GENÇLERE ERDEMLİ YAŞAMAYI NASIL ÖĞRETECEĞİZ?

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

Gençlik dönemi hakkında uzmanların sık sık dile getirdiği bir gerçek vardır:

«Gençlik, akıldan ziyade hissiyâtını dinler.»

Bu, gençler akılsızdır anlamına gelmediği gibi, hissiyâtını dinleyenler külliyen yanlış yaparlar demek de değildir. Hormonların etkisiyle gençler, hissiyatlarına göre hareket etmek isterler. Davranışlarına ve tercihlerine yön verecek erdemlerden mahrum olup hissî davrananlar, kısa vâdede mutlu fakat uzun vâdede çok pişman olurlar. Canı istemediği hâlde veya sıkıcı olsa bile, duygularına göre değil aklının doğru bulduğuna göre hareket etmeyi seçenler ise «keşke»siz bir hayat sürerler.

Üniversiteli genç bir kızın pişmanlık dolu sözleri, sınırların ve ideallerin nasıl doğru çizilmesi gerektiğine işaret eder:

“Biz, kızlı-erkekli bir gruptuk. Hepimizin arkadaşı vardı. Okuldan çıkar çıkmaz bir yerlere giderdik. Çok çalışan, kitap okuyan, memleket meselelerine kafa yoranlara; «inek» veya «enayi» derdik. Ama o «inek ve enayiler» okuyup adam oldular. Ben uyuşturucuya ve alkole alıştım. Baktım bunlar da beni mutlu etmiyor. İntihara teşebbüs ettim. Şimdi de okulu terk ettim. Psikiyatri tedavisi görüyorum. Geriye dönüp baktığımda hep pişmanlık duyuyorum ve keşke diyorum.”

Prof. Dr. Nevzat TARHAN;

“Kişi beynine hangi alanda zevk almayı öğretirse, beyin onu yapmaktan zevk almaya başlar.” der. Erdemli bir hayattan zevk almayı öğrenebilen genç, ileride kendisine ve karşısındaki kişiye zarar verebilecek duygularına hâkim olmayı bilecektir. Peki, gençler erdemli yaşamayı nasıl öğreneceklerdir?

Yiyip içmek, gezip tozmak, kızlarla eğlenmek varken bir genç niye bunların aksini yapacaktır ki? Dünya zevklerinden kendini niye mahrum bırakacaktır? Menfaatine uygunsa ve hiç kimse de fark etmeyecekse niye yalan söylemeyecektir ki? Komşusuna bir gün ihtiyaç duymayacağına inanıyorsa niye onunla yemeğini paylaşacak, niye ona vakit harcayacaktır? Bir yoksula niçin ikramda bulunacak, ihtiyar anne-babasına niçin katlanacak, niçin iyilik yapacaktır? Otobüsteki yaşlıya neden yerini verecek, bir küçüğü ne menfaati olacak da sevecektir? Memleket bir onunla mı kurtulacak, niye çalışacaktır ki? Yolda bulduğu bir cüzdanı niçin cebine indirmeyecektir? Evlenip de n’olacak, niye üstüne bir sorumluluk alacaktır ki? Anlaşamadıklarında bir başkasını niye denemeyecektir? Öfke baldan tatlıdır ya niye kendisini kızdıran birini af edecektir?

Yalan söylememek, dürüst olmak, namuslu olmak, çalmamak, anne-babaya iyilik yapmak, vatanına-toprağına sahip çıkmak, küçükleri sevmek, büyükleri saymak, hoşgörülü olmak, affetmek «her» dînin temel esaslarındandır. Ve her din erdemli bir hayat yaşamayı telkin eder. Dînin böyle bir gücü varken ondan faydalanmak gerekmez mi?

Normal olan her insan, davranışlarının karşılığını bekler. Bu; psikolojide yapılan deneylerle ispatlanmış, şüphe götürmeyen bir gerçektir. Her insan, bir davranışının neticesinde ya bir ödül bulur ya da bir kötü sonuçtan kendisini korumuş olur ki bu da bir çeşit ödüldür.

Bir öğrenci, ders çalışır çünkü o dersten kalmak istemez.

Bir kadın; ev işlerini yapar çünkü daha sonra birikmiş ev işleri, ona daha çok iş çıkarır.

Bir erkek, iş bulup çalışır çünkü kazanmak ister.

Komşuya bir tabak ikramda bulunulur, iyi geçinilir çünkü bir başka zaman da ona ihtiyaç duyulur.

Evlât yetiştirilir çünkü yaşlanınca evlât anne-babasına bakar diye ümit edilir.

