Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri -7-

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

ANCAK O’NUNLA BERABER -1-

Kur’ân-ı Kerîm’in; bir hakikati ifade ederken seçtiği kelimeyi, aynı zamanda o hususta mühim bir vurgu olarak kabul edebiliriz.

İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilen peygamberler; gezici bir vâiz, insanlara ara sıra moral motivasyon vermek için çağırılan bir seminerci gibi çalışmamışlardır. Onlar; dâvâlarına inanan samimî öğrenciler / sahâbîler / havârîler bulup onlarla devamlı bir alâka hâlinde olmuş, nesil yetiştirmişlerdir.

Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim; peygamberlerin etrafındaki bu cemaati, «peygamberin beraberindekiler» terkibi içinde zikreder.

Fetih Sûresi’nin son âyetinde Peygamber Efendimiz ve ashâbı:

“Muhammed Allâh’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rızâ isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah, böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat va‘detmiştir.” (Ayrıca bkz. el-Müddessir, 20)

Bu tabir; Hazret-i Nuh ve ashâbı (el-Mü’minûn, 28; el-A‘râf, 64; Yûnus, 73; eş-Şuarâ, 119) Hazret-i Sâlih ve ashâbı (en-Neml, 47) Hazret-i Hûd ve ashâbı (el-A‘râf, 72) Hazret-i Musa ve ashâbı (el-A‘râf, 131, eş-Şuarâ, 65) için umumiyetle kurtuluşlarında zikredilirken, firavun ve adamlarının da helâkinde kullanılır. (el-İsrâ, 103)

Bu kalıpta dikkat çekici husus, başka bir vasfın zikredilmemiş olmasıdır. Yani îmân edenler, sâlih amel işleyenler ve benzeri vasıflar «peygamberin yanında olmak» özelliğinin içinde âdeta mündemiç (zaten var) kabul edilmiştir. Bu kabul; peygamberlerin beraberinde bulunan kişileri mükemmelen yetiştirdikleri, onlarda karşılaştıkları menfî hâlleri de mutlaka düzelttikleri gerçeğiyle uyum içerisindedir.

Beraberliği ifade eden «ma‘a» edatına Râgıb el-Isfahânî gibi âlimlerin verdiği mânâları tasnif ederek, düşünceyi geliştirmeye çalışalım.

Beraberliğin nevîleri vardır:

MEKÂN BERABERLİĞİ

Beraberlik içtimâ, yani bir araya gelmedir. Hakikî, fizikî mânâsıyla önce mekân beraberliği akla gelir. Eğitim; hâlin göze, sözün kulağa hitabı ile yapılacaksa, hoca ile talebe aynı mekânda buluşmalıdır. Peygamberimiz Mekke’de Dâru’l-Erkam, boykot yıllarında Ebû Tâlib Mahallesi, Medine’de de Mescid-i Nebevî ve bilhassa suffe çardağında, bu mekân beraberliği şartını oluşturmuş, ashâbını terbiye etmiştir.

Efendimiz’in safların sıklığı ve düzgünlüğü üzerindeki ısrarı malûmdur. Yine mekân birliğindeki titizliğine Konstantiniyye seferine katılan sahâbîlerden Ebû Sa‘lebe el-Huşenî -radıyallâhu anh-’ın1 naklettiği şu kıssa güzel bir misaldir:

“(Hayber) sefer(i) esnasında ordu bir yerde mola verip konakladığında; ashâb-ı kiram dağ eteklerine, yamaçlara doğru dağılmışlardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ashâbının bu hareketini hoş karşılamadı ve onlara hitâben;

«Sizin şu dağ eteklerine ve vâdilere dağılmanız ancak şeytandandır!» buyurdu.

