ZAMAN NİMETİNDEN NASIL FAYDALANMALI?

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

İlk nefesle son nefes arasında sınırlanmış, durdurulamayan, geri döndürülemeyen, tekrar kullanılamayan tek ve en önemli kaynak, insana bahşedilen zaman nimetidir. Sağlık, para, mal-mülk, makam-mevki gibileri değişkenlik gösterirken; zaman, sabit ve değişmez bir şekilde ardına bakmadan akıp gitmektedir. Aklını kullanan insan, bu kıymetli nimetin farkında ve ondan âzamî ölçüde faydalanma gayretindedir.

Verimli ve etkili olabilmek için zamanı da verimli ve etkili kullanabilmek gerekir. Kendi kontrolümüzden çıkıp; başkalarının veya televizyon, internet ve devâsâ AVM’ler gibi başka şeylerin kontrolüne geçtiğinde, zaman bizi kesen keskin bir kılıca dönüşüverir.

Yazık ki çağımızın insanı; bitip tükenmek bilmeyen işleri ve teknoloji harikası âletleri karşısında zamanı, duymadan ve hissetmeden yaşamaktadır. Ağaçlardaki kuşların cıvıltılarını, kıyıya vuran dalgaların öfkesini, rüzgârın ağaçlarda bıraktığı uğultuyu, sokakta oynayan çocukların hayat dolu seslerini, güneşin rengini, zifirî karanlıkta ayın ve yıldızların ışıltısını fark etmeden yaşayan çağın insanı; çok kazansa bile, zamanını çok eksik yaşamaktadır. Komşularından duyacağı sımsıcak bir merhabadan, anne-babasının yüzündeki çizgilerle gönlüne düşeceği vakardan, hayat ve yol arkadaşı eşinden alacağı bir tebessümden, çocuklarında bulacağı hayatı yaşama arzusunu hissetmekten, hayat bahşeden her çeşit kitabı okumadan ve duâdan mahrum olan insan; gerçekten zamanı duymadan, hissetmeden, fark etmeden yaşamaktadır.

«Vakit yok» bahanesine sığınarak; rûhu ve aklı doyuran birçok güzellikten insanın kendisini mahrum bırakması, kendisine yapacağı en büyük kötülüklerdendir. «Keşke» demeyecek kadar güzel, dolu dolu ve doğru yaşamak için; zamanı iyi kullanabilmek gerekmektedir ki rûhu doyuran diğer şeylere vakit ayrılabilsin.

Düzenli ve plânlı olmak, zamanı iyi kullanabilmenin ilk şartıdır. Günlük, haftalık, aylık, yıllık ve ömürlük plânlar yapılmalıdır. Yazılı olursa daha iyi olmakla beraber, şart değildir. Hem plân yapmak hem de not alma alışkanlığı edinmek, ajandalarla çok daha kolay olabilmektedir. Ajandalarını etkin kullananlar, kendilerini plânlamakta ve unutma illetini kontrol etmekte mahirdirler.

İşleri önem sırasına koyarak yapmak da hem basit ve önemsiz işlerle vakit öldürmeyi önler; hem de önemli işlerin önce bitirilmiş olması, kaygıyı ve telâşı engeller. Projesini tamamlaması gerekirken kişinin alışveriş işini öne alması ya da bir ev hanımının misafiri gelecekken ütü işiyle uğraşması hiç akıl kârı gözükmemektedir.

Ayrıntılara takılmadan öze hâkim olmak da zamanı iyi kullanmak için gereklidir. Bir işi iyi yapmak başka, ayrıntılara takılmamak başkadır. Bir öğrencinin düzgün defter kullanması başka, yazılı akşamı düzgün görünmeyen notlarını tekrar yazması başkadır.

En önemli ve en çok dikkat gerektiren işleri, en verimli saatlerde yapmak da zaman israfını önler. Dikkat ve konsantrasyonun yüksek olduğu sabah saatlerini kitap okumayla geçirip; imtihan için çalışmayı geceye bırakmak, çalışmak için iki-üç kat daha fazla zamana ihtiyaç hissettirecektir. Önemli iş görüşmelerini de günün yorgun vakitlerine bırakmak; hem sonuç, hem de süreç açısından iyi olmayacaktır.

