı. Adanın tahriri yapıldıktan sonra buraya Konya, Karaman, Niğde ve Kayseri’den Türk nüfus nakledilerek Kıbrıs’ın üçte birinin müslüman olması sağlandı. Issızlaşan ve iktisadî yönden geri kalmış ada, şenlendirildi.2 Adada yaşayan Ortodokslara geniş dînî ve sosyal özgürlükler tanındı ve kiliseleri müstakil bir statüye kavuşturuldu. Esasen adada bulunan Rum Ortodokslar da Katolik Venedik yönetiminden hiç memnun değillerdi.

Kıbrıs bu tarihten, 1878 yılına kadar doğrudan Osmanlı yönetiminde kaldı. Adada Osmanlı döneminde cemaatler arasında son derece hoşgörülü bir ilişki ve barış ortamı mevcuttu. 1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Osmanlı Devleti; siyasî yalnızlığını aşmak, ekonomik sıkıntılarını hafifletmek adına Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngiltere’ye bırakmak zorunda kaldı. Nihayet 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’nda İngilizler adayı ilhak ederek Osmanlı idaresine kesin olarak son verdi. Oysa Kıbrıs, her açıdan Türklerin ilgi alanında stratejik bir yerdi. İlk İslâm fetihleriyle adada var olan İslâm kültür ve medeniyetinin izleri, Anadolu insanının Kıbrıs’a olan bağını daima güçlü tutmuştu. Adada ilk İslâm fetihleri sırasında şehid düşmüş Ümmü Haram adına Osmanlılar fetihten bir müddet sonra türbe oluşturmuş ve ilk fetihlerin rûhu daima canlı tutulmuştur.

Osmanlı deniz kuvvetleri, 1914 yılına kadar Kıbrıs açıklarında seyir hâlindeyken Larnaka önlerine gelindiğinde Peygamberimiz’in süt teyzesi Hala Sultan adına bayrakları yarıya indirir ve top atışlarıyla Kıbrıs’ta ilk fetih yıllarında şehid olmuş Hala Sultan Ümmü Haram’a bağlılık ve hürmetlerini arz ederdi. Esasen bu bağlılık, İslâm geleneklerine göre Peygamber’e ve O’nun yoluna bağlılığın nişânesi olan bir tavırdı ve fetih rûhunun temelini oluşturmaktaydı.
_________________________

1 Kâtip Çelebi, Tuhfetü’l-kibâr Fî Esferi’l-Bihâr, s. 115.
2 Ömer Lütfi BARKAN, «Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler» İst. Üni. İktisat Fak. Mecmûası, c. XI, s. 549-561.