Şiddete Çare: O’NUN REHBERLİĞİNDE BİR HAYAT…

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Merhamet, unutulmuştu.

O geldi, gönüllerin en unutulmaz özelliği hâline getirdi.

Şefkat, çorak bir çöle dönmüştü.

O geldi, en verimli bir gülistana dönüştürdü.

Adâlet, zulmün karanlıkları içinde kaybolmuştu.

O geldi; hiçbir zulmette bile kaybolmayacak bir dolunay, batmayan bir güneş olarak parıldattı.

Hak-hukuk, sadece kuvvetliye aitti. Zayıfların ve gariplerin dünyasında sadece ezilmek vardı.

O geldi, en cılız karıncayı bile gözetti. Haklı olan köle, haksız olan bir hükümdardan daha güçlü oldu.

Servet sahipleri, maddeye râm olmuş, fakir-fukarâya âmâ kesilmişti. İsraf ve savurganlığın hoyratlık ve hamallığını yapıyorlardı.

O geldi; muhtaçların yüzü güldü, cömertlik yarışı başladı.

Yetimlerin saçları dağılmıştı.

O geldi; o dağınık saçları düzeltti, mübârek ellerinin mis kokusuyla doldurdu.

Yaş yerine kan akıtan nice gözler, hiç durmadan ağlıyordu.

O geldi, cennet mendili tebessüm ettirdi.

Hastalar, bir türlü sıhhate kavuşamıyordu. Gece-gündüz sancılar içinde kıvranıyordu.

O geldi, dünya şifâyı öğrendi.

Kavgalar, eziyetler, işkenceler, terör ve anarşi; her yanda cirit atıyordu.

O geldi, ortalığı sulh u sükûn kapladı. Ezelî hasımlar, ebedî kardeşler oldu.

Sokaklar, caddeler, bâdiyeler, şehirler kirliydi; akıllar ve fikirler, ruhlar ve gönüller çamurlanmıştı.

O geldi, nûr-i Muhammedîsi ile pırıl pırıl eyledi.

Gurur, kibir ve egoizm; beşeriyeti, şeytanlığın ve nefsin putperestliğinin cücelik girdabında boğuyordu.

O geldi, gönülleri kulluk sahiline çıkardı ve tevâzu toprağının yücelik bereketine kavuşturdu.

Fazîletler, güzel hasletler ve yüce hisler, toplumda nefes alacak ortam bulamıyordu. Bütün ulvî değerler can çekişiyordu.

O geldi, görülmemiş bir diriliş yaşandı.

Aile mefhumu yok olmuştu. Evlerin iç dünyası perişandı. Enkazdan ibaretti.

O geldi, semâvî bir îmar ile firdevs-i âlâ sarayı eyledi.

Kadınlar, alınan-satılan basit bir ticaret metâıydı. Hiçbir hakkı bulunmayan, köleden farksız bir yaşayışın acımasız pençesinde eziliyordu. Her an şiddete mâruzdu. Ruhları da vücutları da ayak altındaydı.

O geldi, cenneti onların ayaklarına serdi. Onları; ailenin hanımefendisi, gönül tahtının ilâhî emâneti, evlâtlarının baş tâcı yaptı.

Cemiyetin en kıymetli meyvesi olan yavrucağızlar; büyüdükçe en değersizlik istikametinde gözlerin çapağı, gönüllerin sivri budağı, ebeveyne cehennem kucağı oluyorlardı.

O geldi; evlâtlar, doğdukları ankinden daha güzel birer gözbebeği oldu.

Hele zavallı kız çocukları! Diri diri gömülüyorlardı. Bugünkü kürtaj kasapları gibi o gün, bâtıl ve cânî bir örfün mahkûmu cellât babalar vardı. En vicdanlıları bile mahalle baskısına dayanamayarak eninde sonunda günahsız, çaresiz, masum kızlarını, diri diri toprağa gömüyordu.

O geldi; kız çocuklarını, evin bereketi olarak ilân etti. Onları Hak katında iftihar vesilesi hâline getirdi.

Hâsılı;

Câhiliyet; bütün kötülük, rezalet, vahşet ve felâketiyle toplumun hayat damarlarına çökmüştü.

O geldi; kurtuluş getirdi, huzur getirdi.

Cihanı alevler sarıyordu.

O geldi; rahmete gark etti.

Hâsılı;

İnsanlık, hor ve zelildi.

O geldi, azîz eyledi.