Davranışının karşılığını beklemeyenler, şahsiyet gelişiminde «kendini gerçekleştiren»ler olarak tanımlanır. Ancak toplumda; hiçbir karşılık beklemeden iş ve iyilik yapan, kendini gerçekleştirmiş, sayılı insan vardır. Fakat insanların geneli, tabiatlarının bir gereği olarak; sonuçlara göre, yani karşılık beklentisiyle hareket edenlerdir. Doğru söylemenin, dürüst olmanın, namuslu olmanın, çalmamanın, vatanına sahip çıkmanın, büyükleri sevip küçükleri saymanın, hoşgörülü ve af edici olmanın karşılığında bir dîne inanan için sevap ve cennet müjdesi varsa; insanlar dindar olmaya niye teşvik edilmesin ki? İnsanlar dindar olmaya çalıştıkça bir topluma huzur gelecekse, niye dindar olmak kötü olsun ki?

Bu din düşmanlığı neden bitmez ülkemizde?

Başbakan;

“Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz.” demek yerine;

“Erdemli bir nesil yetiştirmek istiyoruz.” deseydi aynı yaygara kopar mıydı memlekette?

Köşe yazarlarının; “Gençleri yetiştirdik de dindarlığı mı kaldı?”, “İşsizlik problemine çözüm bulduk da dindarlığa mı sıra geldi?”, “Dindar nesli bırak, tinercilere çözüm bul!” gibi ifadeleri ne kadar içimizi sızlatan, acımasız eleştirilerdir. Dindar ya da erdemli diyebileceğimiz nesiller, zaten tinerci olmayacaktır. Dindar olmayı arzu etmek; tinerci, alkolik, uyuşturucu bağımlısı, kumarbaz olmanın önünde kökten bir mücadele başlatmaktır. İşsizlik probleminin de çözümü; evet dindar olmakta yatmaktadır. İşçisine de işverenine de boş durmamayı, çalışkan olmayı, dürüst olmayı, paylaşmayı, zekât gibi bir müesseseyle maddî gücün tek elde toplanmasını engellemeyi telkin eden bir dînin neresindedir kötülük? Vatanı ve milleti için çalışmayı, insanına hizmet etmeyi telkin eden bir dînin kötülük neresindedir? Mücâhidlerin müteahhid olmasına, yeni evlerine giderken kitaplarını sahaflara satmasına kızan muhafazakâr kesimin köşe yazarlarının; mücâhidlerin müteahhid olmasına değil de, müteahhid olduktan sonraki dînî hassâsiyetlerinin değişmesine kızmaları gerekmez miydi? «Caprice Gold sizin mezarınız» diye çıkışırken böyle bir zihniyetin dindarlıktan uzaklaşmakla oluştuğunu göremiyorlar mıydı? «Dindarım» diye geçinenlerin de elbet emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münkere ihtiyaçları vardır!

Sokaktaki hangi anne-babaya sorulsa çocuğunun erdemli olmasını, diğer bir ifadeyle «insan» olmasını ister. «Din olmadan, erdem bir topluma nasıl öğretilecek?» bu gerçekten zor bir sorudur. Bu gün; «Dindarım.» diye geçinenlerin ölçüsü de hiçbir zaman dindar olmanın ölçüsü değildir. Kötülüklerden alıkoymayan namazın, yoksula yardım etmeyi düşündürmeyen orucun, birlik ve beraberliğin önemini kavratmayan haccın, bir muhtacı âbâd etmeyi hedeflemeyen zekâtın; dindar olmakla hiçbir alâkası yoktur. Eleştirilmesi gereken; dindar bir gençlik isteme arzusu değil, dindar olmakla geçinen sözüm ona dîninin özünü unutan dindarlardır.

Gençlere erdemli olmayı öğretmenin en kolay yolu, onlara dinlerini sevdirmektir. Dîninin gereklerini yerine getirmekten zevk almayı beynine öğreten insan, ileride pişman olacağı şeyler yapmaktan kendini daha kolay uzak tutabilecektir. Hangi dinden olursa olsun, her dindar insan erdemli olma çabası içerisinde olan insandır. Sıradan insanların davranışlarını şekillendiren dürtü; sonuçta bir ödül bulma ya da bir kötü sonuçtan sakınma ise, sevap ve cennet arzusu ya da cehennemden sakınma isteği insan davranışlarını; iyiye, doğruya, güzele yönlendirecek çok güçlü bir sâik olacaktır. Ve bunun devlet eliyle olması demek, gençleri bir dindarlık fabrikasından geçirmek değildir elbet! Yasaklar ve engeller kalktıkça, bizim Anadolu insanımız kendi çocuğunu nasıl dindar yetiştireceğini bilecektir! Görünen o ki siyasîlerin bu konuda endişelenmelerinin asıl sebebi; yasaklar ve engeller olmadığında, insanımızın yetiştireceği dindar neslin, gelecekte onların ekmeğine yağ sürmeyecek olmasıdır!