Bundan sonra ordu, bir yerde konakladığında hep birbirlerine yakın oturdular ve hiç dağılmadılar. Öyle ki, üzerlerine bir yaygı atılsa hepsini örter ve kaplardı.” (Ebû Dâvûd, Hadis no: 2628)

Mekân birliği, öğrencilerin de kaynaşmasını sağlar. (el-Bakara, 43) Mescidlerin; zengin-fakir, vatandaş-eşraf gibi farklı sınıfları herhangi bir derecelendirme olmaksızın bir araya getirmesi, kendiliğinden bir eğitimdir. Peygamber Efendimiz’in davetine icâbette ilk sırayı alanların ekseriyetle fakir, köle ve benzeri hor görülen tabakadan olması, eşraftan kibirli kişilere bir engel teşkil ediyordu. O kadar ki; “Onları yanından kov, o zaman geliriz.” tarzı çirkin tekliflere dahî başvurmuşlardı. (el-En‘âm, 52, 53; Hûd, 27)

Hâlbuki beraberlikte tevâzu vardır. Bize telkin edilen duâlarda yer alan; «Bizi cennete sâlihlerle beraber dâhil eyle, canımızı iyilerle birlikte alıver, bizi sâlihler zümresine ilhâk eyle…» gibi ifadelerde; kişinin, kendini lâyık görmediği hâlde, rızâya ermiş kulların arasına karışıverme niyazı vardır ki, gayet mütevâzıânedir.2 (Âl-i İmrân, 53, 193, el-Mâide, 84)

Mekân birliği; eğitimin, muhafaza boyutunda da çok mühim yer tutar. Menfî kişilerin yanında oturmak yasaklanmıştır. Çünkü fizikî yakınlık, kalbî yakınlığa götürebilir. (en-Nisâ, 140; el-En‘âm, 68, 150; el-Müddessir, 45)

Asırlar sonra da olsa Efendimiz’in sevdiği; mescid, sohbet meclisi gibi mekânları sevmek ve oralarda çok bulunmak, O’nunla bir nevî mekân beraberliğidir.

ZAMAN BERABERLİĞİ

Mekâna, zaman boyutu katınca, tabiî olarak fiiliyatta, tatbikatta beraberlik ortaya çıkar. Mekânda beraberlikle ilgili Hayber’deki ikaza benzer bir ihtarı, zaman konusunda Cenâb-ı Hak yapar:

“…Onlar (mü’minler), Peygamber ile ortak bir mesele üzerindeyken O’ndan izin istemedikçe bırakıp gitmezler…” (en-Nûr, 62. Ayrıca bkz. Cumua, 11; el-Ahzâb, 53)

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’e îmâna davet ederken zarif bir ifade kullanır:

“O (Peygamber)’in beraberinde indirilen Nûr’a tâbî olun!..” (el-A‘râf, 157)

Kur’ân’ın nüzûlü ile Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in risâleti, eş-zamanlıdır. Birliktedir. Kur’ân’ın tarifine Efendimiz’le beraberliği katan bu ifadede, Kur’ân ile Peygamber Efendimiz ve sünnet-i seniyyenin ayrılmaz beraberliği çok güzel anlatılmaktadır.

Kur’ân’a ittibâ; Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in maiyyetinde, O’nunla kalbî birlik içinde talep edilmektedir. (Ayrıca bkz. el-Bakara, 213; el-Hadîd, 25)

Zamanda beraberliğin bir şekli de, tarihler değişse de tekerrür eden zamanlarda birlik yaşamaktır. Mîlâdî 600’lü yıllar olmasa da, 2000’lerin seherlerinde teheccüd ve istiğfâr içinde olmak, Allah Rasûlü ile zamanda birlikteliktir. Mübârek geceler, cumalar, bayramlar, hac, teşrik günleri ve benzeri vakitlerin her birinde böyle bir zaman beraberliği imkânı ve feyzi vardır.