Dünya O’nun rehberliğinde muhteşem bir asr-ı saâdet yaşadı. Yeryüzünün en cânî insanları; O’nun rehberliğinde en mübârek, en kıymetli âbideleri hâline geldi. Istıraplarla dolu şu fânî hayat, O’nun rehberliğinde mükâfat ve rahmetle dolu ebedî bir kazancın harman yeri oldu.

O’nun adı ile imkânsız fetihler gerçekleşti. En korkunç savaşlarda O’nun rahmet yardımı yetişti. Şifâsız yaralar, O’nun iksiriyle iyileşti. Çaresiz hastalıklar, O’nun sayesinde devâ buldu.

Her devirde;

İnsanlık, O’na koştukça kurtuldu.

Fakat ne yazık ki;

O’ndan uzaklaştıkça da insanlık, felâketten felâkete sürüklendi.

Bugün dünyayı şiddetler kavuruyor.

Zayıfları, çaresizleri; her türlü şiddet, ezip geçiyor.

Eski câhiliyye, modern kisveler içerisinde kahrediyor. Çocuklar, o câhiliyyede doğduktan sonra gömülürdü. Modern câhiliyyede ise, daha anne karnında iken boğazlanıyor. O zamanlar kadınlar zorla köle yapılıyordu, şimdi gönüllü köle yapmanın şırıngaları üretildi.

Ekonomik özgürlük meselesi, kadınları sömürme narkozu hâline getirildi. Kadın-erkek eşitliği de kezâ.

Netice?

Kadınlar, yapılarının kaldıramayacağı işlerde ucuz eleman. Kimi yerlerde hattâ tır şoförü. Gücü olmadığı için şiddet altında kum torbası. Kanunlar itibarıyla korumalı, ama zalim vicdanlar karşısında korumasız.

Herkes yığınla çare konuşuyor.

Fakat;

Konuşulan çarelerin çoğu da, bizzat problemlerin sebebi.

Daha açık ifadeyle;

Cankurtaran rolünde aile yıkım mühendisliği…

Ortalıkta uçuşan formüllere ve cazgır programlara bakıldığında, artık eskisinden çok daha mahir aile yıkım mühendisleri göze çarpıyor. Ama hepsinin üzerinde aile cankurtaranlığı elbisesi, marka marka. Hepsinin elinde akademik mühürler ve medyatik yetkiler de imza imza. Böylece fikirlerine destek rüzgârını kuvvetli estiriyorlar, ama;

O rüzgârda nice aileler toz duman!

Çünkü;

Türlü cilâlı ambalâjlar içinde ortaya koydukları, sadece;

Fıtrata aykırı prensipler…

Tartışılmaz;

Kadının da erkeğin de fıtratı farklı.

Bu farklılıklara göre, aralarında sağlam bir denge kurulduğu nisbette başarılı yuvalar meydana gelmekte.

Ancak;

Pek çok canhıraş çözümler, bu gerçeği göz ardı ediyor.

Kadınlara ferahlık gibi görünen onca mesele, maalesef erkeklerde maya tutmayacak vasıfta. Geçici olarak tutuyor görünse de neticede öyle bir patlıyor ki, kadınlar için daha büyük bir âfete dönüşüyor.

Bu âfetin adı:

Kuvveti gizli tahrik…

Ailede;

Kuvvet gerçeğini görmek ve onu doğru eğitmek gerek.

Lâkin;

O kuvveti eğitmek yerine onu iflâs ettirmek metodunu kullanmak, en kötü formül. Hangi ambalâja sarılırsa sarılsın yine fecaat.

Bu hata, günümüzün en berbat yanlışı.

Erkeğin kuvveti kontrol altına alınıyor görünüyor, fakat alınmıyor. Farkında olmadan veya gizlice tahrik ediliyor.

Görünmeyen bir tahrik bu. Tıpkı mikrop gibi. Belki başlangıçta tadı çok lezzetli bir gıda hâlinde ama neticesi ve adı, acı bir mikrop.

Çünkü;

Kuvvetliye yenilmeyi öğretip de bunu sun‘î olarak gerçekleştirmek, bir noktaya kadar mümkün olur. O noktadan ötesi; yine infilâktır, berbat bir patlamadır.

Çünkü;

Rakibini rahatça yenebilecek olan bir kuvveti mağlûp olmaya râzı etmek; bir-iki seferlik hatıra binâen uygulanabilse de bunu devamlı tatbik edebilmek, asla mümkün olmaz.

