KAN-TER İÇİNDE BİR KARNE…

Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

–Âkif! Ne boş boş oturuyorsun? Kalk bir işe yara! Etrafı düzelt, hortumları topla…

–Ders çalışıyorum Turgay Ağabey. Ömer Ağabeyden ders çalışmak için müsaade aldım.

–Aman allâme olacaksın sanki! Her şeye de bir cevabın var. Zaten yükü ben çekeyim, sen bahşişleri cukkala… Sana yüz verende suç… Ne hâlin varsa gör…

Âkif, çıkma araç koltuğuna bir külçe misali gömüldü. Gözleri pencereden âhenkle süzülen yağmur damlalarına takıldı… Sekiz ay öncesine gitti.

Yağmurlu bir günün ikindi namazı sonrasıydı. Âkif; babası için kılabileceği tek namazı gözyaşları içerisinde kılmış, kabristanın yolunu tutmuştu. Cenazeye babasının mütevâzı çevresinden bir avuç topluluk iştirak etmiş, onlar da kısa süren defin işlemlerinden hemen sonra müsaade almışlardı. Evin tek erkek evlâdı Âkif, sırılsıklam olmuştu. Gönlü, Cenâb-ı Hakk’a niyazda idi. Dilinin döndüğünce duâlar ediyordu.

Âkif daha beş yaşında iken; babası onu dizine yatırır kısa sûreleri ezberletir, kıssalar anlatırdı. Âkif büyüdükçe ezberlediği sûrelerin uzunluğu da artmıştı. Şimdi o özel anların her biri, film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Babasıyla bir hayalleri vardı. Hâfız olacaktı. Dört dörtlük bir hoca olacaktı.

Fakat heyhat! Babasının başından geçen fecî kaza, bütün hayallerini sona erdirmişti…

Daha 14 yaşındaydı. Bu yıl ilköğretimi bitiriyordu.

Bir yanda okulu, bir yanda kardeşleri ve annesi… Yokluklar içerisindeki başarılı okul hayatı, demek ki böyle son bulacaktı…

Âkif’in çaldığı kapılardan biri, üçüncü günde kendisini kabulle açılmış ve Âkif; bir oto yıkama-yağlama servisinde işe başlamıştı.

Patronu ona çok hoş bir kolaylık da sağlamıştı;

–Âkif, bizim işin yoğunluğu öğleden sonra başlar. Sabahki kısmını biz eskisi gibi hâllederiz. Sen okulun bitince gelir, devam edersin.

–Eyvallah, Ömer Ağabey! Allah râzı olsun…

Böylece Âkif’in ev geçindirme derdiyle sarılacağı işin besmelesi çekilmiş oldu. Âkif, öğleye kadar okula gidiyor, öğleden sonra da işyerinde ter döküyordu. İşyerinin müsait olduğu zamanları ise bir avcı misali kolluyor, hemen deftere-kitaba sarılıyordu. Onun bu yaştaki azmini gören herkes, kendisine hayranlığını gizleyemiyordu. Lâkin herkes ona bu gözle bakmıyordu, hasedinden çatlayan biri de vardı…

Turgay seslendi:

–Kalk oğlum! İş geldi görmüyor musun?

Beyaz lüks bir araç yıkanacaktı. Âkif şevkle kalktı, işine koyuldu.

Ertesi gün öğle saatlerinde aynı beyaz araç tekrar geldi. Fakat başka bir maksatla:

–Beyefendi, dün aracımı servisinize bırakmıştım. Bagajında spor malzemelerimin olduğu bir çanta vardı. Eve vardım, baktım yok. Acaba, çıkardılar da koymayı mı unuttular?

–Beyefendi hemen bakalım! Turgay oğlum! Gel bakayım!

–Buyur abi!

–Oğlum! Bu beyefendiyi hatırladın mı? Dün burada arabasını yıkatmış.

–Evet abi!

–Beyefendinin bagajında bir spor çantası varmış. Bir yere mi koydunuz?

–Abi çantayı bilmiyorum; ama o arabayı Âkif yıkamıştı. Bir ara gözden de kaybolmuştu. Galiba elinde de bir şey vardı.

