Ömrünü Îman, Kur’ân ve Ezan Hizmetine Vakfeden Fedâkâr Âlim MAHİR İZ HOCA

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

“Bir müslüman, aç olan komşusunun veya bir tanıdığının karnını doyurmadan; tuttuğu oruçtan sevap kazanamaz, bir ecre nâil olamaz. Kulun hâlini-hatırını sormayıp Hakk’ı zikre kalkan, zikir mefhumunu anlamamış demektir. Çünkü din kardeşini düşünmek de zikirdir; Tarîkat-ı Furkāniye, yani Kur’ân yolu bunu esas alır. Bizler kolayımıza geldiği için Hakk’ın adını zikretmeyi tercih etmişiz. Hâlbuki zikrin hakikati, İsm-i Celâli veya Hakk’ın esmâsını diliyle söyleyip tesbih etmek değil, Hak ile beraber zikretmektir. Hak ile beraber zikretmek, Hakk’ın rızâsı meyânında kulu düşünmekle mümkündür…”

***

1895 yılında İstanbul Beykoz’da dünyaya gelen Mahir İZ Hocaefendi, «zikir» ibâdetini yukarıdaki şekilde yorumlamakta, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına hizmet ve yardım etmenin O’nun rızâsını kazanmada temel esas olduğunu söylemektedir.

Tahsil hayatına, babasının kadılıkla görevli bulunduğu Midilli’de başlamış; idâdînin ilk kısmına Balıkesir’de kaydolmuş, İstanbul, Isparta ve Medine’de de rüşdiyeye devam etmişti. 59 yıl sürecek olan öğretmenlik hayatı; babasının kadı olarak gittiği Ankara’da, Ankara Sultânîsinden mezun olduktan sonra, aynı okulun ilk kısmında başlayacaktı.

HÂMÛŞ HÂMÛŞ İBÂDET!

Sözünün tam mânâsıyla eriydi. Çok güzel şiir okur, heyecanıyla insanı tesiri altına alıp, sözlerini âdeta muhatabının hâfızasına nakşederdi. İslâmî kurumlar birer birer yıkılıp millet îman ve Kur’ân’dan mahrum edilirken, o; îman, Kur’ân ve ezan mücadelesi vermekten çekinmemişti. O, Edremit’te ezanın yasak olduğu devirde oradaki İmam-Hatip Okulunun müdürü iken; edebiyat dersi yapıyor görünerek Tevfik Fikret’in «Sabah Ezanı» şiirini vesile ederek, Arapça ezan okutuyordu:

Allâhu ekber, Allâhu ekber…
Bir samt-i ulvî gûyâ tabîat,
Hâmûş hâmûş eyler ibâdet.

İstanbul’a tayin edilince çeşitli okullarda görev yaptıktan sonra, Haydarpaşa Lisesi edebiyat hocalığı ve İmam-Hatip Okulu müdürlüğü yaptı. 1960’da 65 yaşında iken emekliye sevk edildi.

ELİNİ ZEKÂTA VE HAYRA ALIŞTIR!

Mahir İZ Hocaefendi, zekât konusunda çok hassastı, dünya ve dünyalıklara hiçbir metelik vermezdi. Talebelerinden Mustafa UZUN Hoca, bu konudaki bir hâtırasını şöyle anlatıyor:

Diyanetteki göreve yeni başlamıştım. Mahir Hoca bunu duyunca;

“Mustafa, ilk maaşını alır almaz harcamadan bana gel!” demişti. Ben de öyle yaptım, ilk maaşımı aldığımda tek kuruşunu harcamadan doğruca Hoca’ya gittim. Herhâlde bir yerlere gidecek, yiyip içecektik. Gerçi onu da yaptık, ama Hoca’nın bana; «ilk maaşını alır almaz, doğruca bana gel!» demesinin asıl sebebi başka imiş! Maaşımı alınca hepsini Hoca’nın önüne koydum. Bana şöyle dedi:

“–Hesap et bakalım, yüzde iki buçuğu ne ediyor?”

“–Hocam, niye böyle hesap-kitap edip duruyoruz? Gideriz bir yere, yediğimizi yer, yemediğimizi cebimize koyar döneriz!”

“–Sen şu maaşın yüzde iki buçuğunu şöyle ayır bakalım bir tarafa; yeme-içme faslı ayrı bir mesele!”

Hesap ettim, ayırdım…

“–Şimdi şu kenara ayırdığın yüzde iki buçuk, maaşının zekâtıdır. Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve fazla bekletmeden bir muhtaca ver!”

“–Hocam, benim etim ne, budum ne; bana zekât düşmez ki!”