Aksine devamlı tatbik, muhatabı tahrik olur. Aile için bundan daha tehlikeli bir problem yoktur. Çünkü bu felâket, herkesin severek kabullendiği ambalâjlara sarıldığı için tahribe davet çıkarılmış olunmakta.

Böylesine girift problemi, tam anlamıyla halledebilen ve felâketi rahmete dönüştürebilen tek hayat düsturu var. O da:

Hazret-i Peygamber’in nebevî hayatı.

Dirilten, yeşerten, şifâ veren ölçüleri.

Asla tahrik etmeyen, sadece tamir ve tâdil eden yaklaşımların özü.

Kuvvetliye adâleti, merhameti, sabrı, iyiliği, sevgiyi, saygıyı ve affetmeyi öğreten çözüm.

Zayıfa da; uyumu, tahammülü, anlayışı ve fedâkârlığı coşturmayı öğreten çare.

İşte ne güzel düsturlar:

“Ey insanlar! Siz kadınları, Allah emâneti olarak aldınız!” (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı, X. 398)

“Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizî, Radâ‘, 11. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 50)

“Kadınlar sizin için, siz de onlar için bir elbise gibisiniz.” (el-Bakara, 187)

“Mü’min, Allâh’a takvâdan sonra en ziyade sâliha bir eşten hayır görür. Böylesi bir kadına emretse itaat eder. Ona baksa sevinç duyar; bir şeyi yapıp yapmaması hususunda yemin etse, kadın bunu yerine getirerek onu yeminden kurtarır; kadınından ayrılıp uzak bir yere gitse, kadın hem kendi namusunu korur hem de kocasının malı hususunda hayırlı ve dürüst olur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857)

“İyi kadın, kocasına karşı itaatli, çocuklarına karşı şefkatli olandır.”

“Dünya, geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan en hayırlı varlığı, dindar kadındır.” (Müslim, Radâ‘, 64; Ayrıca bkz. Nesâî, Nikâh, 15; İbn-i Mâce, Nikâh, 5)

Bunlar, hayata en uygun gerçek ve yüksek ölçüler.

Bunlara riâyet edilmediğinde, kadın ve erkek arasındaki problemler, hakikî mânâda çözülemez.

Hâl böyleyken çözüm niyetine;

Hanımlık ve annelik özelliğini yok ederek kadını sokağa düşürmek, onun zayıflığına destek değil, başka türlü bir istismardır. Olmayacak işlerde tezgâhtarlık, sekreterlik, daha nice materyalist işlerde onu ezmek, sonra da feminist duygularla erkeklere karşı, olur olmaz kavgacı bir yapıya sokmak da, kadına zulümdür. Bu zulmün mimarları, kadına şiddet aleyhtarı görünmeye kalkmasın! Çünkü zarif ve zayıf olduğu için, olan yine kadına olmaktadır.

Ferahlık, bu ters orantıyı doğru okumak. Yoksa olumlu diye atılan olumsuz adımlar, bir başka çözüm tuzağına daha yakalanmakta:

Kavga artıran barış taktikleri…

Ailede kavgayı ve şiddeti önlemek için yığınla taktikler ve prensipler var. Ama dikkatli inceleme ve tahlil yapıldığında insana; «güyâ» tabirini kullandırıyor.

Çünkü çoğu kavgalar, sadece bu taktikler ve prensipler yüzünden. Bazen ortada herhangi bir problem ve aksama yokken bile, durduk yerde olmadık kavgalar üretilmesi, nasıl barış taktiği olabilir ki!

Aileyi yıkmadan bu milleti yıkamayacağını anlamış hasımlarımızın yetiştirdiği «aile yıkım mühendisleri» gerçekten güzel çalışmışlar. Çünkü yaptıkları bunlardan ibaret değil.

Hayli çalışmaları mevcut. Biri de şu:

Kapitalizmin istediği ve ürettiği kavgalar…

Ailede şiddetin ve kavgaların kaynağı olarak kapitalizmin ağırlığı, bugün oldukça fazla.

