Yazdığı Tefsir, İslâm Ülkelerinde Ders Kitabı Olarak Okutuluyor EBUSSUUD EFENDİ

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Batı dünyasının «Muhteşem» sıfatıyla yücelttiği, kudretli Osmanlı hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’ın, bir Avrupa seferi sırasında gönderdiği mektupta, «Hâlde hâldaşım, âhiret karındaşım, tarîk-i Hak’ta yoldaşım» diyerek iltifat ettiği Ebussuud Efendi; bütün zamanların en büyük hukukçularından sayılmış, yazdığı Kur’ân tefsiri, otoritelerce Keşşâf ve Kadı Beyzâvî ile birlikte üç büyük tefsirden biri kabul edilmişti.

Kanunî’nin; uğurlu olacağına inandığı için Süleymaniye Camii’nin temeline ilk taşı koydurduğu bu büyük âlim, 1490 yılında İskilip’te doğmuştu. Babası, II. Bâyezîd’e yakınlığı sebebiyle «hünkâr şeyhi» olarak tanınan Şeyh Yavsî’dir. Ünlü matematikçi Ali Kuşçu; Şeyh Yavsî’nin hocası ve kayınpederinin kardeşi, annesi ise Ali Kuşçu’nun kardeşinin kızıdır.

ŞERİFİN MEKTUBUNU AYAKTA OKUDU!

Karakteri, eserleri ve bir şeyhin oğlu olması Ebussuud Efendi’nin tasavvuf yönünün de olduğunu göstermektedir. Çünkü kendisi babasından; «Şeyhim ve hocam» diye söz eder. Bu durum, Ebussuud Efendi’nin babasından tasavvuf kültürü aldığına işaret etmektedir.

Yaşadığı çağda Hanefî mezhebinin en büyük âlimi kabul edilmiştir. Peçevî, kendisinin bütün mezheplerde müctehid olduğunu söylemektedir. O, her şeyden önce bir müfessir ve fakihtir. Osmanlı örfî hukukunun şer’î hukukla uyumlu bir kalıba dökülmesinde önemli bir rol almıştır. Ebussuud Efendi; fıkıh ve tefsir dışında, pek çok ilimde söz sahibi olmuş, edebiyat ve fesâhat ile de ilgilenmiştir.

Arap topraklarında büyümediği hâlde Arapçadaki seviyesi hayli yüksektir. Mekke Müftüsü ve orada bulunan Medrese-i Erbaa’nın müderrisi Kutbuddin en-Nehrevâlî; İstanbul’a geldiğinde Ebussuud Efendi ile görüşmüş, onun çok güzel ve fasih bir Arapça ile konuşmasına hayran kalmıştı. Ebussuud Efendi’nin, Mekke Şerîfi’nin mektubunu saygı ile ayakta okuması da en-Nehrevâlî’yi çok etkilemiş ve onun hakkında bir kasîde söylemesine sebep olmuştu.1

Arap edebiyatındaki yeri, Arap şairleri tarafından da tasdik edilmiş, şiirleri çeşitli şairler tarafından tanzîr ve şerh edilmişti. Üç dilde şiir yazan ve edebî zevk sahibi olan Ebussuud Efendi; Bâkî, Mecdî, Muhyî, Hoca Sâdeddin Efendi gibi dönemin büyük şairlerini de desteklemiş, bu konuda pek çok kimseye ihsanda bulunmuştu.

MÜRÜVVETTEN DEĞİLDİR!

Ebussuud Efendi, çevresindekilere nezâket ve güzellikle davranırdı. Ancak vakarından dolayı kimse huzurunda konuşamaz, sözlerini saygı ile dinlerdi. Vakur ve izzetli olmakla beraber, yeri geldiğinde zarif ve nüktedandı.

