Mahşere Kadar Sürecek Endişe SAĞDAN MI, SOLDAN MI?

Sami GÖKSÜN

Öğrencilerimiz okullarına giderken; birinci ve ikinci dönemin sonunda, aldıkları not durumlarını gösteren karne alırlar. Biz anne-babalar bu karnelere bakarak çocuklarımızın başarılı olup olmadıklarını anlarız.

O karneye bakarken acaba basit bir belge olarak mı bakıyoruz; yoksa âhirette bizlere de sağımızdan, solumuzdan veya arkamızdan verilecek olan amel defterleri ile bir bağlantı kurabiliyor muyuz?

Karnesinde zayıf olan çocuklarımıza kızarken, onları azarlarken; acaba aklımıza şunlar geliyor mu?

Bu amel defterinin elimize verilmesi neticesinde yüce Rabbimiz de bize;

“Kulum! Sana o kadar nimet verdim; mal, mülk, evlât, servet verdim. Niçin Bana kulluk etmedin? Niçin emir ve nehiylerimi dinlemedin? Neden helâl ve harama riâyet etmedin?” diyerek bize kızarsa, bizi azarlarsa hâlimiz nice olur. O an ki amel defterleri açılmış, ne var ne yok ortaya dökülmüş; Cenâb-ı Hakk’ın;

“Oku kitabını; bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter!” (el-İsrâ, 14) dediği bir andır.

Kirâmen kâtibîn melekleri tarafından hazırlanan amel defterleri, hesap günü sahiplerine verilir. Dünya hayatında Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde takvâ üzere bir hayat ömür geçirenlere; bu defterler sağdan verilir, hayatını günahlar içerisinde süflî bir şekilde geçirenlere de soldan veya arkadan verilir.

Amel defterleri sağdan verilenlere;

«Ashâbü’l-yemîn» soldan ve arkadan verilenlere de; «ashâbü’ş-şimâl» denir.

Defterin sağdan verilmesi müjde, soldan ve arkadan verilmesi ise azap işaretidir. Bu duruma göre insanların kimi sevinecek, kimisi de kahrolacaktır.

O kitapta hayattayken yapılan faaliyetlerin ne var ne yoksa hepsi, kayıt altına alınmıştır.

Bu hakikat Kur’ân’da şöyle zikredilir:

“Kitap (amel defteri) ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün; «Vay hâlimize!» derler. «Bu nasıl kitapmış! Küçük-büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş.» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (el-Kehf, 49)

Ayrıca Allah Teâlâ bu manzaraları insanlar iyice anlasınlar diye Kur’ân-ı Kerîm’inde, amel defterlerinin veriliş ânını ve neticesini bir tablo şeklinde şöylece ortaya koyar:

Hâkka Sûresi’nde anlatılan manzara dehşet verici:

“Artık Sûr’a ilk nefha üflendiği ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur…

Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar…

Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin Arş’ını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.

(Ey insanlar!) O gün (hesap için) huzûra alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.

Kitabı sağ tarafından verilen kişi (sevinç içinde);

«Alın kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.» der.

Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette safâlı bir hayat içindedir.

(Onlara denir ki:)

«Geçmiş günlerde işlediklerinize karşılık; afiyetle yiyin, için.»

Kitabı sol tarafından verilene gelince o; «Keşke» der. «bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!

Keşke (ölümümle) her iş olup bitmiş olsaydı. (Tekrar diriltilip de hesaba çekilmeseydim!)

Malım bana hiç fayda sağlamadı.

Saltanatım (her türlü gücüm, kudretim) de benden (koptu) yok olup gitti.»

Cenâb-ı Hak böyle kimseler hakkında, görevli cehennemin bekçilerine şu ilâhî buyrukla hitâbeder:

«Onu yakalayın da (ellerini boynuna) bağlayın.

Sonra alevli ateşe atın onu.

Sonra boyu yetmiş arşın bir zincire vurup yollayın.»” (el-Hâkka, 13-32)

Dünya hayatı takdir edilen zamanın sonunda bitip, ölümle âhiret âlemine geçildiğinde;

Allah -celle celâlühû- dünyada doldurulan amel defterine mutlaka nazar kılıp kullarını hesaba çekecektir. O ânın dehşeti hakkında şu hadîs-i şerifi zikretmek kâfîdir:

Hazret-i Âişe Vâlidemiz bir gün cehennemi düşünüp ağlamıştı. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Seni ağlatan nedir?” diye sordu.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-;

“–Cehennem ateşini hatırladım da onun için ağlıyorum. Siz kıyamet gününde aile halkınızı hatırlayacak mısınız?” dedi.

