Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri -8- ANCAK O’NUNLA BERABER -2-

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

KALBÎ BERABERLİK

İnsan; ete, kemiğe bürünmüş bir ruhtur.

Can, nefs, ruh, vicdan, şuur, kalp gibi adlarla anılan mânevî yapısı; hayal, fikir, his, niyet, vehim gibi vücuda ve mekâna bağlı olmayan, dolaşan duyguları sebebiyle; insanın beraberliğini sadece maddî ölçülerde ele almak doğru olmaz.

İnsanın cesedi mescidde, rûhu çarşıda olabilir. Tersi de mümkün elbette. Davranışıyla niyeti beraber olmayabilir.

Bu sebeple, beraber olmak emrediliyorsa, meşrûiyet şartı kalbî beraberliktir. Bunu «kalben beraber olmak yeterli» şeklinde anlamamalı. Beden zaten Peygamber’in yanında, mescidde, secdede, rahle başında, meydanda olacak… Fakat kalp de orada olacak.

İşte sıralamada, kâfirden de aşağıda bulunan münafık; zaman ve mekân açısından birlikte olsa da kalben beraber olmayan kişidir.

Eğer kalbî beraberlik varsa, mekân ve zaman beraberliğinin imkânsızlıklar sebebiyle hâsıl olmaması çok önemli değildir. Meselâ, Câfer-i Tayyar gibi Habeşistan muhâcirleri, yıllarca Efendimiz’le mekân beraberliğinden mahrumdular… Fakat kalben yan yana gibiydiler… Üveys el-Karânî Hazretleri bu mekânsız beraberliğin remzi oldu.

«Yemen’deki yanımda… Yanımdaki Yemen’de…»

Hazret-i Enes; vefât-ı Nebî’den sonra, O’nu rüyada görmediği bir gece geçirmiyor. O derecede beraber… Şeytanın giremediği rüyalar, Efendimiz ile zaman-mekân üstü beraberliğin bir başka vasıtası…

Zamandaki beraberlikten mahrum; Efendimiz’in irtihalinden sonraki biz müslümanlar da, fiilî ve kalbî beraberlik ile engelleri aşabiliriz. Tasavvuf ihsan ile, maiyyet ile bunun tahsilinde…

Beraberlik mânâsı soyutlaştıkça, Cenâb-ı Hak ile beraberlik meselesi de konunun kapsamına girer. Aslında bütün beraberlikler; gayb perdesinin ardında olduğu için gafil olunabilen, Hak ile beraberlik şuurunu kazandırmaya yönelik… (en-Nisâ, 108, el-Mücâdele, 7)

Derece derece…

Eğitime uygularsak; muhabbetli bir öğrenci, yanlışa düşme tehlikesi ânında hocasını ensesinde hissetmeli. Mânâ yolunda mesafe aldıkça, Efendimiz’in nazarlarını daima üzerinde taşımalı. Sonra mânâda derinleştikçe, yakîn geliştikçe; Hakk’ın Alîm, Habîr, Semî, Rakîb gibi esmâsı iyice gönülde yer etmeli, ihsan şuuru iyice yerleşmeli. Çünkü irfan ile idrak etmeli ki; Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdar, her şeyi işitir, takip ve kontrol de eder.

YARDIMCI / HÂMÎ

Kur’ân’da Allâh’ın kullarıyla beraberliği ifadesi, ayrı bir mânâ ile de çokça zikredilir. Rabbimiz; sabredenlerle, takvâ sahipleriyle, ihsan ehliyle… beraberdir. (el-Bakara, 153, 194; 249) Buradaki mânâ; koruma, destekleme, himaye etmedir. Sevr Mağarası’ndaki; “Üzülme Allah bizimledir.” tesellisindeki mânâ da budur. “Allâh’ın yardımı, desteği bizimledir.” (et-Tevbe, 40)

Beyhûde üzme kendini, Allah bizimledir!
Mazlum, yıkık gönüllere er-geç doğar Bedir!
Arz eyle Hakk’a hâlini, dik tut ümîdini!
Yalnız koyar mı mü’mini? Allah bizimledir!
Düşman çevirse yolları, zulmetse kolları,
Terk etse cümle kulları, Allah bizimledir! (Tâlî)

Maiyyetin bu mânâsını Efendimiz ile beraberliğe uygularsak, Habîbullah Efendimiz’in ümmetine düşkünlüğüne ve ümmetinin de O’nu canlarından, anne-babalarından ileride sevme ve uğrunda can fedâ etme vecîbelerine bir başka pencere açmış oluruz. Sahâbe; Efendimiz’i canları pahasına müdafaa edeceklerine dair, defaatle biat etmişlerdir.