Tarihçiler, Kınalızâde Ali Çelebi ile aralarında geçen şu hâdiseyi ibretle aktarırlar:

Genç Kınalızâde, hocası Çivizâde’nin Ebussuud Efendi ile aralarının açık olması ve tayinlerin de bu yoldan geçmesi sebebiyle, uzun süre müderris olamamıştı. Bu durum Ali Çelebi’yi çok üzüyordu. Sonunda bir gün, yazdığı eserlerden bazılarını koltuğunun altına sıkıştırıp, Ebussuud Efendi’nin huzuruna çıkmaya karar verdi ve buna muvaffak da oldu. Kınalızâde, Ebussuud Efendi kendisine ziyaretinin sebebini sorduğunda, kitaplarını müftünün önüne koymuş ve soruyu şöyle cevaplamıştı:

“Efendim, memuriyet ve müderrislik alanlar, devlet büyüklerinin kapılarını dolaşarak gayelerine ulaşıyor. Biz ise müderrisliğimizi, eserlerimizin paragraflarını çevirerek almak istiyoruz. Eğer başka kapılara başvurmak lâzımsa, onu da bilelim.”

Ebussuud Efendi, genç âlimin sözlerine darılmamış, Ali Çelebi’nin eserlerine hemen orada göz gezdirerek, kendisinin ilimdeki kudretini fark etmişti. Çelebi’yi tebessüm dolu nazarlarla süzdükten sonra;

“Sizi Edirne’deki Hüsâmeddin Medresesine müderris olarak tayin ediyorum.” dedi. Sonra da yanındakilere dönerek:

“-İşte insan olan böyle fiilen ehliyet ve liyakatini ispat etmek suretiyle hakkını ister. Emeline nâil olabilmek için şunun bunun şefaat ve delâletine müracaat etmek mürüvvetten değildir.” diye ekledi.

HACCA GİDEMEDİ!

İlk görevine İnegöl İshak Paşa Medresesinde başlayan Ebussuud Efendi; 1526’da Bursa Sultaniye pâyesine lâyık görülmüş, 1528’de Semâniye medreselerindeki Müftü Medresesine müderris tayin edilmişti. 1533 yılı başlarında Bursa, altı ay sonra da İstanbul kadılığına getirilen Ebussuud Efendi; 1537’de Rumeli Kazaskeri nasbedilmiş, Karaboğdan, Budin ve Estergon seferlerinde padişahın yanında bulunmuştu. Sekiz yıl süren Rumeli Kazaskerliğinin ardından Fenârizâde Muhyiddin Efendi’nin yerine şeyhülislâm olmuş (1545), bu görevi 28 yıl 11 ay sürdürmüş, bu makam kendisi ile gerçek sahibini bulmuştu.

Makam düşkünü değildi. Meselâ, kazaskerler de dâhil olmak üzere üst seviye kadı ve müderrislerin tayin yetkilerini üzerine almak istememişti!

Kazaskerlik ve şeyhülislâmlık gibi önemli görevlerde yıllarca bulunması; hacca gitmesini engellemiş, Kanunî’den hacca gitmek için izin istemiş, ancak bu izni alamamış, çok istemesine rağmen hac ziyaretini gerçekleştirememişti.

İSLÂM DÜNYASINDA DERS KİTABI!

Ebussuud Efendi; hukuk, tefsir, akāid, kelâm, edebiyat gibi pek çok alanda eser telif etmişti. «İrşadü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâyâ’l-Kur’âni’l-Kerîm» Ebussuud Efendi’nin en meşhur eseriydi. Onun İslâm dünyasında tanınmasına sebep olan bu tefsir, hâlen çeşitli İslâm ülkelerinin üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Ebussuud Efendi; kâinatın altı günde yaratıldığını ifade eden âyetleri tefsir ederken, konuya değişik açıdan yaklaşmış, çok daha geniş düşünmüş; âyetlerde geçen «gün» kelimesinden çağımızdaki 24 saatlik zaman diliminin anlaşılamayacağını, âyetlerde zikredilen «gün»den maksadın, uzun bir zamandan (evkat) kinâye olabileceğini söyleme cesaret ve ileri görüşlülüğünü göstermişti. Tefsirinde âyeti; “Ne yerin, ne göklerin mevcut olmadığı, yaratılışın devam etmekte olduğu bir zamanda günden söz edilemez.” şeklinde açıklamıştı.2
______________________

1 Ekrem Kâmil, «Mekkî Seyahatnamesi», Tarih Semineri Dergisi, sa. 1-2, s. 24.
2 Doç. Dr. Abdullah AYDEMİR, Ebussuud Efendi, İstanbul, 1988, s. 36.