Kapitalist dünya, tüketimi artırmak ve para kazanmak için ailede her türlü kavgayı körüklüyor. Hiç ihtiyaç olmayan şeyleri bile, en büyük ihtiyaçmış gibi telkin ede ede beyinleri tahrip ediyor; sonra da amacına ulaşabilmek için, gerekirse aileyi de yakıp yıkıyor. Bu durumda, ailesinin yıkılacağı sinyalini fark edenler, tabiî olarak ailem ayakta kalsın diye kapitalizmin isteklerine boyun bükmek zorunda kalıyor, ya da tersini seçiyor. Yani;

Kapitalizmin dediği olmazsa, kavgaların her çeşidi hazır. Kapitalizm; bu noktada çok iyi çalışıyor ve durmadan kavga üretiyor, kimsenin aklına gelmeyecek tahrikler üretiyor ve bunları medya aracılığı ile yedire yedire özenle servis ediyor. Sırf koltuk takımı yüzünden nişan atan çiftler ortaya çıkarıyor. Bir koltuğu, eşinden ve evliliğinden daha değerli gören tipler doğuruyor.

Birileri para kazansın diye, ne kötü gidişat!

Vaziyet ortaya çıkınca, üzerini kapatacak mahir örtüler de hazır. Örtüler sayesinde bu gerçek konuşulmuyor, herkes başka meseleleri problem olarak sakız gibi çiğniyor. Olmayan problem var, olan da yok diye konuşulunca uzlaşma ne mümkün!

Aynı yanlış devam edip gidiyor:

Durum ve imkâna kör talepler…

Bir eşi, fakir eşinden Mercedes isteme noktasına getirenler de, şiddet aleyhtarı görünmeye kalkmasın!

Onlar yüzünden;

Zamânede, eşinin durumunu ve imkânını hiçe sayan istekler ve beklentiler patladı. Hiç umursamadan talep üstüne talep. Neredeyse; eş, çalsın getirsin, yeter ki getirsin. Getirmezse; yuh, tüh, yazık!

Böyle bir anlayış, hangi huzuru temin eder?

Sonra;

Erkeğin bir gerçeği var, kadının bir gerçeği. Akıl, ilim, imkân, kapasite, şahsiyet, millet, ortam, huy, zenginlik ve kuvvet itibarıyla; her iki taraf da birbirinden farklı. Bu farklılığı yok sayarak hareket, neyi çözer?

Hiçbir şeyi.

Çünkü, imkânsız olan şeyleri vazife ve prensip hâline getirmek, evliliğin yıkım dinamiti. Bunlar;

Pusu ayarlar…

Yıkım mühendislerinin ortaya attığı virüslerden biri de bu. Eşlerin birbirini pusuya düşürmeye çalışmalarını temin etmek. Bunun için iki tarafı da birbirine karşı kör ve sağır hâle getirmek. Muhatabın vaziyetine duyarsızlaştırmak.

Adamın yorgun ve bitkin eve geldiği ânı kollayıp da tam o imkânsız anda kadın, tepeye dikiliyor:

–Haydi beni dondurma yemeye götür!

–Hayli yorgunum.

–Bana gelince hep yorgunsun zaten.

–Alıp geleyim, evde yiyelim.

–Olmaz!

Ya da kadının, hasta ve bitkin olduğu bir ânı kollayıp da adam, onun tepesine dikiliyor:

–Haydi, şunu şunu yapıver!

–Biraz hastayım.

–Zaten ne zaman bir şey istesem, mutlaka hastasın!

–Toparladıktan sonra yapsam olmaz mı?

–Olmaz.

Tabiî bu olmaz ifadelerinden sonraki soğuk tartışmanın nerelere gideceği meçhul. Bazen öyle yerlere gidiyor ki, kavganın en belâlıları patlak veriyor. İş, en olmayacak tehlikeli boyutlara varıyor. Aile yıkım mühendislerinin kasd-ı mahsûsu olan masum görüntülü talep, iki tarafın da dikkatsizliği sebebiyle zalim neticelere dönüşüyor.

Bu bakımdan;

Görüntüsü ve cilâsı ne olursa olsun, evlilikte ve ailede pusu ayarlara ve puslu ayarlara kesinlikle; «Lâ!» demeli. Çünkü onların hepsi;

Hayale uygun, gerçeğe aykırı…

Evet, bugün aile toprağına birilerinin diktiği yığınla çalı var, süslü çalılar var.

Tamamı;

Hayalde sımsıcak, gerçekte buz gibi meseleler.

Hepsi;

Hayal itibarıyla mantıklı, hem de çok mantıklı; fakat gerçek itibarıyla ise alabildiğine aptallık.