Bu açıdan beraberlik, zor zamanda yanında olmak mânâsını verir. Ümmetin vazifeleri arasında peygamberini maddî-mânevî olarak desteklemek, onun yanında olmak da vardır. (el-Feth, 9; el-Mâide, 12; el-A’râf, 157; Âl-i İmrân, 81…)

Eğitim faaliyetlerinin mânevî derinliği için; hoca-talebe arasında buna paralel bir muhabbet, bağlılık ve sadâkat arz eden beraberlik bulunmalıdır, diyebiliriz. Nitekim, yakın tarihimiz; bütün zorluklara karşı, öğrencilerine evlâdından öte bir sahiplenme gösteren fedâkâr hocaların misalleriyle doludur. Öğrencinin vefâsı da; hocasına hürmet ve muhabbetin yanında, aynı şekilde yolu sürdürerek, hocası için sadaka-i câriye olabilmektir. Beraberliğin bu mânâsı ile, sahâbî ile aynı kökten gelen «sahâbet, sahip çıkma» anlamı aynı noktayı işaret eder…

Zaten fiil beraberliği kısmında zikrettiğimiz; «Rasûl’ün maiyyetinde cihad» ve benzeri beraberlik vurgulu fiiller de bu fedâîliği anlatır. Ashâb-ı kirâmın hayatında bu fedâîliğin çok sayıda misalleri vardır.

NETİCE BERABERLİĞİ

«Ber â ber» kelimesi; Farsçada lâfız mânâsı olarak üst üste, Türkçeye daha uygun tabirle; «yan yana» demek. Spor, yarış gibi yerlerde berabere kalmak ifadesi de, eşitlik, neticede aynı olmak demektir. Arapçada da beraberliğin derecede, mevkide, şerefte bir arada olma mânâsı var.

Hazret-i Musa; Tûr dönüşü kavminin puta taptığını görünce, kardeşi Harun’un sakalına yapışır. Hazret-i Harun verdiği cevaplar arasında şöyle bir ifade de kullanır:

“Beni zalim kavimle beraber tutma!.. (Beni onlarla bir tutma, bana onlarla aynı muameleyi yapma!)” (el-A‘râf, 150; Benzer bir kullanım: el-A‘râf, 47)

Aynı kalıp şirk için de kullanılır. (el-Hicr, 96; el-İsrâ, 22; 39; el-Mü’minûn, 117 vd.) Bu da, şirki tarif için güzel bir fırsat vermektedir:

Başka bir varlığa, Allah muamelesi yapmak. Başka bir varlığı, Allâh’ı sever gibi sevmek… Başka bir şeyden, Allah’tan korkar gibi korkmak… Başka bir varlığa, Allâh’a itaat eder gibi itaat etmek… Başka bir varlıktan, Allah’tan ister gibi istemek… Başka herhangi bir şeyi, Allah’la bir tutmak…*

Şirk; bazı hadîs-i şeriflerin bildirdiğine göre, sâlih birtakım kişileri temsil edecek semboller inşa edilmesi, sonra zamanla onlara -Allah ile beraber- ilâh muamelesi yapılması şeklinde bir seyir izler. Sâlih kişilerin, diğer mânâlarıyla beraberinde olanlara, Hak yolunda rehberlik etmesinde, şirk korkusu yoktur. Problem, herhangi bir varlığa Allah ile eşit muamele göstermektedir.

«Neticede beraberlik»; müsbet şekilde de kullanılmıştır. Bu da; Allah Rasûlü ile beraberliğin çilesini, cihâdını, hicretini, her türlü fedâkârlığını yaşayan ümmetine, ukbâda verilecek mükâfattır:

“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar; Allâh’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (en-Nisâ, 69)

Buradaki beraberlik, Cenâb-ı Hakk’ın bu kişilere âhirette göstereceği muameledeki beraberliktir. Elbette tam eşit değil. Fakat derece ve sıralama itibarıyla beraber, yakın…

Tevbe edip ıslāh-ı hâl edenlerin, günah işlemeyenlerle beraber (onlarla aynı) muamele görmesi de böyledir. (en-Nisâ, 146)

Bilenlerle bilmeyenlerin (göreceği muâmelenin) bir / eşit / aynı olmaması (ez-Zümer, 9) misalinde olduğu gibi, mânen körle görenin, kalbi ölüyle dirinin, pisle temizin… Hak katında eşit tutulmayacaklarını ifade eden çok sayıda âyet-i kerîme mevcuttur.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine;

“–Yâ Rasûlâllah, dünyada Sen’inle beraber idik, fakat cennette Sen peygamber dostlarınla olursun. Biz Sen’in hasretinde kalırız… Bu hasrete nasıl dayanırız!..” meâlindeki yakarışlarla, uhrevî mekân beraberliğinden mahrumiyet korkusu taşıyan ashâba;