Hazret-i Peygamber şu cevabı verdi:

“Üç yer var ki orada kimse kimseyi hatırlamaz:

1- Ameller tartılırken terazisinin hafif mi yoksa ağır mı geldiğini öğreninceye kadar.

2- (Kendisine) amel defterinin verileceği sırada (yani): “Alın kitabımı okuyun.” (el-Hâkka, 19) sözünü henüz söylemeden önce; (yani kişi) kitabının sağından soluna mı yoksa arkasına mı nereye konulacağını bilinceye kadar;

3- Sırattan geçme esnasında, yani Sırat köprüsü cehennemin üstüne kurulduğu ve kişiye «Haydi buradan geç!» denildiği zamanda.” (Ebû Dâvud, Sünnet, 24)

Bu manzara da gösteriyor ki, amel defterimizle birlikte Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkacağımız an, çok mühimdir.

Hasan-ı Basrî Hazretleri de bu konuda şöyle buyuruyor:

“Mahlûkātın duyup görmediği iki gün ve iki gece vardır ki, onlar da şunlardır:

Gecelerin birisi, kabir ahâlisiyle kaldığı ilk gecedir. Daha önce onlarla hiç kalmamıştı.

Gecelerin diğeri, sabahı kıyâmetin koptuğu gecedir ki, artık gecesi olmayan bir gündür.

En dehşetli iki gün ise, birincisi;

Cenâb-ı Hak’tan bir habercinin gelip, O’nun senden râzı olup olmadığını, senin cennete veya cehenneme gideceğini bildirdiği gündür.

İkinci gün ise, amel defterinin sağ veya sol tarafından verilerek Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkarılacağı gündür.”

İnsanoğlu yaşarken bu zamanı ve günleri çok iyi düşünmelidir. Fırsatı ganîmet bilip amel defterimizi, sâlih amellerle doldurmalı; insanı Cenâb-ı Hak huzûrunda mahcup edecek her hata ve günahtan da kaçınmalıdır.

Çünkü kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktır; bir gün gelecek, amel defterimiz açılacak hayır ve şer ne işlemişse ortaya dökülecektir.

Nitekim Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muaz bin Cebel -radıyallâhu anh-’dan rivâyetle, bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

“Kıyâmet gününde kul, şu dört şeyden hesap vermedikçe hiçbir yere kıpırdayamaz:

1. Ömrünü nerelerde geçirdiğinden,

2. İlmiyle amel edip etmediğinden,

3. Malını nerelerden kazanıp nerelere harcadığından,

4. Gençliğini nerelerde yıprattığından.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1)

Cenâb-ı Hak da Kur’ân-ı Kerîm’inde kullarını hesaba çekme işini bizzat gerçekleştireceğini şöyle hatırlatıyor:

“Muhakkak ki onların dönüşleri Bize’dir. Sonra onların hesaplarını görmek de Bize aittir.” (el-Ğâşiye, 25-26)

Hesap ve suâl haktır. Ömür, insanın en büyük sermayesidir. Onun her ânını iyi değerlendirmeli ve en küçük bir ânı bile gafletle geçirilmemelidir.

Çünkü kıyâmet günü; amel defterinin açılıp hesabın görülmeye başlandığı an, çok çetin bir andır. O an suçlu insan o kadar zorda kalacak ki, işlediği günahları inkâr etmeye bile kalkışacaktır. Ancak bu hareketi hiçbir fayda vermeyecektir. Nitekim Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını (yaptıkları iyi ya da kötü amelleri) bize elleri anlatır. Ayakları da şahâdet eder.” (Yâsîn, 65)

O gün, mahşer gününde, amel defteri açılacak ve sahibi tarafından; Allah zü’l-celâlin, peygamberlerin, meleklerin, dost ve düşman herkesin önünde okunacak. Dünyadayken küçük bir çocuktan bile gizlenen hataların orada okunması ve açığa çıkması, o insan için ne zor ve kötü bir durumdur.

Öyleyse; hayat devam ederken bunları iyi düşünmeli, bir tefekkür derinliği içinde ameller yapılmalıdır.

Bu anlayışla bir ömür sürmeyi ve ömürde de Rızâ-yı Bârî’ye ermeyi, sonunda da sâlih bir müslüman olarak can vermeyi Rabbim müyesser eylesin.

Cenâb-ı Hak bizleri amel defterini sağından alıp, yüz akıyla huzûruna varmaya muvaffak eylesin. Âmîn…