FİİL BERABERLİĞİ

Kur’ân; Allah Rasûlü ile beraberliği birçok fiil ile tekrarlar:

• Peygamber ile beraber îmân etmek…

Îmân edenler ifadesi, tek başına yeterliymiş gibi göründüğü hâlde; birçok âyet-i kerîmede «îmân edenler» vasfının yanında «Peygamber’in beraberinde» kaydı yer alır. (el-Bakara, 214, 249; el-A‘râf, 88; Hûd, 40; 58, 66, 94; el-Mü’min, 25)

Bu kaydı anlamamız için şu âyet-i kerîme ve sebeb-i nüzûlü faydalı olacaktır:

“(Kureyşliler) dediler ki: «(Doğrusun amma), eğer biz Sen’inle beraber doğru yola (dînine) uyarsak yerimizden (Mekke’den) kovuluruz.»…” (el-Kasas, 57)

İfadeden ve sebeb-i nüzul bilgilerinden, bu sözleri söyleyen kişilerin; Efendimiz’in tebliğini haklı buldukları, kalplerinin tatmin olduğu fakat siyasî ve içtimâî birtakım korkular sebebiyle, O’nunla beraber îman etmekten kaçındıkları anlaşılıyor. Bunu bir mazeret olarak sunuşun arkasında; “Biz kendi hâlimizde iyi birer insan olalım, Sana ittibâ edip de başımıza iş açmayalım.” mânâsı saklı. Nitekim hicreti göze alamayan mü’minlerin varlığı biliniyor. Fakat bu makbul değil. Îman da Allah Rasûlü’yle beraber olacaktır.

Peygambersiz bir îman geçersiz. «Muhammedün Rasûlullah» ilânı olmadan kelime-i tevhid makbul değil. Bol keseden muvahhidlik, monoteistlik dağıtmak boş… Beraberliğin çilelerine göğüs germek de, hakikî îmânın gereği…

Cenâb-ı Hak; «yurdumuzdan çıkarılırız…» şeklindeki korkuların yersizliğini, tarihin akışıyla yaklaşık 20 sene içerisinde gösterdi. Bütün Arap Yarımadası Efendimiz’e tâbî oldu. Tersine şirkte ısrar edenler kovuldu. Âyetin devamında bu şanlı istikbâle geçmişten bir misal ile ışık yakıldı:

“…Tarafımızdan bir rızık olarak, onları, çeşitli birçok mahsûllerin gelip toplanacağı emin bir Harem’de (içinde Beytullah olan hürmete değer bir yerde) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu (bunların Allah katından bir rızık olduğunu) bilmezler.” (el-Kasas, 57)

Mekke de bir peygamberin, Hazret-i İbrahim’in; oğlu İsmail ile birlikte olanlara yaptığı bir duâsı vesilesiyle bereketli ve emin kılınmıştı. Evet, inananlar, Mekke’den çıkarıldı; fakat Allah onlara önce Medine’yi, sonra Mekke’yi, sonra Şam’ı, Irak’ı… nasip etti.

Uhrevî mükâfatlar gibi dünyevî fetihler de Efendimiz ile maiyyetin neticesi. Malazgirt gibi. Bursa gibi. Kosova gibi. İstanbul gibi…

• Rasûlullah ile beraber cihad

Îmandan sonra sâlih ameller gelir. Bunların en mühimlerinden biri de, cihad…

Mekân, zaman ve fiil konusunda Rasûlullah ile beraberlik içinde bulunmanın ısrarla vurgulanmasında, O’nun gibi olmaya davet edildiğinde itiraz olarak dile getirilen; «Ama o peygamber…» ifadesine de cevap vardır.

Peygamber, tebliğde bulunur. İnkâr eden kâfirdir. İnandığını söyleyenler de mü’min… Fakat söz, fiille sınanacaktır. Mü’min ile münafığı ayıran mekân ve zaman beraberliğinin neticesidir.

“Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber birçok erenler çarpıştılar; Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân, 146)

Gazâlar, sâdıkların sıdklarını ortaya koydukları ve sadâkatlerinin faydalarını aldıkları meydanlardır.