“–Kişi, sevdiğiyle beraberdir.” buyurmuştu. (Buhârî, Edeb, 96) Bu çok katmanlı mânâlara sahip sözde, hem müjde olarak, netice beraberliğine; hem de o müjdenin şartı olarak, mekân, zaman, fiil, destek ve kalp beraberliklerine işaret vardır:

Cennette maiyyet Sen’i gerçek sevenindir.
Geldim nice hicranla, kabûlünle sevindir… (Tâlî)

Netice beraberliği elbette kötülerle beraberlikte de geçerlidir. Şu âyet-i kerîmede melekler; cehenneme sürükledikleri maiyetleri, kendi elebaşlarına göstererek seslenirler:

“İşte şunlar (dünyada körü körüne maiyetinizde koşturan, şimdi de) sizinle beraber (cehenneme) koşup giden güruhtur!” (Sâd, 59)

Şeytan ve şeytanlaşmış hempâlarının insanları cehenneme sürüklemeye çalışmaları da, bir bakıma beraber yanmak için, cehennem neticesinde birlikte olmak için adam toplamaktır:

Cennet îmân ehlinin, cehennem kâfirlerin,
Dost arar kâfir güruh, berâber yanmak için;
Ehl-i îmansın sakın, senin, cennettir yerin.
V’etteku’n-nâra’lletî ‘uiddet li’l-kâfirîn!..

(Âl-i İmran, 131)

Tabiî, «netice beraberliği», en başta «kalbî beraberlik» şartına bağlıdır. Lût ve Nuh peygamberlerin hanımları; hayatlarını peygamber olan kocalarıyla beraber geçirdikleri hâlde, âhirette beyleriyle cennete değil, kalben beraber oldukları kâfirlerle ateşe girerler. (et-Tahrîm, 10)

İkili oynayarak menfaat kollayan ve koklayan münafıklar son bir fırsat denerler:

“Münafıklar (cennet ehli mü’minlere) şöyle seslenirler:

«–Biz de sizinle beraber değil miydik?»

Mü’minler cevap verirler:

«–Evet, (siz bizimle kalple değil sadece cesetle) beraberdiniz, fakat siz kendi canınızı yaktınız, mü’minlere hep felâket gelmesini gözleyip durdunuz, şüphelere düştünüz, sizi birtakım kuruntular oyaladı. Bir de baktınız ki emr-i Hak gelmiş. Böylece o aldatıcı şeytan sizi Allâh’ın affı ve keremi ile aldattı.»” (el-Hadîd, 14)

Kur’ân temsilleri içinde yer alan, bir arada göründükleri hâlde, birbirine karışmayan iki deniz teşbihi; fiziken beraber görünseler de, kalben beraber olmayan, imtihan dünyasının sonundaki netice yurdunda da beraber olmayacak ehl-i nûr ve ehl-i nârı ifade eder:

Berâber bu beldede,
Berîyiz o vâdede…
Ve mahşer yerinde de,
Senin mâtemin sana,
Benim bayramım bana!.. (Tâlî)

Kâfir, fâsık, alaycı, gafil ve benzeri kötü kimselerle beraberliğin yasaklanmasının bir sebebi, eğitimle ilgili olarak dünyada şerrin bulaşmasından korunmak, diğer sebebi de netice beraberliğinden sakındırmaktır. (en-Nisâ, 140; el-En‘âm, 68, 150; el-Müddessir, 45)

Beraberlik ifadesi; muhabbet, sohbet, ünsiyet, uhuvvet, tevâzu, meşveret, fedâkârlık, himâye ve destek gibi duygularla; mekânda, zamanda ve fiiliyatta; hem bileğinle, hem maddî-mânevî imkânlarınla, hepsinden öte kalbinle; peygamber, rehber, hoca ve mü’min kardeşinin yanında olmandır. Dünyada bu mânâda kişi kiminle beraberse, öbür âlemde de onunla beraber olacaktır.

Mûcizü’l-beyân olan Kur’ân-ı Kerim, sadece bir edat ile dahî, bu kadar geniş ve derin bir mânâ dokusu ortaya koymakta.

_________________

* Meallerde, bu âyetlerdeki «Allah ile beraber» ifadesinin Türkçeye aktarılmasında zorlanıldığı, bazı meallerde terk edildiği, «Allah’tan başka» mânâsı verilerek terse çevrildiği görülmekte. Birliktelikten kastın; tanrı diye uydurulan varlığı, muamele cihetinden Allah ile bir / beraber tutmak olduğu düşünülebilir. Meselâ el-Hicr, 96’ya şöyle mealler verilebilir: “(Hâşâ) Allah ile bir tuttukları başka bir ilâh edinenler, ileride (işin hakikatini ve cezasını) bileceklerdir.” (Ayrıca bkz. el-En‘âm, 150) …