O’NUN RENGİNE BOYANMAK…

Sami GÖKSÜN

Var olan halka O Ahmed ki sebep,
Pür itâat O’nu sevmekte edep,
O ki cennet gülü, canlar, uyanın,
Ebedî rengine derhâl boyanın! (Seyrî)

En büyük nimet, en büyük lütuf, içimizden bir Rasûl, âlemlere rahmet ve en güzel örnek Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

Onun risâletiyle dünya yeni bir anlayış, yeni bir ufuk ve yeni bir görüş kazandı. Böylece insanlığın inanç ve hayal ufuklarını karartan şirk ve inançsızlık karanlığı, sabah güneşinin doğmasıyla ufuktan çekilen gece karanlığı gibi çekilip gitti. Çünkü, Hazret-i Âişe Vâlidemiz’in de dile getirdiği gibi Rasûl-i Ekrem Efendimiz; Kur’ân-ı Kerim ile amel etti, onun ahkâm ve âdâbını yaşadı.

Nitekim Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’in ve dolayısıyla Hazret-i Peygamber’in insanlığın yegâne çaresi olduğunu şöyle ifade buyurdu:

“Biz; bu Kitâb’ı Sana, ihtilâfa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve îman eden topluma da hidâyet ve rahmet olsun diye indirdik.” (en-Nahl, 64)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hayatta iken kendisi, vefatından sonra da sünnet-i seniyyesi insanlığa yol gösterdi. Peygamber Efendimiz, Kur’ân’ın yaşayan tefsiridir. 23 yıllık risâlet hayatı hep bunu göstermekte. O hâlde sünnet; Kur’ân’ı yaşamanın prensibi, uygulaması ve adıdır.

Efendimiz’i seviyorsak, âhiret yurdunda O’nunla beraber olmak istiyorsak; O’nun sünnetini yaşayarak muhabbetimizi ortaya koymalıyız. Hadîs-i şerifte de öyle buyurulmuyor mu?

“Kim benim sünnetimi severse beni sevmiş olur. Kim de beni severse cennette benimle beraber olur.” (Tirmizî, İlim, 16/2678)

Bu beraberliği temin edebilmek ne güzel bir hâldir. Bu hâli gerçekleştirebilmek için bizlere mühim vazifeler düşmektedir. O da Peygamber Efendimiz’i iyi tanımak, şuurlu bir şekilde O’na ve sünnetine tâbî olmak ve O’nu nesillerimize iyi tanıtmaktır. Sünnet üzere yaşayanlar hem dünyada hem de âhirette mutlu olurlar. Cenâb-ı Hak, o insanların maddî-mânevî müşküllerini hâlleder.

Zamanında yaşamış, sünnet âşığı bir pîr-i fânînin başından geçen şu olay bu hakikati ne güzel açıklamaktadır:

Osmanlı padişahlarından Yıldırım Bâyezid; maiyetiyle beraber çıktığı bir yolculukta, bir köyün kenarından geçerken, bahçesinin işleriyle meşgul olan bir ihtiyarı görür. Yaşı ilerlemiş, saçı-sakalı ağarmış olan ihtiyar, o anda taze fidan dikmekle meşguldür. İhtiyarın bu yaşta böyle canla-başla çalışması padişahın hoşuna gider. Padişah yanındakilere der ki:

“–Şu ihtiyarın gayretine bir bakın, beli bükülmüş, hâli kalmamış yine de çalışıyor. Haydi gidelim bu ihtiyarla biraz konuşalım.”

Bahçeye girip ihtiyar köylüye selâm verirler. İhtiyar verilen selâmı alır ve;

“–Hoş geldiniz, bu ne hâldir böyle?” der.

Padişahla aralarında şöyle bir konuşma geçer:

“–Kolay gelsin baba, ne yapıyorsun böyle, kabre benzer çukurlar kazmışsın?”

“–Sağ ol evlât, meyve fidanları dikiyorum.”

“–Ama baba, onların meyvesini yemek sana nasip olacak mı, ne dersin?”

“–Hiç sanmıyorum, ömrüm buna yetmez.”

“–O hâlde neden böyle kendini yıpratıyorsun?”

İhtiyar, padişahı konuşmasından ve kıyafetinden tanır; şu cevabı verir:

“–Padişahım! Bizden evvel gelip gidenler dikti, biz yedik. Şimdi de biz dikelim, bizden sonrakiler yesin.”

Hâl ehli, güzel bir müslüman olan ihtiyarın verdiği cevap, padişahın hoşuna gider ve ihtiyara bir kese altın verilmesini ister. İhtiyar altını alır ve;

“–Rabbime sonsuz şükürler olsun Padişahım! Bizim fidanlar büyümeden meyvesini verdi.” der. Padişah ihtiyara bir kese daha altın verir ve yanında bulunan adamlarına;

“–Haydi buradan gidelim yoksa bu ihtiyar bizi parasız koyacak.” der ve oradan uzaklaşırlar.