Ömer Bey, araç sahibinin yanında çok mahcup olmuştu:

–Ne diyorsun oğlum? Çağır bakayım Âkif’i…

–Okulda abi… Bu saatte geldiği nerde görülmüş!

Araç sahibi Adnan Bey de rahatsız olmuştu:

–Vazgeçtim çantadan, uzatmayalım isterseniz…

Ömer Bey öfkesinden söylenenleri duymamıştı bile.

Tam bu sırada okuldan yeni gelen Âkif, nefes nefese içeri girdi:

–Ömer Ağabey kusura bakma! Bugün, karne günüydü…

Âkif, daha cümlesini bitirmeden bir tokatla yere yığıldı…

Turgay da, ağzından tükürükler savurarak Âkif’e bağırıyordu;

–Seni gidi âdi hırsız! Senin yüzünden müşterimize rezil olduk!

Âkif’in patlayan dudağından sızan kan, çenesini sarmıştı. Eliyle silerken karnesine bulaştı. Ömer ustası hıncını alamamıştı:

–Yetim dedik, sahip çıktık. Bunu mu yapacaktın ulan!

–Ömer abi!.. Vallâhi bir şey anlamadım. Suçum nedir?

Adnan Bey, Âkif’e kanat gerdi; elinden karnesini aldı. Kenara oturttu:

–Yahu, yargılamadan infaza başladınız. Durun bakalım, hem kamera sistemi kurmuşsun sen dükkânına… Bakılmıyor mu bundan, dün öğleden sonra üç falandı…

Ömer Bey biraz sakinleşmişti.

–Sahi ya, yeni taktırdık, hiç aklıma gelmedi. Turgay, çağırsana şu komşuyu. Nasıl bakılıyordu buna…

Turgay donuklaşmış bir şekilde çıktı. O esnada cebinden çıkardığı mendille Âkif’in yüzünü silmekle meşgul olan Adnan Beyin gözü, Âkif’in takdir ve onur belgesiyle taçlanmış karnesine takıldı.

–Mâşâallah delikanlı. Karnen çok güzel, tebrik ederim. Sen okuldan sonra burada çalışıyorsun herhâlde.

Âkif, o güzelim karneye sevinememişti bile. Gözü yaşlı;

“–Evet. Teşekkür ederim…” diyebildi.

Biraz sonra herkes bilgisayarın başındaydı:

–Adnan Bey, sizin aracınız şu muydu?

–Evet!

–Bakın! Âkif aracın dışını temizledikten sonra; iç temizlik için aracı, Turgay alıyor ve araç, servisin diğer ucuna bir gidip geliyor.

Bu da diğer kamera görüntüsü… Çanta şu galiba… Şurası da malzeme deponuz değil mi Ömer Bey?

–Evet!

Gözleri yuvasında dönmeye başlayan Turgay’a bir bakış atan Ömer Bey, aynı dakika içerisinde elinde çanta ile ofise girdi. Gözlerinden alev fışkırıyordu:

–Turgay! Pılını pırtını topla! Defol git! Bir yetimin rızkına göz diken birinin benim yanımda işi yok! Senin yüzünden bir de masum çocuğa tokat attık!

Adnan Bey, Âkif’in hikâyesini öğrenince, daha bir mahzunlaştı. Ömer Beyden izin istedi ve Âkif’i evine götürdü. Daha sonra evlerine gidip annesi ve kardeşleriyle de tanıştı.

Anlaşmışlardı. Evin geçimi için gerekli yardımı Adnan Bey karşılayacak, Akif; liseyle beraber daha uzun sûreleri de ezberleyebileceği bir Kur’ân eğitim müessesesinde tahsiline devam edecekti.

Günün sonunda Âkif; kana ve gres yağına bulanmış karnesine baktı, baktı…

Allah niyetinin hâlis oluşuna göre muamele etmişti… Babasıyla kurduğu hayaller gerçek oluyordu.

Hasedle kurulmuş bir tuzağı, Cenâb-ı Hak onun için büyük bir lutfa dönüştürmüştü…