Ne yazık ki;

Fark edilmeyince onca güzel görünen paslaşmalar, yansımalar, yanlışlar, iki tarafın da istemediği, fakat kontrol de edemediği tıkanıklıklar meydana getiriyor.

Hayal, gerçeği iflâs ettirmenin derdinde; gerçek de hayale râzı olmamanın derdinde, neler yaşanıyor neler!

Oysa;

Hayale sarılı olan hayalî, gerçek hayata sarılan hayatî kıymet ifade eder.

Gerçek hayat ne?

Âhiret hayatı.

İşte bu cevap da, dünya hayatı olarak değiştirilmeye kalkıldığında aile yuvasına bir başka mikrop daha sızıyor:

Fedâkârlık yerine canavarlık…

İnsanda iki temel özellik var:

• Fedâkârlık

• Canavarlık

Biri rûhunun ve kalbinin özelliği, biri de nefsinin.

Gönül, alabildiğine fedâkâr bir yapı içindedir. Nefis de alabildiği canavar ve acımasız bir yapı içinde.

Evlilikler, hayattaki pek çok hakikat gibi fedâkârlık temelleri üzerinde sağlam durur. Fakat bugün, evlilikte fedâkârlıklar artık neredeyse enayilik olarak değerlendirildiğinden dolayı nefsânî yaklaşımlar ön plâna çıktı. Herkeste ayrı ağız:

–Mecbursun!

–Niye mecburmuşum?

–Çoraplar ne hâlde?

–Ay bir de çorap mı!

–Senin yüzünden.

–Ne alâka! Asıl senin yüzünden.

–Benim kararım ne olacak?

–Ya benimki ne olacak?

Uzayıp gidiyor.

Hâlbuki Hazret-i Allah ne buyurmakta:

“Onun varlığının ve birliğinin delillerinden biri de, kendilerine meyledip ülfet edesiniz diye kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda bir muhabbet ve şefkat kılmasıdır. Şüphesiz ki, bunda tefekkür eden bir topluluk için nice deliller vardır.” (er-Rûm, 21)

Yani;

Ailede temel prensipler;

• Meyl, kendi nefsiyle değil karşı tarafla ilgilenme,

• Ülfet / en güzel şekilde samimî bir geçim,

• Muhabbet,

• Şefkat…

Bu ilâhî ölçülerin tam anlamıyla yaşandığı hiçbir ailede, kadın-erkek arasında asla şiddet olmaz.

Dolayısıyla;

Ailelerde yaşanan şiddeti kaldırmanın yegâne çaresi budur.

Peygamber Efendimiz’in câhiliyye devrini asr-ı saâdet hâline getirmesinde ve her türlü şiddet ve zulmü bertaraf etmesinde de rehberlik ettiği ilâhî düsturlar, işte bunlardır.

Bu gerçeklerden hareketle Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“Belâyı gidermenin çaresi; sitem etmek, zulüm etmek değildir. Onun çaresi affetmektir, bağışlamaktır, kerem etmektir.

Unutmamalı ki;

Arkadaşı ile hoş geçinen kimse, dostsuz kalmaz. Müşterisi ile uzlaşan tâcir de iflâs etmez. İşte, dolunay; geceden ürkmediği ve karanlıklardan kaçmadığı içindir ki nurlandı, ışık saçmaya başladı. Aynı şekilde gül de, o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı.

Ey insan!

Bu mânâyı anlamayıp da gafletinden ötürü;

Elinde bir mazlum yaralandı, zulüm gördü ise; o zulüm cehennemde bir ağaç olur, ondan zakkum meyvesi husûle gelir.

Sen hiddete kapılıp, gönüller kırdı, gönüllere ateş düşürdü isen; o ateş, cehennem ateşinin mayası olur.

Senin öfke ateşin, bu dünyada insan yakardı. Ondan doğan cehennem ateşi de, orada seni yakar, yandırır.

Senin hiddet ateşin; burada, insanlara kastederdi. Ondan doğan cehennem ateşi de; orada yine insana, yani sana saldıracaktır.

Dünyada hiddete kapıldığın zaman, ağzından çıkan yılan ve akrep gibi insan sokan sözlerin; orada yılan ve akrep olup seni ciğerinden yakalayacaktır.

Hiddet ve kızgınlığın; cehennem ateşinin tohumudur, mayasıdır. Aklını başına al da, o hiddet ateşini söndür. Çünkü o ateş, senin için bir tuzaktır.”