İhtiyar köylü ise bütün bu olanlardan sonra ellerini yüce Mevlâ’ya açarak şöyle niyaz eder:

“Ey Rabbim! Sen ne büyüksün. Peygamber Efendimiz’in;

«Kıyâmet koparken de olsa elinde bir ağaç fidanı olan onu diksin.» hadîsinin gereği olarak bir sünnet işleyeyim istedim, beni birçok maddî ve mânevî nimetlere gark ettin. Üstelik padişahımızı da bahçeme kadar getirdin.”

Görülüyor ki Efendimiz’in sünnetini hayat anlayışı hâline getirenler; hem bu dünyada hem de âhirette kazançlı çıkacaklardır. Asıl olan ise âhiret mükâfatı…

Peygamber Efendimiz’in sünneti, hayatımızın her safhasında karşımıza çıkmaktadır. O hâlde öğrenmeli, bilmeli ve yaşamalı…

Kavlî sünnetler; mübârek sözleri…

Fiilî sünnetler; bizzat yaptıkları, fiilen gösterdikleri…

Takrirî sünnetler; sahâbe tarafından yapılan şeyleri, Efendimiz’in itiraz etmemek sûretiyle tasvip etmesi…

Efendimiz’in sünnetleri aynı zamanda bir hayat nizamıdır. İslâm’dır. Fertler ve toplumlar bugün itibarıyla Efendimiz’e ve sünnetlerine daha çok muhtaçtırlar.

Dünyada gerçek huzur ve saâdet; ancak ve ancak, Allah Rasûlü’ne inanmak O’nu sevmek ve sünnetini yaşamakla mümkündür. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Haccı’nda Arafat meydanında yüz yirmi bin sahâbîye hitap ederken, şu güzel hadîs-i şerîfi de zikretmişti:

“Size iki şey bırakıyorum, onlara uyarsanız yolunuzu asla sapıtmazsınız. Onlar Kur’ân’ı Kerim ve Sünnet’imdir.” (Muvatta’, Kader, 3)

Cenâb-ı Hak da bu hakikati şöyle dile getirmektedir:

“…Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının…” (el-Haşr, 7) Bu hakikat bizlere şunu hatırlatmaktadır:

Peygamberimiz’i sevmek ve O’nun sünnetini hayat düsturumuz hâline getirmek, dünya ve âhirette yüce Rabbimiz’e yakın ve dost olma vesilemizdir.

Yüce Rabbimize ve Sevgili Peygamberimiz’e dost olup, âhiret saâdeti temin edecek olan sünnetten bir bölümünü şöyle sıralayabiliriz:

• Güzel ahlâk sahibi ve çok sabırlı idi.

• Güler yüzlü, ince ve hassas ruhlu, nâzik tabiatlı idi. Katı yürekli, sert ve kırıcı değildi.

• Her bakımdan kendisine güvenilirdi.

• Yanlışlık ve hataları kimseyi kırmadan; «İçinizden biri şöyle yapıyor.» diyerek düzeltirdi.

• Kimsenin sözünü kesmez, konuşması bitene kadar dinlerdi.

• Tartışmayı sevmez, sözünü gereğinden fazla uzatmazdı.

• Hiç kimsenin gizli hâllerini araştırmazdı.

• Fırsat eline geçtiği hâlde intikam almaz, affederdi.

• Verdiği sözü zamanında yerine getirirdi.

• Doğruluk ve dürüstlükten asla ayrılmazdı.

• Yalanı ve yalancıları asla sevmezdi.

• İnsanların en cömerdi ve kerem sahibiydi, eline geçeni derhâl muhtaçlara dağıtırdı.

• Çok çalışmayı sever, tembellikten hoşlanmazdı,

• Fakirin, yoksulun, dulların ve yetimlerin ihtiyaçlarını gidermekten zevk alırdı.

• Evde hanımlarının işlerine yardım ederdi.

• Vaktini hiçbir zaman boşa harcamazdı.

• İnsanlara seviyelerine göre hitap ederdi.

• Yaptığını Allah rızâsı için yapardı.

• Söylediklerini aynen yaşardı.

• Hoşgörülü ve merhamet sahibi idi.

Bu hayat ölçüleri; insan için dünyada huzur, âhirette Efendimiz’e yakınlık vesilesidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Enes -radıyallâhu anh-’a şöyle seslendi:

“Ey oğulcağızım, kalbinde hiç kimseye düşmanlık ve hile olmadan sabahlamaya kādir olursan yap. Çünkü bu benim sünnetimdir. Kim sünnetimi sevmişse beni sevmiştir, beni seven de cennette benimle beraber olur.” (Tirmizî, İlim, 16/2678)

Yazımızı bir başka hadîs-i şerifle tamamlayalım. Sünnete uymak elbette âhirzamanda zordur fakat ecri de bir o kadar fazladır. Efendimiz -aleyhisselâm- bu noktada şöyle buyurur:

“Kim, ümmetimin fesada gittiği bir zamanda benim sünnetime bağlanırsa; onun için yüz şehid ecri vardır.” (el-Bağavî, Mesâbîhu’s-Sünne)

Cenâb-ı Hak, Efendimiz’in sünnetine sarılmayı ve bu büyük ecre nâil olarak kevser başında O’nunla beraber olmayı nasip etsin.