Ben böyle bilgiçlik taslayınca, Mahir Hoca şöyle dedi:

“–Evlâdım, sen memur adamsın, ayın birinde maaşını alırsın, on beşinden sonra biter. Nisâb-ı şer‘i falan kollarsan, belki ömrün boyunca zekât veremezsin, Hâlbuki memleketimizde bir sürü muhtaç insan var. Onların nisap beklemeye tahammülleri yok! Bekletirsen zaten veremeyeceksin. Onun için elini zekâta, hayır ve hasenâta ilk maaşından itibaren alıştırmaya bak!”

O gün öyle ıkındım, sıkındım; ama sonradan çok faydasını gördüm Hoca’nın bu tavsiyesinin!

SİZ BENİ HOCA MI ZANNETTİNİZ?

Mahir Hoca; Türk, Arap ve Fars edebiyatlarına -bu lisanları iyi bilmesiyle- bi-hakkın vâkıftı. Çok güzel şiir okur, heyecanıyla insanı tesir altına alır, âdeta sözlerini muhatabının hâfızasına nakşederdi. Hatalarına daima herkesin içinde istiğfar ederdi. Âlim olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi, pohpohlanmaktan hoşlanmadı.

Bir defasında talebelerinin kendisini hayran hayran dinlediklerini görünce sözünü keserek;

“Ne o, yoksa sizler bizi hoca mı zannettiniz? Zehebe’n-nâs, bakıye’n-nesnâs!*” dedikten sonra, yetiştiği devrin âlimlerinden söz etmeye başladı:

“İnsan sevapları ve günahlarıyla insandır! Günahın mevcûdiyeti, kemal için bir nâkısa teşkil etmez. Asıl olan insanın kendini ve haddini bilmesidir. Şunu unutmamalıdır ki; dalkavuklardan hoşlananlarda kemal aranmaz!”

HER CEVABA BİR LİRA!

Prof. Dr. Yusuf Ziya KAVAKÇI bir hâtırasını şöyle aktarıyor:

Yüksek İslâm Enstitüsünün 2. sınıfındaydım. Bir gün beni yemeğe götürdü, sonra Bâyezid’de bir camiye girdik. O sırada rahlenin arkasında kaybolmuş bir küçük çocuk, Kur’ân çalışıyordu. Hoca, kendisine şefkatle baktı ve yanına oturdu. Camide başka kimse yoktu. Bir müddet sonra bana para verip defter, kalem ve silgi almamı söyledi. Alıp getirdim. Besmele ile deftere «elif-bâ»yı yazdı. O sırada çocuğa bazı dînî sorular sordu. Her cevap alışında bir lira veriyordu. Sonra bu yazdıklarını arka sayfalara yazmasını, bir süre sonra aynı gün ve saatte kendisinin veya göndereceği bir başkasının gelip tashih edeceğini ve doğrular için para vereceğini söyledi. Fakir çocuğun yüzü sevinçle aydınlanmıştı. Mahir Hoca’ya büyük bir minnetle bakıyordu, Camiden bizler de memnun ayrılmıştık…

BURAYA BENİM İÇİN GELİYORSUN!

Edebiyatımıza «Tasavvuf», «Din ve Cemiyet», «Yılların İzi» gibi kıymetli eserler kazandıran Mahir Hoca, 1965-66 yılında Özel Fatih Kolejinin kurucu müdürlüğü görevinde de bulunmuştu. Ayrıca İlim Yayma Cemiyeti, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı ve Millî Kültür Vakfının kurulmasında da rol aldı.

Talebelerinden biri bir hâtırasını şöyle naklediyor:

Yıl 1968 idi… Hoca’nın «Tasavvuf» isimli kitabının yazımı ve yayımıyla ilgili çalışmaları yürüttüğüm için, Feneryolu’ndaki evine çok gidiyordum. Hoca, her gidişimde bana dolmuş ücreti üzerinden gidiş-dönüş parası verirdi. Tabiî ben böyle şeylere alışık değildim. Birkaç defa almak istemediysem de o ısrarla;

“–Hayır, sen buraya benim için geliyorsun, bu parayı alacaksın!” demişti. Ben de;

“–Hocam, geliyorum, ama sizden istifade ediyorum, yemeğinizi yiyor, çayınızı içiyorum. Hesaba vurulsa ben borçlu çıkarım.” dediysem de o aynı ısrarla;

“–Tarîkat-ı Furkāniye’de esas; insanın nefsi için uygun gördüğünü, kardeşi için de uygun görmesidir!” demişti.

9 Temmuz 1974 günü vefat eden Mahir İZ Hocaefendi, Sahra-yı Cedit Mezarlığı’nda medfundur…

Allah rahmetini dâim eylesin!

_______________________

* İnsanlar gitti, insan müsveddeleri kaldı!