Rivâyete göre Hazret-i Musa Cenâb-ı Hakk’a sordu:

“–Yâ Rabbî, Sen’in yanında en azîz kulun kimdir?”

Cenâb-ı Hak buyurdu:

“–İntikama gücü yeterken hasmını affeden kimse.”

Bu kıvamda bir hayatın yegâne rehberi, elbette ki Hazret-i Peygamber Efendimiz. Vedâ Hutbesi’nde O’nun iki taraflı beyan ettiği denge, riâyet edildiği takdirde ailelerin iki dünyasını da cennet edecek temel ölçü:

Ey nâs! Riâyet edin hakkına kadınların,
Sevgi ve şefkat ile onlara hoş davranın!
Benim size tavsiyem kadınların hakkında,
Allah’tan korkmanızdır, bu bir fermân-ı Hudâ;
Siz Allah emâneti aldınız kadınları,
Allah adına helâl edindiniz onları…
Hak katında sizlerin kadınlarda hakkı var,
Kadınların da sizde hakkı vardır âşikâr!
Hakkınızdır; onların ihânet etmemesi,
Aile şerefini ele çiğnetmemesi…
Onların da hakları; her türlü ihtiyâcı,
Giderip etmenizdir başlarınızın tâcı…
Bir kadın, kocasının malını -çok veya az-
İzinsiz başkasına verirse helâl olmaz!
Hizmetçilerinize gelince… Kanat gerin,
Kendi yediğinizden, giydiğinizden verin!
Affı mümkün olmayan bir hata yaparlarsa,
Ayırın yanınızdan güzellikle, hulâsa;
Asla cefâ etmeyin, sizi bu eyler ulu,
Hatalı da olsalar, onlar da Allah kulu…

(Nazmen terc. Seyrî)

Özetle;

Olmalı harcı sağlam, baba evin direği,
Olmalı sımsıcak gül, anne evin yüreği… (Seyrî)

O zaman;

Şiddetin tozu bile kalmaz.

Fakat hayat, Hazret-i Peygamber’in rehberliğine ters kurulur, ters yaşanırsa, o takdirde kadın ve erkek arasındaki meseleleri gerçekçi bir şekilde çözmek, imkânsız hâle gelir. Söz, Mevlânâ’nın şu hikâyesine düşer:

Usta bir berber varmış. Bir gün dükkânına kır saçlı bir adam, koşa koşa gelmiş ve demiş ki:

–Yiğidim, sakalımdaki ağarmış kılları tek tek yoluver! Sadece siyahlar kalsın. Yeni evlendim de.

Berber, bakmış olacak gibi değil. Usturayı aldığı gibi bütün sakalları adamın önüne döküvermiş:

–Efendi, benim işim çıktı. Bir zahmet ağarmış kıllarını sen ayıkla!

Yani;

Kadın olsun, erkek olsun, bu fânî hayatı, içinden çıkılmaz bir hâle getirmemek için tek çare:

O’nun rehberliği.

Doğru bir merhamet için bu şart.

Şefkat için, adâlet için, bağışlamak ve bağışlanmak için; hayatımıza O’nun rehberliği gerek.

Gerçek bir hak-hukuk için, O’nun nefesi gerek.

Yüzlerin gülmesi, özlerin muhabbetle coşması için; O’nun habibliği gerek.

Hastalıkların bitmesi, sancıların dinmesi için; O’nun tabipliği gerek.

Sokakların ve caddelerin cennete çıkması için, O’nun kılavuzluğu gerek.

Düşmanlık ve kavgaların dost ayarı ile sulh u sükûn bulması için, O’nun kardeşliği gerek.

Fazîletler medeniyetinin yeniden yaşanması, yüce hislerle ruhların ebedî canlılığa erişmesi için; O’nun can diriltici iksiri gerek.

Evlerin, ailelerin, çoluk-çocuğun, yetimlerin, gariplerin huzura erişmesi için; O’nun hayatı, hayatımız olmalı.

Evlâtlar ve eşlerin, göz nûru olması için; nazarlarımız, O’nun bakışıyla buluşmalı.

Modern câhiliyye bataklıklarında boğulmamak için, O’nun kurtuluş gemisine binilmeli.

Dün olduğu gibi, bugün de insanlık;

O’na koştukça, O’nun rehberliğine sığındıkça, O’nun hayatını örnek aldıkça, ebedî azîz olacak.

Cefâlar şifâya,

Çileler safâya,

Şiddetler, rahmete dönüşecek.