Karşılaşılan problemleri biriktirmeden çözmek de zamanı iyi kullanabilmenin bir başka püf noktasıdır. Çözümlenmesi çok kolay olanlar bile belli bir zaman sonra hepsinin üst üste gelmesiyle gözde büyüyerek kaygı oluştururlar ve insanı çıkmaza sokabilirler.

Zamanı iyi kullanabilmenin bir diğer püf noktası da çevreden gelen uygunsuz tekliflere «hayır» diyebilmektir. İnsanın çok önemli bir işi varken, aldığı bir misafirlik teklifini ya da dışarıda şöyle bir gezinti teklifini erteleyememesi; mantıksız ve zararlı görünen teklifleri de kırma korkusuyla reddedememesi, zamanı iyi yönetememenin bir diğer adıdır.

Boş zamanları iyi değerlendirmek de zamanı yönetmenin en akılcı taktiğidir. Otobüste yolculuk yaparken, eş veya çocuklar gelene kadar, yemek pişene kadar, patron gelene kadar, işçiler gelmeden önce, haberler başlayana kadar, hava bozmadan… az önceki vakitler değerlendirildiğinde çok şeyler başarılmış olacaktır.

Zamanı iyi kullanabilmenin püf noktalarından sonra dikkat edilmesi gereken bir nokta daha vardır.

Günümüzde çok moda bir kavram olarak daha çok gençlerin dillerinde dolanan «ânı/zamanı yaşamak» tabiri, özgürlük ve fırsatçılık düşkünlerince çok yanlış bir kavram olarak sinsice topluma benimsetilmeye çalışılmaktadır.

Ele geçen tüm fırsatları sorgulamadan kullanmak, gününü gün etmek, yanlışlardan ders çıkarmadan ve geleceği hesaba katmadan sorumsuzca yaşamak, sadece ve sadece mutlu olmayı elde etmeyi hedeflemek anlamında ânı yaşamak telkin edilmektedir. Önceden ihtiyacımız olduğunu belirlemiş olmasak da önümüze çıkan bir alışveriş fırsatını, helâle-harama dikkat etmeden gözümüze takılan bir eğlence ya da yeme-içme fırsatını değerlendirmek ânı yaşamakla eşdeğer görülmektedir.

Hâlbuki Mevlânâ’nın da belirttiği üzere;

Ânı yaşamak; geçmişe takılıp kalmadan, geleceğin de hayaliyle meşgul olmadan günü ve zamanı yaşamak, değerlendirmek demektir. Önceden yapılan hatalardan ders alarak; fakat bu hatalarla öz saygıyı yitirmeden, geleceğe ait plânlar yaparak; bu plânları da gayretsiz bir hayale dönüştürmeden yaşamanın adıdır, ânı yaşamak.

Zihinde oluşturulacak «zaman geçirmez» odalarda yaşamak, insanın geçmişe ve geleceğe takılmasını engeller. Aynı bir evin odaları gibidir zamanı yaşamak; oturma odasında oturulur, çalışma odasında çalışılır, mutfakta yemek yenilir, yatak odasında uyunur… İş yerinde çalışılır, evde çoluk çocukla ilgilenilir. Okulda öğrenilir, evde dinlenilir ve ders yapılır. Çalışırken zihnin sürekli çoluk çocukla meşgul olması, okuldayken zihnin bir deniz kenarında gezinmesi, kitap okurken bir kulakla televizyon dinlenmesi, ütü yaparken bir taraftan misafir ağırlanması… bir evdeki odaları oluşturan bütün duvarları yıkmaya benzer ki önümüzdeki işi kaliteli yapmaya ve dolayısıyla ânı yaşamaya engeldir.

Verimli ve etkili olabilmek için zamanı da verimli ve etkili kullanabilmenin püf noktaları vardır. Ve pervasızca akıp giden zamanı, dolu dolu ve doya doya yaşamak; keyfe göre değil, akıl ve mantığa göre hareket etmekle mümkün olur.