EĞİL DAĞLAR EĞİL

Halil GÖKKAYA halilgokkaya@gmail.com

Kadîm dostum İsa KOCAKAPLAN’dan aldığım bir e-postayla düştüm peşine bu türkünün…

Yahya Kemal’in bir yazısına daha sonra bir kitabına isim olmuş bir isimdi, Eğil Dağlar…

Bu türkü takribî, 1897 Yunan Harbi yıllarında yakılmıştı.

Halk arasında asker türküsü, Yunan türküsü, talim türküsü diye meşhur olmuştu.

Defalarca dinledim, içten içe inledim… Bu türküde beni çeken bir başka şey olmalıydı.

Üstadın «Eğil Dağlar» kitabından «Eğil Dağlar» isimli yazısını açtım:

Henüz millî mücadele sürerken yazılmış bu makalede, Yahya Kemal, bu türküyü bir uyanış olarak takdim ediyordu:

“Felâketin bin acısına mukabil bir hayrı da olmaz olur mu?

Yunanlılar bin seneden beri Hudâvendigâr toprağına kök salmış olan Türklüğün köklerini koparmaya savaşırken o topraklar altında yatan ilk Türk beylerini, ilk İslâm şehidlerini, ilk Osmanlı padişahlarını uyandırdılar. İki sene evvel İzmir rıhtımında açtıkları fâcia devresinde bu millet umdukları gibi kanlar içinde boğulmadı, bilâkis kanlar içinde dirildi, gözlerini açtı, yeni, yepyeni bir hayat idrak etti. Ertuğrul’un türbesini yıktıklarını duyanlar Küçük Asya’nın bütün dağlarından yavaş yavaş iniyor, Söğüt’e doğru yürüyor. Bu saat Hudâvendigâr toprağına doğru, bütün Anadolu’da öyle önüne geçilmez bir yürüyüş var; Teselya ovalarını inleten meşhur türkü bütün Anadolu vadilerinden geliyor:

Eğil dağlar eğil üstünden aşam
Yeni tâlim çıkmış varam alışam!

Yeniçeri ve sipahiden kalma canlı türkülerimizden beri bu kadar samimî bir güfte, bu kadar savletli bir beste vatanın havasında dolaşmamıştır diyebiliriz.”

Üç sayfalık yazısını bir çırpıda okudum.

Türkü de yazı da enfesti…

Türküler ekseriyetle anonim, halka ait eserler olsalar da onların yöreleri, derlendikleri kaynakları olur. «Eğil Dağlar» hakkındaki bu soruyu Yahya Kemal cevapsız bırakıyordu:

“Ah bu türkü! Yirmi dört sene evvel hangi şehirden, hangi köyden, hangi kulübeden birdenbire aksetti? Türküleri daima şen olan İzmir’den mi? Daima kahramanca olan Aydın’dan mı? Yoksa daima bağrı yanık olan Edirne’den mi? Nereden?

Güftesinin üslûbu gibi, bestesinin zevkinin de nereden çıktığı belli değil; her türkünün iklimi şivesinden az-çok belli olur, bunun menşei Rumeli midir? Anadolu mu anlaşılamıyor, o kadar millî!’’1

Bu türkü gerçekten neredendi? Araştırdım birkaç metne ve yoruma rast geldim.

Yüz yılı aşan bu türkü için birçok kaynakta Çankırı yöresi gösteriliyordu! Ilgazlı bir fert olarak göğsüm kabardı, gözlerim doldu. Anadolu’muzun güzîde türkülerinden bir türkü daha geldi bağdaş kurdu beynimde.

Yemen Türküsü, Çanakkale Türküsü gibi beni, Ilgaz’dan Balkanlara aldı götürdü. Asırları aşıp gelen redif sesleri çınladı kulaklarımda.

«Yemen Türküsü»yle defile düzenleyen, «Hey on beşli on beşli» türküsüyle halay çekenler geldi aklıma. Dedelerimin uzak, mahzun bakışları nem oldu yanaklarımda…

EĞİL DAĞLAR EĞİL TÜRKÜSÜ

Eğil dağlar eğil, üstünden aşam,
Yeni tâlim çıkmış, varam alışam…
Ölmeden bir dahî yâre kavuşam,
Aldılar yârim elimden cihan uyansın,
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın.
Kalenin kapısı demir değil mi?
Demiri eriten kömür değil mi?
Harbe gitmek Hak’tan emir değil mi?
Aldılar yârim elimden cihan uyansın,
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın.
Tüfengim kayada asılı kaldı,
Esvabım sandıkta basılı kaldı,
Nişanlım gurbette küsülü kaldı…
Aldılar yârim elimden cihan uyansın,
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın.
Gümüş cezvelerim kaynar ocakta,
Yunan çöllerinde kaldım sıcakta,
Altı aylık yavrum kaldı kucakta…
Aldılar yâri elimden cihan uyansın,
Buna taştan yürek ister nasıl dayansın.