Münâfıklar ise ikircikli, parçalı hâllerine, cihad vesilesiyle yeni ikilemler kazandırırlar:

Bir tarafta, ölüm korkusu, diğer tarafta ganîmet hevesi… Pek de savaşmadan mü’minlerle mi beraber olmalı? Yoksa bir mazeret uydurup, kadınlar, hastalar, yaşlılar gibi şehirde kalanlarla beraber mi kalmalı? (et-Tevbe, 46, 83, 86, 87, 93) (Başka bir endişe için bkz. el-Haşr, 11-12)

“İçinizden bazıları vardır ki (cihad konusunda) pek ağırdan alırlar.

Eğer size bir felâket erişirse;

«Allah bana lutfetti de onlarla beraber bulunmadım.» der.

Ama Allah’tan size nimet ve inâyet erişirse -sanki daha önce kendisiyle sizin aranızda hiç tanışıklık yokmuş gibi-;

«Ah! N’olurdu, ben de onlarla beraber olaydım da büyük ganîmete konaydım!» der.” (en-Nisâ, 72-73)

İşin kıyısında aşın koyusunda olmak isteği münâfığın alâmetidir:

“Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah’tan bir zafer (nasip) olursa; «Sizinle beraber değil miydik?» derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara); «Sizi yenip (öldürebileceğimiz hâlde öldürmeyip) mü’minlerden korumadık mı?» derler…” (en-Nisâ, 141)

Dînin tatbikatında fiilî beraberliğin hatırlattığı bir husus da, her şeyi Allah Rasûlü’nün öğrettiği, vaz ettiği sünnet-i seniyyeye göre yapmaktır. Peygamber Efendimiz’in önüne geçmemektir. (el-Hucurât, 1)

Hudeybiye öncesinde Hazret-i Osman’ın fırsat eline geçtiği ve müşrikler teklif ettiği hâlde -O olmadan- Kâbe’yi tavaf etmemesi, fiilî beraberliğin çarpıcı bir misalidir.

• Îman ve cihad dışında; «Peygamberle beraber» kaydı, tevbe (Hûd, 112); yol tutma (el-Furkān, 27); sabır (el-Kehf, 28); çalışma (es-Sâffât, 102); ve zikir, tesbih (es-Sebe’ 10; Sâd, 18) faaliyetlerinde de zikredilmiştir.

Bunlardan bazıları eğitimle bilhassa ilgilidir. Hazret-i İsmail’in büyümesinin; «babasıyla beraber çalışabilecek yaşa geldiğinde» ifadesiyle verilmesi mânidardır. Evlâtlar; müsait olabildikleri ilk andan itibaren babalarının hizmet, sohbet ve benzeri faaliyetlerine katılmalıdır. Nitekim, Kâbe’nin duvarlarını Hazret-i İbrahim ve İsmail duâlar ede ede yükselttiler. (el-Bakara, 127-129)

Yakınlarda kaldırılan kesintisiz sekiz yıllık eğitimin en büyük zararlarından biri; çocuklara ta 15-16 yaşlarına kadar ilk mektebe giden çocuk muamelesi yapılmasına sebebiyet vermesidir. Hâlbuki geçmiş yıllarda 5’i bitirmiş 10-11 yaşlarında bir çocuk; bavulunu alıp şehir dışı yatılı okullara gider, hayatın şartlarına daha dayanıklı olurdu.

Beraberliğin; Kalbî Beraberlik, Yardımcı/Hâmî Olmak ve Netice Beraberliği mânâlarını bir sonraki yazımıza bırakalım.

______________________

1 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa ERİŞ, Altınoluk, 2011 Mayıs, sa: 303, s. 52.

2 el-Hicr, 31’de İblis’in secde etmeyişi de «kibir ve beraber olmak» vurgusuyla ifade edilir: «Şeytan hariç. O secde edenler ile beraber bulunmaktan kaçındı.»